Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Yüzyılın Seçimi Mi?

Onlara sahip çıkma, onların yasal haklarını hiçbir pazarlığa tabi kılmadan onlara tevdi etmek, PKK´ye karşı birlik ve dirlik çağrısı olacaktı. Ama anlaşılan Ak Parti, zamanla içerisine girdiği, belki de girdirildiği milliyetçilik anaforunda olması gereken


Suruç dramının bir son olması temennisyle...
Bugün 23 Haziran 2018. Yüzyılın seçimi denilen oydaşmanın yapılacağı tarihten bir gün öncesi...
Daha gün doğmadı, sabah olmadı, yani 24 Haziran´a henüz girmedik. Sandıklar önümüze daha henüz konmadı. Tercihlerimiz belli, kime oy vereceğimiz de...
Ama artık bilinen bir gerçek ki her ne kadar bu seçim iktidar elitlerinin ve onun partneri konumunda bulunan milliyetçi bir partinin dediği ve dillendirdiği itibarıyla yüzyılın seçimi olacak. Aslında, sadece onların değil, onların karşısında muhalif olan çevrelerinde düşündüğü üzere bu seçim yüzyılın seçimi olacaktı, ama sonucu açısından bakıldığında bu yüzyılı kim sırtlayacaktı?
 
Ya da şöyle söyleyelim; Bunu Ak Parti´nin sırtladığı düşünülebilirdi. O da on altı yıllık bir tecrübeye bakarak. Ama onun birçok sağcı, liberal ve solcu, daha doğrusu sosyal demokrat partilerin uyguladığı bilnen yanlış politikalarına ve bunların karşısında görece de olsa umut olduğu düşünülen Milli Görüş´ün önünün kesildiği bir süreçte, ´mevcutlar içerisinde en iyisi´ kabilinden, onun gömleğini çıkardığı için dikkatle izlenen bir partiye tevdi edilen eski sistemin restorasyonu kabilinden olaya ve olguya bakıldığında, bu işi sırtlamanın son raddede sisteme yaradığı söylenebilirdi. 
Keza bunun için kâhin olmaya da hiç gerek yoktu haddizatında...
 
Bununla birlikte Ak Parti´nin iktidara gelişi, ya da bu görevin ona verilişi tümden yanlış mıydı? Makulat içerisinde düşünüldüğünde tabii ki de hayır! Sonuçta işler bir şekilde yürüyecekti. Yani yürütme mekenziması bir şekilde vücut bulacaktı.
O şartlar içerisinde en iyi alternatif Ak Parti idi sonuçta. Öyle de olmuştu.
Bunları geçtik...
Gerek eskiden kalma partilerin -buna MHP de dahildi- gerekse de süreç içerisinde kurulan partilerin yeni dönem için sözleri, vaatleri, icraatleri olacaktı.
Eskilerini biran sarf-ı nazar ettiğimizde, yeni dönemde eyleyeceği, yerine getireceği icraatler açısından en avantajlı parti Ak Parti idi...
Bundan dolayı gerek üzerine aldığı sistemin restorasyonu ve gerekse de elde tutulup 2023´lere ulaştırılması düşünülen Cumhuriyet´in bekası, aynı zamanda satır aralarında belirdiği üzere devleti yeniden tahkim etmekti...
Bu konuda araya girip şu tespitle bulunabilirdik; eski rejimin yanlış uygulamalarından bıkıp usanmış sessiz, ama ´ne gelirse şansıma´ diyen ´Muhafazakâr´ büyük çoğunluğun safdil duruşuna rağmen, bu sistemi onarma işinin, tamam ülkenin bütünlüğü için yapılıyor/du olsa da, öteden beri mevcut sistemle kan uyuşmazlığı bulunan başta İslâmcıları olmak üzere birçok çevreyi pek de tatmin etmiyordu.
Ama İslâmcıların büyük bir bölümünün zamanla muhafazakârlaşması, ya da bir müddet öyle görünmesi, öyle bir görüntü vermesi, gelinen süreçte tam tersi bir sonuç verebilecek bir noktaya erişmişti.
Ki bu bir hayali istek değil, aksine bir realiteydi...
Bu realite büyük oranda kendini, çoğunluğu açısından katıldığı ve desteklediği bilinen 12 Eylül referandumu sonrasında, Ak Parti´nin, özellikle de Erdoğan´ın şahsında somutlaştığı görülen otoriterleşme, eskiden olmadığı oranda devletleşmesi, kendisini kendi vatanında, öteden beri var olan rejimin şahsında bariz hale gelen yanlış politikalara karşı hak ve özgürlük mücadelesi veren İslamcı bir parti konumunda değerlendirmek yerine, adeta her tür haklı istek karşısında kendini devlet gibi ve hatta öyle görmesi sonucunu doğurmuştu.
Maalesef bunun yanında, gerek ´ne çıkarsa şahsıma´ diyen muhafazakâr kitle ve bununla birlikte devrimci ideallerinin aksine muhafazakârlaşıp havlu atan birçok İslamcının durumu, hem Müslümanların ve hem de bir İslam ülkesinde yaşamamamız saikiyle, Müslüman kadroların ´ivazsız ve hilafsız´ olarak devleti ve toplumu yöneteceğini, umut eden birçok toplumsal kesimin umudunun da kırılmış olduğunu görüyorduk...
12 Eylül sonrası, daha doğrusu güçlenmesine koşut olarak 2011´den sonra başlayan otoriterleşme eğiliminin, yine kendi tercihi olarak yanına aldığı, devletin en mahrem noktalarına kadar girmelerinin zeminini oluşturması sonucunda canavarlaşıp darbeciliğe soyunan bir cemaatin suç üstü yapılmasına koşut olarak işletilen ispiyonaj dönemi içerisinde oluşan mağduriyetlerin, hak sahiplerince dile getirmesinin dahi suç sayıldığı, nice mağduriyetlerin yaşandığı bir vasatın üzerinden daha iki yıl geçmemişti bile...
Tamam, suç başta kimin olursa olsun, devlete sızan, onu ele geçirme suretiyle toplumu teslim alma ve onu kendine esir etme hülyası taşıyan bir örgütün yanlışına binaen, elde vicdan gibi subjektif de olsa kapı gibi bir dayanak vardı. Keza adalet duygusu da için cabası olarak okunmayı hak ediyordu, ama ne dense buna hiç itibar edilmediği de ortadaydı...
Sadece dil ucuyla bir haksızlık olmuşsa düzeltiriz, ya da düzeltilmelidir söylemi pek işe yaramamıştı. Zira en yetkili şahıslar dahi, bu kriterleri pek uygulamaya sokmamışlardı. Hatta, kendi bakanları, millletvekilleri içerisinde oluşan bu mağduriyetlere işaret edenlere karşı dahi kör ve sağır kesilmişlerdi.
Bu manzara dışında, maddi açıdan olduğu söylenen kalkınma konusuna gelince, toplumu oluşturan insanların kahir ekseriyetinin ´işi bilen bir muhasabeci´ olmadığını düşündüğümüzde ve onların tamamına yakınının da sadece cebine giren, cebinden çıkan paranın durumuna vakıf olduğunu ve bunca kalkınma söylemine rağmen, yine arttığı söylenen maddi bütünlükten ciddi bir pay almadığını, hatta alamadığı düşünüldüğünde, bu kalkınmadan kaynaklanan maddi kaymak kimin cebine girmişti diye haklı bir soru sormayacak mıydık?
Her gün onlarca, yüzlerce esnafın kepenk kapattığı, diplomalı ve yaptığı işten dolayı devlete vergi verdiği bilinen birçok meslek sahibinin yaptığı işten alıkonulduğu (ör. doğum ebeleri) bir vasatta kim neye ve kime nasıl ve niçin güven duyacaktı?
Keza eğitimin dibe vurduğu, habire metropol bir şehrin gelişkin, koca ve nüfusu artan bir semtinde on bir civarında İmam-Hatip Lisesi ve ortaokulu açılması derde deva olabilecek miydi?
Yine keze üniversitelerin muhafazakâr aymazlıkla bilimsel eğitim yerine, felsefe derslerinin kaldırılmasını arzulayan, iktidara oy deposu olduğu bilinen birçok cemaatin, hiçbir doğru ve evrensel kriterin dikkate alınmadığı giderek eğitimsizlik yuvalarına dönüşme tehlikesine karşı iktidarın ciddi bir karşı çıkışı oluyor muydu, yoksa olmuyor muydu?
Kusura bakılmasın, ama bu kof anlayışlar kendine muhafazakâr bir iktidar ortamında yer bulabiliyordu. Halbuki, bırakın modern saiklerle kurulu bulunan bir devleti ve iktidarı, klasik dönemlerde var olan devletler dahi kendisinin ve toplumunun ilerlemesi ve gelişimi açısından bu türden kof yapıları deşifre edip tarihin tozlu sayfalarına, hem gelecekleri ve hem de insanlığın geleceği açısından olsa dahi gömerlerdi.
Ama iktidar bunca erk sahibi olmasına rağmen bu kof yapılara karşı yasallık içerisinde dahi ciddi bir şeyler ortaya koymamıştı. Zira birçok rektör o kof yapıların elemanları arasından seçilmişti. işin vahameti ortada idi zira...
Bunları anlatırken, eski rejimin onlarca yıl önce başlattığı ve günümüze kadar gelip yumurta misali kapı eşiğinde duran ´Kürt Sorunu´nun çözümü konusunda, en ciddi çabaların bu iktidar döneminde atılması gerekirdi.
Haklarını yememek gerek, ama bunca iyi niyetlerine, uğraşılarına rağmen, o da bir yanılsama sonucu, PKK´nın işi azıya alıp işi yokuşa sürme ve HDP´nin de ortaya koyduğu yanlış politikalara aynı zamanda kendini bir an devlet sanan ve o soruna bir müddet sonra üstten bakma eğilimine giren Ak Parti iktidarının çözümü belki de bir daha indirmemek, ya da indirilmemek şartıyla unuttuğu bir sorun olarak can yakmayacaktı belki, ama can sıkmaya devam edecekti.
Bunda karşılıklı inatlaşma ve retleşme varolmasına vardı, ama Ak Parti, PKK ve bağlaşığı olan güçlere rağmen, sonuçta kendi vatandaşı olan bir halkın kendi fıtratından kaynaklanan ve hak olarak ortada bulunan haklarını onlara tevdi etmeliydi.
Anlaşılan o da bu işi bir devlet ciddiyeti içerisinde değil de, ´sen böyle yaparsan, ben de böyle yaparım´cı bir mantıkla işin yokuşa sürülmesine sebep oluyordu.
Böyle bir akıl devlet aklı değildi. Zira o halk esasında yüzü sana dönük ve senin aslî vatandaşın konumunda idi...
Onlara sahip çıkma, onların yasal haklarını hiçbir pazarlığa tabi kılmadan onlara tevdi etmek, PKK´ye karşı birlik ve dirlik çağrısı olacaktı. Ama anlaşılan Ak Parti, zamanla içerisine girdiği, belki de girdirildiği milliyetçilik anaforunda olması gerekeni unutmuşa benziyordu...
İşte yanlışı ve doğrusuyla bir partinin on altı yıllık iktidar serencamı ve serüveninin muhafazakâr kitle açısından anlamı ve başta İslamcılar olmak üzere, çeşitli konularda mağdur edilmiş, sinmiş kitlelerin var olan mağduriyetlerinin gölgesinde 24 Haziran 2018´de yapılacak -hatta 25 Haziranla birlikte düşünüldüğünde yapılmış olan- ve adına "Cumhur´un İttifakı" denen oluşum içerisinde bulunan Ak Parti, MHP ve BBP´nin ipi göğüsleyeceği savlanan bir seçimin sonucunu, belki de 2023´e varmadan, ülkenin ´yeniden´ selameti, geleceği ve bu süreçte muhafazakâr kesimlerce alabildiğine yıpratılan İslâm´ın imajının kurtarılacağı bir vasatı işaret ettiğini, hayalden gerçeğe çok rahatlıkla söyleyebilirdik...
MHP´de dahil olmak üzere eski rejimin kalıntısı hükmünde bulunan ve rejimin bekasını aslında Ak Parti kadar isteyen ve önceleyen tüm partilerin dikkate alındığı kadar ciddiye almadığımımızı söyleyebilirdik.
Bununla birlikte değişim umuduyla bu milletin umudu olan Ak Parti´nin de umut olmaktan çıktığını, giderek kendini rejim ile özdeş kıldığını, bunun da rejim açısından neyse de, Müslüman toplum açısından pek de hayır-hah olmayabileceğini söyleyebilirdik. 
Kısacası yüzyılın seçimi sonuçları itibarıyla bizleri ya güldürecek ya da üzecekti..
Gülmek ve üzülmek, bunlar geçici şeylerdi aslında. Esas olan ise her ne adına olursa olsun, kimin canı yanarsa yansın, hiçbir dünyevi güce ve saltanata iltifat etmeden ve prim vermeden hakkı savunmaktı.
Bir de, herkes tercihinin ya yaşayanı ya da yaşayamazı olurdu.
Umut edilirdi ki Müslümanlar kendi tercihlerinin yaşayanı olsunlardı.
Bakıp görecektik yüzyılın sınavı nasıl geçecekti?
Bu seçim, şimdiden artıları ve eksileriyle hayrımıza olsun deriz...

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR