”Uluslararası insan hakları örgütleri, kuruluşları, günümüzde dünyanın birçok ülkesinde insan haklarının çeşitli biçimlerde… “
Uluslararası insan hakları örgütleri, kuruluşları, günümüzde dünyanın birçok ülkesinde insan haklarının çeşitli biçimlerde çiğnenmekte olduğunu, somut örnekleriyle gözler önüne sermektedirler. Bu örgütler ve kuruluşlar, dünyamızın neresinde olursa olsun ve hangi gerekçeyle uygulanırsa uygulansın bir ülkede insan haklarının çiğnenmesinden ve bu arada işkence uygulamalarından o ülkenin hükümetini sorumlu tutmaktadırlar. Çünkü insan haklarını hiçe sayan, işkence uygulatan hükümetler, bu duruma yol açan iç ve dış etkenlerin bir eşgüdüm merkezi durumuna gelmektedirler. (21) Benjamin, Almancada Gewalt hem “şiddet” hem de “otorite” ya da “kurulmuş iktidar” anlamına gelir der.(Benzer bir bağlantı İngilizcede “yasayı dayatmak” deyiminde bulunabilir, bu da ikisinin kökeninde de yasayı -yasa ilk yaratıldığında ve sonrasında “uygulandığında”- belli bir şiddet olmadan düşünmenin mümkün olmadığını ima eder. (22) Adressiz Sorguların yazarı da: İşkence ve işkenceci otopsi masasına gene yatırılıyor; ama onu diğerlerinden ayıran asıl şey bu değil, odağına işkencede direnme konusunu yerleştirmesi. İşkencecileri direnme yoluyla yenemiyorsak, onları teşhir etmemiz ya da öfke ve nefretimizi dile getirmemiz neye yarar? Onları kendi karargâhlarında yenebiliyor, kullandıkları işkence yöntem ve araçlarını bir hiçe indirgeyebiliyor muyuz? Büyük zafere duyulan inancı ve umudu, işkence odasında da ayakta tutabiliyor muyuz? Mesele, devrimci insanın özünde var olması gereken kendine güven duygusunu, baş eğmezliği ve korkusuzluğu gösterebilmekti. İşte davamız bakımından asıl hayati önem taşıyan bunlardı.(23 )
Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nı bastırmada çalışmış bir Fransız işkenceci şöyle diyor; “Yapılması gereken, işkence yapılan adama ellerinizden kurtulamayacağı duygusunu vermek değildir. Adam o zaman sorar kendi kendine; ‘Hayatımı kurtarmayacaksa konuşmak niye?’ Bu durumda bir şey alabilmek imkansızdır. Tutuklunun ümit etmesi, bir şeyle ümit etmesi gerekiyor. Onu konuşturan ümittir, beklentileridir:’ (24) Yani; Hegemonyanın tecelli ettiği o eski ölümcül iktidarın yerini, “bedenlerin itinalı idaresi” ve “hayatın aritmetik hesaplan” almıştır. Disipliner iktidar insan bedenine işkence yapmak yerine, onu bir emirler ve yasaklar sistemine sokarak denetim altına alır. Hükümdarın iktidarı, bedenin ve ruhun en küçük köşelerine kadar nüfuz eden ve orada etkisini geliştiren ince müdahalelerden yoksundur. Foucault’nun “iktidarın mikrofiziği” acı ve ölüm yerine norm ve alışkanlık oluşturan, bir patlamayla kendini ortaya koymaktan ziyade “niteleyen, ölçen, biçen, derecelendiren” iktidar süreçlerini anlatır (25) Aracılığıyla elde edilen bilgi genellikle işe yaramaz olsa da işkence, devlet kontrolünü tatbik etmek adına, kitleleri korkuyla yıldırıp boyun eğdirmekte kullanılmıştır. Bu olgu, George Orwell’in ünlü kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ‘ün merkezî temasını oluşturur.
10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni kabul etti. Bu bildirgenin beşinci maddesi şöyle der: “Hiç kimse işkenceye maruz bırakılmamalı, kimseye zalimce, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele edilmemelidir”. O günden beri işkence kullanımının hukukî durumu, en önemli ikizi İşkenceye Karşı BM Konvansiyonu ve Cenevre Sözleşmeleri olan birkaç uluslararası anlaşma tarafından düzenlenmektedir. Yani: Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite Birleşmiş Milletler’in İşkenceye Karşı Komite’si. Haziran 1987 yılında göreve başladı. İnsanlığın binlerce yıllık özgürlük savaşlarından sonra, birçok ülke İşkenceyi yasakladı. Yönetim biçimleri değiştikçe işkence tekrar hortladı. İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin onaylanması işkence eylemini yeryüzünden silemedi. Tarih içinde süregelen işkence, yeryüzünün Doğusunda da Batısında da, Güney ve Kuzeyinde de uygulandı. Uygulanıyor ve belki uzun süre de uygulanacak. İnsan insanlığa layık rejimini kuruncaya dek … Niçin ve neden? Bugün, İşkenceyi yalnız düzenlerin bir sorunu saymak, genel doğrulan gösteren günün gerçekleri karşısında yanıltıcıdır. Her ülkede insanlar, her yönetim biçiminde işkence çekmişlerdir. Açıkçası, buyurgan demokrasisiyle yönetilen ülkede de işkence yapılır, halk demokrasisinin geçerli olduğu ülkede de zulümlerden zulüm beğendirilir. Yönetimi ne olursa olsun ve yöneticileri kim olursa olsun; Amerika’da da Sovyet Rusya’da da, İran’da da, Suudi Arabistan’da da, İngiltere’de de, Almanya’da da ve Fransa’da da işkence yapılır. İnsanlık, işkence denilen insanlık dışı suçlarına tümüyle ortaktır. (26) Örneğin Türkiye’de İşkence Suçunun Cezası Nedir? Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında 3 yıldan 12 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.(27) Deniliyor denmesine rağmen hala nasıl işkence yapılıyor diye de sorabilirsiniz… Hatta işkence yaptığı için ceza alanlar varken nasıl hala işkence yapılabilir diye de sorabilirsiniz… Bunu sormak için dava açanların onlarca yıl cezaya çarpıldığına da şahit olduk…
İşkence yaygın kanaatlerin tersine, işkence yapanların sadist ya da kötü insan oluşlarından kaynaklanan bir olgu değildir. İşkence, tarihte pek çok örnekte görüldüğü gibi özgürlükleri yok etmek isteyen politik rejimlerin karşıtlarına uyguladığı başlıca baskı araçlarından birisidir. Bu açıdan bakıldığında işkence bir başlangıç değil bir sonuçtur. İşkenceyi uygulayan işkenceci, işkence sürecinin son halkası olarak ortaya çıkmaktadır. Gücünü ve sorumluluğunu devletten almaktadır. İşkence üzerine araştırma yapan bir bilim adamı bu gerçcği şöyle dile getirmiştir: İşkencecinin, işkence kurbanının vücuduna yerleştirdiği elektrodlarda yada işkence kurbanına yaptığı iğnede önce devlet erki, devlet sorumluluğu vardır. İşkencenin bir kurum karakteri taşımasının temelinde önce bu gerçek yatmaktadır…. Rejim; karşıtlarının maddi ve manevi direncini kırarak onları bir daha rejime karşı aktif muhalefet yapmayacak duruma sokmak istemektedir. Genel hedeflerin bir diğeri ise başta işkenceye uğratılanların toplum içindeki yandaşları olmak üzere tüm topluma gözdağı vermektir. İşkence uygulamalarının yukarıda dile getirilen bu en genel amaçlarının gerçeklcşebilmesinden sorumlu olan ve işkenceyi bizzat uygulayan devlet görevlileri ile bunların yardımcılarına işkenceci denmektedir. İşkence uygulamaları yoluyla yukarıda sayılan genel amaçlara varılmak İstenirken daha başka somut amaçlar da hesaba katılmaktadır. Bu çoğu kez işkence kurbanından bir “itiraf’ almak, daha önceden hazırlanmış “Senaryo-itiraf’ın altına imza koydurmak olmaktadır. İşkence kurbanına birlikte çalıştığı arkadaşlarını, yakınlarını vb. suçlatrnak, bu yolla onlarıda tutuklayarak aynı mekanizma içinde ezmeye çalışmak, işkence kurbanına inançlarından vazgeçtiğini söyletmek işkence uygulamalarının en sık görülen somut hedefleri arasındadır. (28)
Sorgucular, işkencecilcr, gözaltına alınmış kişiye zaman zaman farklı muamele yapmaktadırlar. Bazı vaadlerde bulunulması, sorgucuların istemine uygun davranışların, sıcak bir içecek ya da sigara vb. ödüllendirilmesi farklı muamele biçimlerinin bazılarıdır. Sorgucuların, işkencecilerin bu davranışlarının amacı gözaltına alınmış kişiyi itaate özendirmek, kişinin baskılara alışmasını, baskılara uyum sağlamasını öncelemektir. Bununla birlikte, işkenceci, konuşturmak için sadece cellat yöntemine –yani bedensel ve psikolojik işkence yöntemlerine– başvurmaz. Cellat yönteminin bir tamamlayıcısı olan Papaz yöntemine de başvurur. Bu yöntemde, bazı işkenceciler “iyi insan”, “ilerici polis” pozlarına bürünerek sohbet, ikna, satın alma, vaatte bulunma, ayrıcalık verme gibi hile taktiklerini kullanırlar. Burada da amaç aynıdır: Kişiyi çözmek, onun ideallerine ve örgütüne ihanet etmesini sağlamak. (29 )
28 şubat soğuk sürecin gözaltı günlerinin bir gecesi, sabah namazı vakti idi… Epeyce elektrik şoku yemiş ve testisleri ezilmiş ve de burulmuş halde çırılçıplak birisi battaniye içinde oturtulduğum sandalyenin önüne bırakıldı, acıyla inlemeler ve su su feryatlarına dayanmak mümkünattan değildi… Kaç gündür burada olduğumu artık şaşırdığım ve sımsıkı gözbağımla birlikte göremediği bu manzara kim olursa olsun ne yapmışsa yapsın bir insana yapılabilecek bir şey değildi… Hani derler ya koyun can derdinde kasap et derdinde misali o ortamdan kaçmak için “memur bey” deyiverdim… “Ne var lan”, hışımlı fırçasından sonra tekrar ben “tuvalete gidebilir miyim” dedim. “Hayır” dedi sert bir şekilde ve “altına et” diye ekledi… Bende “hayır namaz kılmak için abdest alacağım” dedim… Ayak seslerinden tekrar döndüğünü hissettim, geldi ve gayet yumuşak bir sesle “Hocaaa, bak bunun daş…nı öyle bir ezdim ki artık çocuğu bile olmaz, birazdan sıra sende, aklını başına al, ifadeni temiz temiz ver, nasıl olsa her şeyi biliyoruz, ne bizi yor nede kendini ezdir dedi… Beni ensemden hışımla tutup kaldırdı ve döndürüp önüne itti… Haydi sana kıyağım olsun dedi, ama bana da dua etmek şartıyla haa diye de ekledi… Abdest almak için ellerimi yıkarken birden aklıma geldi; Şimdi benden dua isteyen bu cani biraz sonra evine gidecek ve hemcinsinin testisini ezerek burduğu elleriyle eşine ve çocuklarına nasıl dokunacaktı acaba… Daldırmışım, ellerimi yıkamak bir türlü bitmeyince, “hop hop abdest sadece el yıkamak mı beyefendi” diye gürledi… Son ses çalan radyonun “hey on beşli on beşli türküsü” eşliğinde abdestimi aldım… Volümü yüksek müzik eşliğinde duaları şaşırmadan bakalım 2 rekat namazı kaç seferde tamamlayacaktım…(31)
Her yıl 26 Haziran. “İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” Ülkemizde ve dünyada insan hakları savunucuları açısından özel ve önemli bir gün. Birleşmiş Milletler (BM) “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme” 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girmiştir. BM 1997 yılında bu günü “İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” olarak ilan etmiştir.
Aslında yılın 365 gününün “İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” olarak ilan etmek lazımdır… Sonuç olarak, sorun, işkenceyi teşhir etmek, onu hafifletmek ve suçluları cezalandırmak olamaz sadece. Çünkü zaten kapitalizm koşulları altında, hele Türkiye gibi siyasi özgürlüklerin işlemediği her ülkede, işkenceyi tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Ama buna karşılık, işkenceci bugünkü koşullarında da yenilebilir, işkencenin bütün fonksiyonları şu ya da bu ölçüde işlemez hale getirilebilir. Tabii eğer işkencede direnilirse, geniş ve sağlam bir direniş cephesi yaratılabilirse. İşte bu yazı, işkenceye karşı mücadelede çoğunlukla ihmal edilen bu yön üzerindeki yaklaşımımızı konu almaktadır. (32)- Çünkü İşkenceye yenik düşen kişi, bir daha asla dünyaya ısınamaz. Yıkımın utancı bir daha silinmez. Daha ilk darpla birlikte kısmen sarsılan, ama işkence altında nihayet tümüyle çöken dünyaya güven duygusu yeniden kazanılamaz. Hemcinsini insan-karşıtı olarak de neyimlemiş olmak, işkence mağdurunun içinde birikmiş bir dehşet olarak kalır: Bu dehşet, umut ilkesinin hüküm sürdüğü bir dünyayı görebilmesini engeller. İşkence görmüş insan, korkunun karşısında silahsız bırakılmıştır. Bundan böyle onun tepesinde kılıcını sallayacak olan korkudur. Korku ve bir de hınç denilen şey. Bunlar kalır ve bunların köpürerek arındıran bir intikam susuzluğunda güçlenmek gibi bir şansı yoktur. (33 )
İşkence, tarihin bilinen zamanından başlayarak çağımıza kadar gelmiş ve belki daha yıllar boyu sürecek bir gerçektir. İşkence yapılmıştır. Yapılmaktadır ve yapılacaktır. Ama işkence suçtur; İnsanlık dışı bir suç. Yasalar çerçevesinde suç sayılması (değil, insanlık suçu olması önemlidir). İnsanlık suçunun, öteki suçlar gibi süre aşımı yok. İnsanlık suçunun suçluları yıllar geçse de özel yargı organları önünde hesap verirler. Vermişlerdir.(34 ) İşkence insanlık suçudur ve insanlık suçunu bağışlamağa kimsenin yetkisi olamaz. (35 )
Baudrillard, Batı düşüncesi içerisinde görülmesi gerekene gözlük takıp bakmaktansa daha çok görülen şeylerin gözüne kıymık olarak batmayı tercih etmiş, (36) Bizde her yerde ve her zaman işkenceci bizden bile olsa “GÖZLERE KIYMIK OLARAK BATIRMAYI” tercih ederek insanlık onurundan yana olmalıyız… Çünkü “İşkenceyi durdurmak ancak onu kullananların bile kullanmaktan korkacakları bir karşı bilinç yaratmakla mümkündür”. (37)
D İ P N O T L A R :
NOT: https://tr.wikipedia.org/wiki/İşkence#İşkence_yöntemleri_ve_aletleri
21-Bülent Tarakçıoğlu iŞKENCE OLA YI-sh17 -belge yay-no 115-ist-1990-(Sh-17-Benjamin, “Critique of Violence,” s. 249-51)
22-Slavoj Zizek ŞİDDET-sh-sh-204 dipnot 17
23-Yaşar Ayaşlı-Adressiz Sorgular-sh-5/6-Yurt kitap-yayın-ist-
24-Franz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, sh. 225, İstanbul, 1985.
25-Byung Chul Han – Şiddetin Topolojis–sh-90
26-Güner Şamlı-iSKENCE-sh-16/17
27-(TCK m.94/1).29 Tem 2021-(Ek cümle:12/5/2022-7406/4 md.) Suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı beş yıldan az olamaz
28-Bülent Tarakçıoğlu iŞKENCE OLA YI -sh-22/23
29-Yaşar Ayaşlı-Adressiz Sorgular-sh-14
30-Yavuz ÖNEN- Hayatı sevdim- sh-131- dipnot yay. İstanbul 1. baskı 2020
31- Hasan E.Toro- Eskisi 28 Şubat,Tezesi COVİT-yayınlanmamış anılar./2020
32-Yaşar Ayaşlı-Adressiz Sorgular-sh-8
33-Jean Amery-A.g.e-sh-62
34-Hannah Arendt, Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs’te, çev. Özge Çe lik, İstanbul: Metis, 2009. –
35-Güner Şamlı-iSKENCE-sh-18
36-Ahmet Dağ-ölümcül şiddet: baudrillard’ın düşüncesi -sh-139-Külliyat(insan)yay.ist.2011
37-Taner Akçam-A.g.e.sh-83
Kaynak: farklın bakış