Abdülaziz Tantik yazdı;
İslam, bütün bir varlığın yaşamın kaotik yapısına rağmen tam bir bağlılık ile teslim olarak Allah’a doğru seyrüsefere devam etmektir. İnsanın ise bu seyrüseferi iradi olarak ve içtenlikle gerçekleştirmesidir. Teslim olmak, varlığın doğal hali üzere varlığını idame etmesine zemin hazırlarken kendi kulluk edimini gerçekleştirmek ve tam bir gönül bağı ile boyun eğmektir.
İnsan, isyan ve ünsiyet arasında dolanıp durur. İnsan, ünsiyet kurduğu ile bağını güçlendirir. Nisyan ettiği ile de bir bağ kurarken bunu olumsuzlayarak gerçekleştirir. Yaratılış mevcut ikili yapıyı içermektedir. Sevgi ve nefret, uyum ve uyumsuzluk gibi temel ikilemler her zaman vardır. İnsan bu ikili yapıyı taşımaktadır. İşte insan bu ikili yapıyı daha iyi bir kul olma hali için harekete geçirir. İnsan ünsiyetini, Yaratıcıya ve Yaratıcının varlığa getirdiği varlıklara, iyi, güzel ve doğru olana iştiyakla yöneltirken, nisyanını ise, kendisini kulluktan uzaklaştıracak kötü, çirkin ve günaha yönelterek tam bir tevekkül ile bağlılığını Rabbine sunar.
Her teslimiyet bir güveni içerir. Güven olmadan tam bir teslimiyeti sağlamak imkânsızdır. Güvenin sağlanması ise afakta veya enfüste bir tecrübe ve tanıklığa ihtiyaç vardır. Bu tecrübe ve tanıklığın güveni ve teslimiyeti tamlaştırması için tamamlanmış bir arınma/ arı duru bir psikolojik vasata ihtiyaç vardır. Kirlerinden arınmış, Salih amele yönelmiş bir psikolojik vasat ile sağlıklı bir teslimiyet ve güven sağlanarak hem tecrübe ve görüyü artırır hem de arınmayı güçlendirir.
Teslim olmanın negatif boyutları olduğu açıktır. İnsanın kendi nefsine teslim olması, korku üzerinden güce teslim olması, tutku yüzünden yaşama teslim olması gibi olumsuz tarafları ile kişi, kendisi olmaktan çıkarak, kendisine yabancılaşır ve dolayısıyla yanlış teslimiyet yüzünden yanlış bağlılıklar oluşturur. İşte bu yanlış bağlılıklar, yanlış bir teslimiyeti çoğaltır ve kişiyi nisyan üzere kurar. Kişi, artık kendisini düzeltme imkânını kaybeder, dönüş/tevbe zeminini unutur.
İnsan, yaratılışı itibarı ile güven duymak ve güven duyduğu şeye teslim olarak yaşamayı sürdürmek gibi bir özelliğe sahiptir. Sürekli bir tedirginlik hali, yaşamı olumsuzlamayı içinde taşır. Sürekli gerginlik kişide nevrotik özellikler oluşturur. Kişi, farkında veya değil bu durumu derununda hisseder. O yüzden o gerginliği yaşamamak için güven duyacağı bir şeye teslim olarak o gerginlikten kurtulmak ister. Yaşam tecrübesi de bu konuda insanı haklı çıkarmaktadır. İnsanların büyük çoğunluğu bu tecrübeye dayalı olarak yanlış bir teslimiyeti göze alarak bağlılığını kolaylıkla değiştirmez. İşte insan bu çerçeve içinde doğru bir teslimiyete ulaşmayı kendisi için zorunlu kılar. Bu teslimiyetin güven esasına dayalı oluşu zorunlu iken güven olmadan bir teslimiyetten söz etmek ise boşunadır.
Tecrübe oluşmadan bir güveni tesis etmek kolay olmasa gerek! Bu yüzden kişinin afakta ve enfüste oluşturduğu tecrübe onun güveninin belkemiğini oluşturur. Tecrübenin tam bir güvene sahip olması, iç itminana sahip olmasına bağlıdır. İşte bu iç itminan ise bir arınıklığı zorunlu kılar.
Teslimiyet, teslim oluş sürecine göre göreceli bir durum olarak ya güçlenir veya zaafa uğrar. İnsan, yaşadıkça tecrübesini artırır. Bu tecrübe onun teslimiyetini artırabilir. Ya da zaafa da uğratabilir. Yarım ağız bir teslimiyet ile beklediği tecrübeyi yaşayamayan kişi teslimiyetini zaafa uğratır. Çünkü beklediği sonucu elde edemez. Bu da onun teslimiyetinde zaaf oluşturarak bu zaaf giderilmediği sürece zaafın çoğalmasına zemin oluşturur. Bu düzeydeki teslimiyet hem güvenini kaybeder ve hem de tecrübesine dair beklentisini kaybederek isyana yöneltir. İsyan, aslında bir başka teslimiyet ve güvene dayalı oluşmaz. Zorunlu kopuş ile başlayan süreçte yeni bir güven duygusuna ve teslimiyet arzusuna yenik düşmekten kaynaklanan yanıltıcı bir duyguya kapılması ile kişi bu duruma düşer. Buradaki teslimiyet ve güven, esasa taalluk eden teslimiyet ve güven yitiminden doğan boşluğu doldurmak için kişinin kendisini kandırma/ikna etme arayışının tezahürüdür.
Her kavramda olduğu gibi teslimiyet kavramında da asli bir hüviyet olarak ‘En Büyük Güç’e teslimiyet asıldır. Ancak bu teslimiyeti kaybettiği için kişi, kendisine sığınak olacak dayanak arayacaktır. İşte sahte güçler burada devreye girer ve kişiye kendisini sunar. Bu aynı zamanda imtihan oluşunun temelini işaret eder. Şeytan böylece insana yeni referanslar eşliğinde yeni bir bağlılık ve teslimiyet önerir. Şeytan insana sahte kumpaslar kurarak onu kendisinin önerisine çeker. İnsan bu kumpasa düşerse ve hatırlamayı unutursa başı belaya girer. Böylece sahici olan ile sahte olanın neliği de açığa çıkmış olur. Şeytan her zaman insana sahte önerilerde bulunur. İnsan bu önerilere tav olursa kaybedenlerden olur. O zaman tek seçenek, kişinin hatırlaması ve hatırlatıcılara kulak kesilmesidir.
Hatırlamaya çalışalım; normal şartlarda, insan ilişkilerini geliştirirken veya bir işe yönelirken tutunacak bir şey arar. İkna olma arzusunu dışa vurur. Bir bağ arayarak ona göre ilişki geliştirmek ister. Normal hayatımızda bir arkadaş edinmeye çalıştığımızda, onunla geçirdiğimiz süreci dikkate alır. Tavırlarını gözlemler ve bize karşı tutumundaki sahiciliği veya sahteliği dikkate alarak onunla bir bağ kurmaya çalışırız. İşte yaşamın bizzat kendisi bize teslimiyet olmadan yol almanın mümkün olmadığını söyler. Bir işe girerken, o iş ile ilgili bir ön araştırma ve insanı oraya çekecek olumlu şeyleri dikkate almayı önceler insan…
İnsan, sosyal yaşamda bir bağlılık oluşturmak için o sosyal yaşamın kendisine sunacağı şartların lehine veya aleyhine oluşuna dikkat eder. En küçük bir olayda dahi kişi kendisini etkileyecek şartları dikkate alarak değerlendirmeye yönelir. Bu insan olmanın temelini kuran melekenin neliğini bize gösterir. İnsanın en temel sorunu ise anlam sorunudur. Çünkü kişinin teslimiyetinin neliğini gösterecek olan anlamdır. Bu anlamın insan hayatındaki yeri temel bir gösterendir. Kişi, anlam yüklemediği hiçbir şeye değer yüklemez! Teslimiyet için o şeyin değeri belirleyici bir olgudur. Anlam, değerin varlığını açığa çıkartır, değer ise kişinin teslimiyetinin derecesini belirgin kılar. Bu yüzden teslimiyet ancak değer seviyesine yükseltilen şeye yönelik oluşur.
Herhangi bir şeye bağlılık, onu hangi değer derecesine taşıdığımız ile orantılı bir durumdur. Bağlılığın teslimiyete dönüşmesi veya teslim oluşun bağlılığı derinleştirmesi için sahici bir değer oluşa ihtiyaç vardır. Ama insan eğer bir şeye bağlanmak istiyorsa onu kendisi için değerli kılar ve ona göre bağlılığını derinleştirir. Kişi, kendisini kandırarak bağlılığını derinleştirecek bir değeri inşa edebilir. Veya inşa edilmiş bir değere kapılarak onu bağlılığının nedeni kılabilir. Her iki halde de kişi, gözü kapalı bir hali yaşamaya başlayacak demektir. Vahyin ifadesi ile “gözü vardır, görmez, kulağı vardır, işitmez” olan kişi, yanlışa, sahteye, yabancılaşmaya duçar olur. Bu noktada gösterdiği kararlılık ile kalbini mühürleyerek geri dönüşü olmayan bir durum oluşturabilir. Bundan sakınmayan kişinin teslimiyeti başına bir sorun olarak üşüşür.
O yüzden kişi, neye teslim olacağını dikkatli bir şekilde gözden geçirmeli ve teslimiyetten bağlılığa geçmeden önce eleştirel bir zekâ ile kendini yeniden gözden geçirmelidir. Bu mesele hayat memat meselesidir. Bunu böyle görmeyen kişi, kaybetmeye mahkûmdur. İnsanın önünde hayat memat meselesi olarak göreceği şeyler her zaman azınlıktadır ve yaşamı boyunca birkaç kez vuku bulur. İşte insan, teslimiyetini ve bağlılığını bir hayat memat meselesi haline getirerek ciddiyetle ele almalı ve ona göre davranmalıdır. O zaman teslimiyeti bir anlam ve değer kazanır. Bu anlam ve değer onun bağlılığını anlamlı ve değerli kılar. İşte bu iki tutum, kişiyi, tecrübelerini doğru bir zeminde anlamlandırmayı ve değerli kılmayı sağlar. Böylece süreklileşen bir arınma ile teslimiyetini ve bağlılığını doruğa çıkarır. İşte asıl o zaman insan, gözünü ve kulağını sadece hakikate, iyiye, güzele, doğruya, ahlaka, adaba ve edebe yönelterek, günaha, çirkinliğe, sahteye, kabalığa, kapatır.
Teslimiyet bir insanın varlık skalasındaki yerini belirlediği gibi hayatının amacını doğru tespit etmeye imkân tanır. İnsan, teslimiyeti ile kendisine teslim olan insanlara rehberlik ederek onların da teslimiyetlerini sahici kılarak bağlılıklarını sağlama aldırır. Beşerden insana yürüyüşte kişiye rehberlik edecek olan şey teslimiyet ile taçlandırdığı bağlılığıdır. Varlığın her çeşidi ile ilişkisini sağlam bir zemine dayandırmanın en önemli dayanağı da teslimiyetidir. İnsan Rabbine tam teslim olduğunda varlık da ona teslim olur. Müminlerin Peygambere teslimiyetleri O’nun Rabbine olan teslimiyeti nedeni iledir. Bilmeyenin bilene teslimiyeti, bilenin teslim oluşundaki değerin farkındalığınadır. Çünkü alim/bilen Resullerin izini sürdürenler oluşu itibarı ile teslimiyetleri Rablerinedir. Bu yüzden bir durumla karşı karşıya kalındığında ilahi ferman; ‘bir bilene sorun’ olur.
Teslimiyetin kendi içinde farklı boyutlar taşıdığını söyleyebiliriz artık. Yukarıda anlattığımız Peygamber ve âlimlere yönelik teslimiyet, ana babaya teslimiyet ve kendi elimizle seçtiğimiz öndere teslimiyet bu durumu ihtiva eder. Ama temel bir ilkeyi daha hatırlatmalıyız ki; o da ‘masiyette itaat yoktur.’ Yani teslimiyetimiz, asli teslimiyete yöneliktir. Böylece bütün teslimiyetlerimiz bir tek teslimiyeti sağlamlaştırmaya matuf olmalıdır. O da ilahi rızaya matuf Rabbe olan teslimiyettir.
İslam, insanın Rabbine teslim olma davetidir. Teslim olan kulun Rabbi katında mükâfat alacağını da açıkça beyan eder. Rabbine tam teslim olan kulun, bütün başka teslimiyetleri kendiliğinden düşer. Ve sadece Rabbine kul olarak O’na teslim olmanın mükâfatı ile razı olunmuş biri olarak ruhunu teslim eder. Cennetlerinde ağırlanır. Kendisine muştular sunulur. İkramlarda bulunulur. Ve insan, hakikat ile buluşarak en büyük emelini gerçekleştirmiş olur.
Kaynak: Her Taraf