Eğitim, bir gence ders kitaplarındaki bilgileri anlatıp belletmekle gerçekleşmiş olmuyordu. Bu, eğitimin başlama noktasıydı. Onlara karşı asıl görevse bundan sonra başlıyordu, Toplumun bizden beklediği kendi hassasiyetlerinin genç nesillere de aktarılması ve belletilmesiydi. Adı üstünde ‘millî eğitim’ bunu gerektiriyordu.
Toplumun tanınması, anlaşılması, gönlünde yatan aslanın, genç nesillerin gönüllerinde de taht kurması için çok önemliydi. Bunun gerçekleşmesi için de toplumla aynı telden çalmak, aynı havayı koklamak, aynı duyguları yaşamak, aynı hassasiyetleri paylaşmak gerekiyordu.
Bu bakımdan toplumun her kesimiyle iletişim kurarak çalışmak, sağlıklı ve başarılı bir eğitim faaliyeti için çok önemliydi. Bu fakir de bu hassas dengeye çok dikkat eder, her kesime ulaşmaya çalışır, büyük küçük ayırt etmeden toplumun her kesimiyle bağlantılı kalmaya özen gösterirdi.
Buradan, benim büyük idealler peşinde olduğum sonucu çıkmamalı. Yaptıklarım, tabii, hayatın akışı içinde kendiliğinden gelişen, herhangi bir iddia taşımadan sadece çeşitli kesimler arasındaki dengelere dikkat ederek yıkıcı değil yapıcı davranışlardı.
Topluma karşı bir öğretmen, daha genel bir ifadeyle de bir münevver olarak bazı sorumluluklarımın var olduğunun bilicindeydim. Çalışmalarımın ve davranışlarımın temeli de, hedefi de buydu. Bunun gerçekleştiğini gördükçe de mutlu oluyordum.