Kuruluşundan itibaren devletin temel tercihleri, karar ve politikaları, aradan geçen bunca zamana rağmen iktidarlar tarafından herhangi bir değişikliğe uğradı mı? Batı sistemine eklemlenmek üzere oluşturulan kurucu değerler (paradigma) farklı bir çizgiye evirilip yön değiştirdi mi? Devletin niteliğini belirleyen ana göstergelerde bir yenilenme, değişme oldu mu? Batı dışı toplumları sömürmek amacıyla küresel hegemonya tarafından elverişli bir araç olarak kullanılan ulus devletin kodları etkisizleştirilerek bağımsızlık yolunda ilerleme sağlandı mı?
İktidar adayı siyasal oluşumların değişimden ya da kurulu düzeni sürdürmekten yana olup olmadığı bunun gibi sorulara verecekleri cevaplarda saklıdır.
Her ne kadar ana metin anayasa olsa da devletin temel niteliğini belirleyen kurucu değerler ve kararlar anayasadan da önceliklidir. Çünkü anayasanın nasıl temellendirileceğini, ideolojik yapısını ve ruhunu onlar belirler. Türkiye’de bu misyonu, toplumun değerlerini yok sayan ve modern hayat tarzını dayatan “Devrim Yasaları” yerine getirdi.
Devrim yasalarının arka planında yer alan itici güç, Lozan Anlaşmasının öngördüğü hedef ve hükümlere göre kurulması planlanan ulus devlet ideolojisidir. Nitekim bu ideolojinin olmazsa olmaz yaklaşımına ve değerlerine göre alınan kararlarla devletin oluşturulduğu sır değildir. En kritik olan; Din, Eğitim-Öğretim, Hukuk, Halifelik, Ekonomi, Anayasa ve Güvenlik olduğundan önce her biriyle ilgili acil düzenlemeler ve önlemler hayata geçirildi:
Din/İslam dindışı anlayışa göre tanımlanarak belirleyici olmaktan çıkarıldı. Modern ulus devlet sisteminin kullanımına uygun bir hale getirilmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü kuruldu.
Yeni sistem dayatmayla kabul ettirileceğinden muhtemel ve beklenmeyen tepkilerle başedecek şekilde askeri sistem yenilendi.
Çoğulcu ve dine dayalı eğitime son verilerek modern seküler ideolojiyi dayatmayı hedefleyen modern eğitim benimsendi.
Hilafet kaldırılarak zaten irili ufaklı sömürgelere dönüştürülmüş olan Müslüman ülkelerle olan bağlar tümüyle kesildi.
Kısmen İslam Şeriatına dayalı yürürlükteki hukukun yeni düzenlemelerle yerini modern hukuka terk etmesi sağlandı.
İktisat Kongresinde alınan kararlara göre karma ekonomik model benimsendi.
Türk milliyetçiliğine dayalı ve seküler karakterli yeni anayasa ile devletin temelleri sil baştan yenilendi.
Bunlar; ilk yirmi beş yılda ülkeyi tek başına yöneten iktidarın sistemi oturtmak için yürürlüğe koyduğu devrim yasalarının özetidir. Ayrıca bağlantılı çeşitli konuları içeren başka birçok düzenleme de yürürlüğe konuldu.
Sistemi oturtmak ve geri adım atmayı önlemek üzere muhalefete göz açtırılmadı. Günümüzde de İhtiyaç duyulduğunda sürdürüldüğü gibi kitlesel katliamlar, idamlar ve diğer cezalarla muhalefet sindirildi.
Tüm bu gelişmeler, iki sonucu öne çıkardı:
Birincisi; sistem, küresel sömürgeci güçlerin desteği ve yönlendirmesiyle gücünü ve dayanıklılığını sürdürebildi. Paralel olarak; içeride toplumun önünü tıkamaya devam eden güçler de etkili biçimde varlığını sürdürdü. Bundan dolayı; Ulus Devlet, Din-Devlet ilişkileri, Tevhidi Tedrisat, Çarpık Hukuk Sistemi, Irkçılık, Ayrımcılık, Hak Gaspı, Adaletsizliğe Dayalı Ekonomi ve diğer alanlarda köklü ve toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak değişikliğe bugün olmuş gidilmesi mümkün olmadı.
İkincisi; seçimi kazanıp iş başına gelene kadar her konuyu çözeceğini vadeden iktidarların hiçbiri temel alanlara ait sorunları çözme güç ve iradesini ortaya koyamadı. Çünkü tümü kurulu düzenin kıskacında hareket etmeyi peşinen kabul etti. Kuruluş aşamasında tabi olmayı taahhüt ettikleri resmi ideolojiyi küçümseyenler oldu ve gerektiğinde kolaylıkla aşabileceklerini sandılar. Resmi taahhütlerin basit bir formaliteden ibaret olduğunu, aslında farklı düşünce ve inançlarını kolayca hayata geçirebileceklerini el altından verdikleri mesajlarla topluma ilettiler. İktidara geldiklerinde köklü değişikliklerle sistemi değiştireceklerini kimsenin engelleyemeyeceği beklentisi oluşturdular.
Ama şimdiye kadar en sağcısından en solcusuna, en İslamcısından en liberaline hiç biri bunu başaramadı. Üstelik savruldular, kimlik kaybına uğradılar, tanınmaz hale geldiler ve iddialarını kaybettiler, deyim yerindeyse mankurtlaştılar.
Kaynak: Farklı Bakış