İnnâ lillah ve İnnâ ileyhi Raciûn
Şüphesiz biz Allah içiniz ve şüphesiz O’na döneceğiz.
Malatya’nın vefakâr ve cefakâr Müslümanları, aziz dostlar; acımız büyük, yeri kolaylıkla doldurulamayacak bir canımız, dostumuz, kadirşinas, vefakârlığın sembolü, düğünlerimizin, cenazelerimizin hocası, toplumsal olayların, mitinglerin korkusuz kahramanı, hatibi ve cesur yüreği, her hayırlı olarak gördüğü faaliyeti koşulsuz destekleyen, bizzat iştirak eden, Selefi Salihi’nin halis takipçisi, günümüzün Ebuzer’i, güzel insan Ramazan Keskin kardeşimiz imtihan dünyasını tamamladı ve Rabbimize döndü.
Ramazan Keskin Hocamızın vefatıyla ilgili elbette birçok kardeşimiz şahitliklerini yazacaklardır. O hayattayken bir kardeşimiz küçük de olsa bir biyografi niteliğinde Hocamızı gücünce anlattı ve kitap olarak Beyan Yayınlarında yayınlandı. İnşallah Hocamızın hayatını ve mücadelesini daha kapsamlı kaleme alacak bir kardeşimiz çıkacaktır ve çıkmalıdır da; eğer bu mücadele kayıt altına alınmazsa ya unutulacak ya da efsaneye dönüşecektir, o da Hocamıza en büyük haksızlık olacaktır.
Dostlar ben Hocamızı İmam Hatip okulunda öğrenciliğinden beri tanırım; Mahmut Abi’min sınıf arkadaşıydı ve arkadaşlığının gereği bizim öğrenci evimize gelip gittiğini hatırlıyorum, ama benim Hocayı tanımam MTTB’ye ve Boğaziçi çay ocağına gelip gitmem sonrası oldu. Hocamız gerek MTTB’nin gerekse de daha sonra kurulan Akıncılar Teşkilat ve İmam Hatip Mezunlar Cemiyeti’nin en önde gelen müdavimlerinden biriydi. Hocamız içinde bulunduğumuz gençlik teşkilatlarının desteklediği Milli Selamet Partisi’nin de en önden gelen hatiplerinden biriydi.
Hocamız ve içinde bulunduğumuz gençlik hareketinin o günün şartlarında, meşhur olan sloganlar; “Tek Yol İslam”, “İslam Gelecek Zulüm Bitecek”, “Devrim Yok Diriliş Var”, “İran Pakistan Sıra Sende Müslüman”, “Ne Doğu Ne Batı Tek Yol İslam”, “Yaşasın İslam Cumhuriyeti”… Hocamın yaşadığı beldeye has bir slogan daha vardı; o da “Yaşasın Hançukuru İslam Cumhuriyeti”, bu slogan o günkü bizim özlemimizi en iyi ifade eden sloganlardan biriydi.
Yukarıda ifade ettiğimiz teşkilatların gerek yöneticileri ve gerekse tabir caizse kurmay kadrolar içinde birbirleriyle daha çok anlaşan arkadaş grupları vardı. Ramazan Hocamızın da fıtraten kendine daha yakın olan arkadaşları vardı. Onlardan bir kaçını anarsak inşallah yanlış anlaşılmaz. Bu kardeşlerimiz; Emin Yücetaş, rahmetlik karateci Hasan Ülk, Emin Çimendağ, Mehmet Bulut, Mehmet Koç, Kadir Zafer, rahmetlik Bekir Alyüz ve daha onlarcası…
Ramazan Hocamızla bir de yolculuk hatıramız var, yanılmıyorsam yıl 1975’di rahmetli Hasan Hoca (Ülk) İzmir Menemen’de askerlik yapıyordu. Onu ziyarete gidelim diye bir öneri getirdi, ben de kabul ettim. Önce Ankara’ya orada Ahmet Tozal kardeşimize gittik; Ahmet kardeşimiz hem Ankara İlahiyat’ta öğrenci hem de İlahiyat’a yakın bir camide imamlık yapıyor. Hatırladığım kadarıyla camiin lojmanın da kalıyordu. Ankara’da kaldığımız zaman diliminde Ahmet kardeşimizin misafiri olduk. Birlikte önce İzmir’e ve oradan da Menemen’e geçerek Hasan Ülk kardeşimizin kışlasına gittik; O da komutanında izin aldı bir gündüzümüzü Hasan Ülk kardeşimizle Menemen’i gezerek geçirdik ve gece tekrar Ankara’ya döndük. Hocam Malatya’ya ben ise birkaç gün daha kaldım ve bu kaldığım süre içinde Ankara’da birkaç olaya şahit oldum. Bu şahit olduğum olayları da anlatmak istiyorum, o günün atmosferinin anlaşılmasına biraz da olsa ışık tutacaktır.
Hocam Malatya’ya dönünce ben de Milli Gençlik Vakfı’nın erkek öğrenci yurdunda kalan Malatyalı kardeşlerimiz vardı, bunlardan iki ismi hatırlıyorum; bunlardan biri, şimdi Mali Müşavir olan Abdullah Geyik, diğeri uzun dönem Kaymakamlık yapan ve Ak Parti’nin iktidar döneminde dahi Valilik verilmeyen kardeşimiz Salih Karabulut’tu. Bu kardeşlerimizle Cuma namazına gidelim dedik, Ankara Kocatepe Camii tam faaliyete geçmemişti ama bodurum katında camii hizmet veriyordu. Camiye gidince çok ateşli bir hatip vaaz veriyordu, kasetlerinde de olsa ses tanıdık bir sesti. Namazdan sonra öğrenci yurduna döndük, baktım öğrenci kardeşler kendi aralarında tartışıyorlar. Vaaz veren hatip Fethullah Gülen’di, bazı arkadaşlar çok güzel konuştu diyorlar, bazılarıysa eleştiriyorlardı. Karşı çıkanlar, Fethullah Gülen MSP’ye yani Erbakan Hocaya karşı olduğu için eleştiriyor, onaylayanlar ise hutbenin içeriği ve hatibin etkili konuşmasının psikolojisiyle onaylıyorlardı.
Diğer bir konu; ODTÜ’de okuyan Zeki Soylu kardeşimizi ziyarete gitme sürecinde ortaya çıktı. Daha otobüsteyken gençlerin konuşmalarına şahit oldum; faşistler Siyasal’ da şunu yaptı, şurada şunu yaptı diye konuşuyor; bu konuşmalar sırasında bir ara Recai Kutan’ın oğlunun ismi geçti ve anladım ki o da ODTÜ’de okuyor, biraz tiye aldılar, işte Selametçi gibi … Üniversiteye girdikten sonra kafeteryayı buldum Zeki kardeşle orada buluşacaktım. Oraya girince sanki başka bir ülkeye girdiğimi zannettim. Kafeterya devasa büyük bir mekân, dev sütunlar her bir sütünün altında kızlı erkekli gruplar ve bütün sol Marksist gruplar ve Marksist önderlerin dev posterleri; Karl Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao’dan Enver Hoca’sına; Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya’sına devasa posterler. Zeki kardeşle bir kenardan görüşüp bir çay içtik ve döndüm, daha sonra Zeki kardeşi de ODTÜ’de okutmadılar, o da başka bir üniversiteye geçerek okulunu bitirdi.
Benim nazarımdan Hocamı şöyle tanımlıyorum; merhum Ali Şeriati’nin üç insan tanımlaması veya tiplemesi var. Bunlar; İbni Sina, Hallacı Mansur ve Ebuzer Gıffari hazretleri. Benim nazarımdan Ramazan Hocamız zamanımızın Ebuzeri’dir. Demek ki kendisi de Ebuzer Gıffari’yi çok seviyor ki, kendi köylerinde kurdukları mescidin de adını Ebuzerler Mescidi koymuşlar.
Ramazan Hocamızın bir iki yönüne daha değineceğim:
– Bir baba yani aile reisi olarak Ramazan Hoca; gördüğüm ve tanıdığım kadarıyla Hocamız tüm aile fertleriyle barışık yaşam sürdü. Gerek sosyal medyada ve gerekse ev ziyaretlerimizde bu interaktif ilişkiyi hem okudum hem de müşahede ettim. Hocamızın ev halkıyla yani Malatya’da bulunan çocuklarıyla haftalık istişarelerinin olduğunu ve mümkün mertebe bunu düzenli yürüttüklerini çocuklarının teyidiyle de öğrenmiş oldum. Bu özellik günümüz Müslümanlarında nadir yaşanılan bir özelliktir. Bu hal Hocamızın aile fertlerine ne kadar müşfik ve onları ne kadar önemsediğinin alametleridir.
Hocamız yenge hanıma hitap ederken “annemin gelini” veya “makberdeki gelin” diye yazdıkları hem duygu yüklü hem de insan olarak Resulullah (as)’ın oğlu İbrahim’in vefatında söyledikleri; “Göz ağlar, kalp de mahzûn olur, ancak biz Rabbimiz’in râzı olacağı sözden başkasını söylemeyiz! Vallâhi ey İbrâhîm! Biz senin firâkınla çok mahzûnuz!” (Buhârî, Cenâiz, 44; İbn-i Sa’d, I, 138)” sözlerini anımsatan beyitleri ve onunla hem dertleşiyor hem özlemini en güzel cümlelerle dillendiriyor.
Hocamız yengemizle ayrılığını günlerce yazdı, ben sadece hem yengemizin vefatı sonrası duyguları ve hem de onunla hasbihal ediyormuşçasına iç dünyasındaki acıları dile döken ifadelerin bir bölümünü aktaracağım;
“Dünya gezegenimize teşrif eden her insan ahiret yolcusudur. İster öldükten sonra dirilmeye inanmış olsun veya olmasın ahiret yolcusudur. Allah’ın verdiği ömür sona erince ahiret yolculuğu başlar. Annemin gelini, çocuklarımın annesi ve bizim evin hatunu Halise, ahiret yurdunun ilk etabı olan Berzah âlemine yürüdü. Rabbimizin Kuran-ı Kerim’de beyan ettiği gibi “her nefis ölümü tadıcıdır, sonra dönüşünüz bizedir.” Ankebut suresi ayet 57, bu ayeti kerimede de açıkça beyan edildiği gibi Halise de bu ilâhi kanun gereğince üzerine vekil kılınan Ölüm meleği ruhunu teslim aldı ve Rabbine götürdü. Bu gerçek Kuran-ı Kerim’de bize şöyle bildirilmektedir: “De ki; üzerinize vekil edilen Ölüm Meleği canınızı alır, sonra Rabbinize döndürülürsünüz.” Secde suresi ayet-11
Rabbimden Merhume Halise’ye Rahmet ve Mağfiret diler, inşallah mekânı cennet olur. Merhume Halise 67 yıllık dünya serüvenini noktaladı. Dünyaya geliş tarihi 1950- Ahiret yolculuğuna çıkışı 24 Temmuz 2017.
Merhume Halise’nin çocukları Ahmet, Hacı Mehmet, Mustafa, Mahmut, Davut, Süleyman, Nurhan, Hacer, Sümeyye ve Nesibe’ye geniş ve güzel sabırlar dilerim. Halise’nin Yakın akrabalarına, arkadaşlarına, komşularına ve sevenlerine başsağlığı ve Rabbimden kendilerine geniş ve güzel sabırlar dilerim.
Ey Rabbimiz! Halise kulunu ve bizleri Adn Cennetlerinde ağırlayacağın kullarından eyle… Amin Vesselam.”
Hocamızın yengemiz (Makberdeki Gelin)le hasbihalinden bir kesit;
“MAKBERDEKİ GELİN
Makberdeki Gelin Rabbine gitti. Ey Gelin, Güle güle git. Mekânın cennet olur inşallah.
Sizden sonra ne yapıyorum?…
Bana çay yapmasını, yemek ısıtmasını ve bulaşık yıkamasını öğretmemiştiniz… Şimdi bunları öğrendim. Kalan işleri de ileride öğreneceğim… Siz merak etmeyiniz. Yavaş yavaş öğreneceğim.
Sizden sonra yavaş yavaş akrabalarımız birer birer evi terk ettiler, sonra komşular, onları takip eden dostlar, kız kardeşlerim, sonra kızlarım ve oğullarım terk ettiler, sadece yanımda bir yeğenim kaldı, benimle ilgilenen, yine de sen rahat uyu. Yalnız kalan ben ve evde tek başına ağlayan ben..
Şimdi herkes evinde yaşıyor. Yine de sen üzülme.
Yakında ben de geleceğim inşallah. Dünyamızda bize Allah tarafından verilen ömür sermayesi her gün biraz daha azalıyor ve gün gelecek bitecektir.
Ağlayan adamın ömrü uzun olmazmış diyorlar. Beklide bu söz doğrudur bilemem. Allah’tan hayırlısını dilerim.
Şimdi herkes evinde rahat rahat yaşıyor. Ben isem aldığım kitapların hala okumasını bitiremedim. İnşallah kalan O kitapları bitirebilirsem, ben de Ahiret yolcusu olacağım. Bu hususta vasiyetim var: Şayet Malatya da Ahiret yolculuğum başlarsa,-Malatya-Battalgazi merkez ilçesi-Uluköy- Budak Mezrasında ki Ebuzerler Mescidinin yakınlarında ki bir yere DEFN etsinler diye vasiyet ettim. Bunun bilinmesini de istiyorum. Çünkü Ecdadımın topraklarında yabancılık çekmem.
Ahirette buluşmak ümidiyle, rahat uyu… İnşallah hesabımız kolay olur.
Şunu da biliyorum ki bu satırları yazdığım için yine beni ayıplayacaklar, ama hiç önemli değil. Ne bilsinler, evde günümün hep ağlamakla geçtiğini. Tam 77 gün geçtiğini nereden bilecekler. Nerdeyse senenin dörtte biri- 4/1- geçmiş.
İlk günler kolay geçti fakat ondan sonraki günler giderek zorlaşıyor.
Şimdi; dertli ve yaralı Şairleri ve aynı zamanda talihsiz Âşıkları sanki daha iyi anlıyor gibiyim…
Haydi yolun açık olsun güzel gelin!… Güle güle güzel insan… Seni tanıyanlar bu sıfatı (güzel) hak ettiğini bilirler. Tanımayanlarda seni tanıyanlara sorabilirler…
Senden sonra bugüne kadar iki-üç kişi hariç, hiçbir akraba, komşu, arkadaş ve dost bizi evine davet etmiş değildir. Taziyen için gelen bu insanlar, bir daha uğramaz oldular. Bu satırları okuyan bazıları, Eminim rahatsız olacaklar ve yine de beni kınayacak ve suçlayacaklardır, niye böyle yazıyorsun diyerek. Kusura bakmasınlar, hiç de umurumda değil…
Bazen iş olsun diye beni sorar gibi olanlar veya dalgalarını geçmek için zaman zaman bir konuyu dile getirdiklerine şahit oluyorum. İşte benim durumum bundan ibaret. Sizi daha fazla rahatsız etmek istemem, bu nedenle satırlarıma son veriyorum.
Rabbim! Size de, Bize de, Anne-Babalarımıza da ve tüm Müslümanlara da Rahmet etmesini dilerim.
Ey Rabbimiz!… Bizleri Adn ve Firdevs Cennetlerinde ağırlayacağın kullarından eyle… Âmin
Vesselam…”
Hocamızın duası bir an önce sevdiklerine kavuşmakmış, Rabbim yolculuğunu mübarek kılsın…
Hocamızın diğer bir özelliği de hem bir hareket adamı hem de halk adamı yani onlar gibi yaşayan ve onların her derdine deva olmaya çalışan, halkın içinde sade bir Müslüman olmasıdır.
Hocamız 1980 sonrası oluşan bağımsız İslami yapılarla ilgili çok çaba gösterdiğine şahit olanlardan biriyim. Toplumlar da insanlar gibidir; doğar büyür-gelişirler ve bir gün onlarında eceli gelir ve ölürler. Birer fert olarak nasıl bir imtihan yaşıyorsak toplum-cemaat olarak da bir imtihan yaşıyoruz; bir gün geliyor ve toplumsal hayatımız nihayet buluyor. Hocamızla cemaatsel süreci yaşayan bir kardeşimiz; Hocamızın “hem şefkatine hem de celaletine şahit olduk”, demişti.
Hocamız iyi bir aile reisi hem aşiretinin iyi bir mensubu ve genel anlamda da İslam Ümmetinin yiğit bir evladıydı.
Toplumun sevincini paylaşan; düğün dernek faaliyetlerine iştirak eden, tasalı yani acılı günlerinde de; cenaze ve taziye merasimlerine gücü dâhilinde gerek şehir içi olsun gerekse şehir dışı olsun bizzat katılarak bu görevi ifa ederdi.
Ahmet Küçük kardeşimizin tespitiyle, Malatya’nın İslami bilinçlenmesinin son 50-60 yıllık dönemine katkıda bulunan birçok eser ve makale müelliflerinden; “Ezher âlimi merhum İsmail Hatip ERZEN, molla M. Said ERTÜRK, elli civarında eser kaleme alan alaylı mütefekkir Said ÇEKMEGİL, molla Mehmet ALPTEKİN gibi şahsiyetleri zikretmemek kesinlikle haksızlık olur. Ancak bu şehirdeki bütün bu birikimle billurlaşan İslâm düşüncesinin ete kemiğe bürünmüş haliyle merhum Ramazan KESKİN hocamız öne çıkanlardan biridir.”
Sonuç olarak üç gün önce Hakk’ın rahmetine kavuşan ve darul bekaya yolcu ettiğimiz Ramazan Hocamızı rahmetle anıyoruz. “Kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sadıklar-doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar? ” (Nisa suresi 69), Hocamız inşallah bu ayetin müjdesiyle nasiplenmiştir.
Merhum Hocamızın ailesine, aşiretine ve tüm Müslümanlara sabrı cemil diliyoruz, başımız sağ olsun. Selam ve dua ile…
Kaynak: farklı Bakış