Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Ulusalcılık/milliyetçilik “tiyatrosu” Kürt gerçeği ve partilerin tutumu…

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


Batılı adlandırmayla söylersek “nasyonalizm’den”, yani ulusalcılık akımından arzulanan temel şeyin, imparatorluklar devrinin kapanması, onun yerine, ekonomiden, kültüre, oradan din anlayışına ve birçok alanda kapitalizm ve onun benzeri modern sistemlerin ikame edilmesi idi.

Bu akımın Fransız ihtilâlinin “dünyaya –kalıcı- bir hediyesi(!)” olduğu düşünüldüğünde, bu işin, yani kapitalizmin Avrupa'dan yayılması isteğine bakıldığında, onun karşısında olduğu düşünülen Avusturya-Macaristan imparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğunun toprak bütünlüğü ortadan kaldırılacak, oralar ülke, ülke, hatta bölge, bölge parçalara ayrılacak ve sözde “her ulusun kendi kaderini tayin hakkı” adı altında yeni bir yapılanmaya gidilecek idi.

Bu istek büyük oranda gerçekleştirildi. Önce Avusturya-Macaristan toprakları bölündü; ondan kopa(r-t-ıla)n birçok ülkede kapitalizme ayarlı devletler, devletçikler oluşturuldu.

Diğer yanda ise, Kafkasya’dan Ortadoğu’ya; İran hududundan ta Balkanlara kadar koca bir toprak parçasında, başta Hıristiyan halkların ayartılması sonucu milliyetçilik akımı, oralardan yol almak üzere Anadolu’yu ve giderek Tüm Ortadoğu'yu kendi esareti altına aldı.

Bu akımın en sert ve trajik kısmı ise, İttihatçı kadronun marifetiyle Arap halklarının şahsında kendini gösterirken, beri yanda “en sadık halklardan biri olan” Kürtlerin ve peşi sıra Anadolu Türkünün şahsında göstermişti.

Sözde, ulusalcılık belası sonrasında “elde kalan” ve Osmanlıyı oluşturan “Müslüman” halkların Osmanlı kimliği içerisinde kalıp yaşamasını temin için oluşturulduğu savlanan İTC’nin, giderek Batıcı/Türkçü-ulusalcı bir çizgiye kayması ve onun üzerinden yürüme düşünce ve pratiğine bakıldığında, burada en büyük eza ve sıkıntıyı Kürtlerin çektiği çok rahatlıkla söylenebilir.

İTC’den ve Osmanlının “mukadder yıkımı” sonrasında “devlet kuran parti” olarak ünlenen ve İTC’nin, adeta ruh ikizi olan CHP’nin, ondan devraldığı ulusalcı/tekçi politikaları, fiili olarak 1950’lere kadar, zihniyet planda da bugüne dek sürdürdüğü bilinmektedir.

Bunlar bilinen şeyler…

Bir de aslı ve mahiyeti dar bir çevrede bilindiği halde, geniş halk yığınları tarafından pek bilinmeyen bir şey daha var ki, o da, ulusalcılık ile milliyetçiliğin “oluşturulan algıya binaen” birbirinden ayrıymış gibi olduğu savı…

Zihinsel planda devam eden CHP’nin ulusalcılık dürtüleri ile birçok ulusalcı ve milliyetçi çevrelerinde etkileri sonucu, AK Parti iktidarının 2010’lu yıllarda Kürt sorununun çözümüne ve onlardan gasp edilmiş tüm hakların hak sahibi olan Kürtlere tevdiini amaçlayan “çözüm sürecinin” bu etkin güçler tarafından sabote edilmesi sonucu, Kürt sorunun tekrardan bir çözümsüzlüğe mahkûm edildi.

Bu zihinsel “gayretin” ulusalcılığı kendine yakıştıran çeşitli parti, çevre, kurum ve şahısların ortaya koyduğu çabalar neticesinde bugünlerde kıymete bindiği görülmektedir. Önce, açılım politikalarına, salt ulusalcı zihin yapısıyla karşı çıkan CHP’nin, o da Kılıçdaroğlu'nun, şahsi gayretleriyle mayıs 2023’te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi arefesinde, Kürt sorununun çözümüne yönelik politik çıkışları oldu. Ama o şahsi ve partisel gayret ve politikalar, alabildiğine alenileştirilmesine rağmen bir işe yaramadı. Yaramadığı gibi, o politikaların faturası Kılıçdaroğlu'na kesildi.

Bu konuları ele aldığı için CHP dışında, onun kadar olmasa da, belli bir zarara uğrayan partinin AK Parti olduğunu söylemekle birlikte, en kârlı partinin de, şimdi AK Parti ile iktidar ortaklığı yapan ve kendini “milliyetçilik içre” ısrarla hem “devletin kurucu ilkelerine bağlılığını” belirten ve hem de halkın dınî değerlerine yönelik saygıyı da elden bırakmayan MHP oldu.

Şimdilik “en kârlı parti olan” MHP’nin milliyetçiliğine karşı, onun içerisinden çıkmış, ya da “birileri tarafından” adeta ayartılıp çıkarılmış bulunan İYİ Parti’nin kurucularının bizzat kendi söylemleri gereği “merkez sağ parti” olacakları yerde, sanki CHP “ulusalcılıktan feragat etti” diye onun yerine ulusalcılık tahtına oturması, birçok tartışmayı da beraberinde getirdi.

Onun yerleşmesi düşünülen merkez sağda değil de, liderinin şahsında, o da aslında zihinsel arkaplanda sağcı olup hasbelkader CHP’den İBB’ye başkan seçilen İmamoğlu ile birlikte hareket etmesi, aslında İYİ Parti’nin, ibreyi merkez sağdan ulusalcılığa doğru kaydırdığını göstermekteydi.

Onun, MHP’den kopup ayrıldığında, henüz ne yapacağı pek net değilken, ona iltifat etmeyen ve birçoğu geçmişteki sağcı partilerde siyaset yapan ve bir kısmı da var olan iktidarlarda bakan ve bürokrat olan “Kürt” zevatın, öyle anlaşılıyor ki, “geçmişteki icraatlarından dolayı” AK Parti’de belli bir yer edinemeyecekleri, ya da ikili oynayacakları anlaşılınca partiye yanaştırılmayacağını düşünenlerin önemli bir bölümü kapağı İYİ Parti’ye atmışlardı.

İYİ Parti yola çıktığında adeta bir daha MHP’nin, milliyetçileri temsil etmesinin pek de mümkün olmayacağı öngörülmüştü.

Buna inandırılan, birçoğu da partide önemli görevler ifa eden partililerin önemli bir kısmının CHP ile birlikte hareket edilmesine karşı oluşları, bir kısmının çeşitli sebeplerden ötürü İmamoğlu’na verilen desteğe karşı çıkmaları, yine önemli bir kısmının parti içi politikaların yanlışlarından ötürü, bir kısmının da, son günlerde tartışma konusu olan Şeyh Said(ra.) üzerinden onun “vatan hainliği”ne vurgu yapılarak, Kürtlerin incindiğinden dolayı partiden istifa ettikleri görülmektedir.

Bu ülkede “milliyetçiliği, birçok alandan ziyade siyasi alanda MHP’den başka bir parti temsil edebilir mi, edemez mi?” gibi sorulara bizim bir cevap vermemiz, kendi durduğumuz nokta ve ideolojimiz/dünya görüşümüz(İslamcılık) açısından bir hakikat içermeyecektir. Onun cevabını, onları vermesi daha uygun ve şık olur.

Bununla birlikte, “değişmeyen tek şey değişimdir, su bardakta durduğu gibi kalmaz” fehvası gereğince, birçok kurumda ve yapılan değişimin olacağı, olabileceği düşünüldüğünce, bu değişimin MHP’de de olabileceği akla gelmeli…

Belki de akla geldiği için,  o da birçok saik içre, oradan bir parti çıkmış oldu. Ama “o partinin, aslı kadar(MHP) bir işe yarayıp yaramayacağı mes’elesi ise zaman içerisinde kendini gösterecektir.” Diye düşünürken, daha birkaç yılını doldurmadan o partinin çatırdadığını görmekteyiz.

Bu çatırdamanın bir kısmının milliyetçi söylemden uzaklaşılıp tam da netleşmeyen CHP taklidi bir ulusalcılığa meyletmesi sonucu ontolojik,  bir kısmının “kendine partide uygun bir yer ve makam bulamaması” düşüncesi ve bir kısmın da, Kürt siyasasında kendine yer bulamadığı gibi AK Parti'de de yer bulamayan sağcı Kürt zevatın ideolojik farklılığı” gibi gerekçelerle bir bağlantısı vardı.

İlk günlerinde ortaya koyduğu politikalara bakıldığında “en büyük Kürt partisi” unvanını hak eden AK Parti’nin,   HDP’nin(DEM Parti) henüz Kürt halkının nazarında ciddi bir yer edinmediği ve iktidar partisinin elde bulundurduğu devletin imkânlarının devreye sokulmasıyla Kürt sorunun çözüleceği söz konusu iken, başta CHP’nin, MHP’nin, birkaç küçük çaplı sağcı parti ile “o ne güzel işler yapsa dahi” ona düşmanlığı kalıcı politika haline getiren birçok sol çevrenin manipülasyonu sonucunda Kürt sorunu rafa kalkmış oldu.

Aynen, onu takip eden süreçte de, AK Parti'nin meclis çoğunluğunu yitirdiğinde ise, onunla birlikte hükümete ortak olma şansı oluşan ve bu yolla da Kürt sorununun çözümüne resmen katkı sunması arzulanan HDP’nin(DEM PARTİ) de, Öcalan faktörüne rağmen, o da, “birilerinin oyununa gelip” Kandil’i aşamaması neticesinde Kürt sorununun olası çözümü rafa kaldırılmış oldu.

Kürt sorununu rafa kaldırmaya yönelik bu iki “gayret” bir tesadüfe mi dayanıyordu; sorgulamak gerekir.

AK Parti’nin konu ile ilgili olarak kendini giderek devletin yerine koymasına koşut olarak, devletin kendi ontolojisi gereği adeta halktan esirgediği bir mantık içre, birçok alanda olduğu gibi Kürt sorunu konusunda da devletleşme eğilimi beraberinde çözümsüzlüğü de getirmiş oldu.

Bunun elbette Kürt seçmen nezdinde bir karşılığın da olacaktı. Ona bir fatura kesilecekti.

Bu fatura ilk olarak 2019 yerel seçimlerinde, CHP’nin adeta “kapı, kapı dolaşarak” kendini gerek Kürt seçmene ve gerekse de, bir önceki seçimde önemli oranda AK Parti’ye oy vermiş bulunan halkın önemli bir kısmının etkilemiş oldu.

Beri yanda; HDP’nin(yeni ismiyle DEM PARTİ) yapılan yerel seçimlerde bölgede elde tuttuğu belediyeleri (yerlerine kayyım atanması durumuna rağmen) kazanmalarına koşut olarak bölgede kendini güçlendirmesinde göstermiş oluyordu. Ama bununla birlikte, DEM PARTİ’nin, Kürtlerin büyük oranda kendisinden istediği, talep ettiği haklar konusunda ciddi bir şeyler yapmadığı da ortada.

O, görülebildiği kadarıyla bölgede belediyeler nezdinde güçlü ve başarılı görünmek istemekle birlikte, kendisi gibi seküler, laik e ulusalcı CHP’nin bölgede bir izdüşümü olarak görüldüğü sürece, Kürt halkının büyük oranda oyunu alacak olsa da, haklar konusunda pek de ısrarcı davranmamaktadır. Keza, CB seçimlerinde CHP’ye verdiği destek kim ne derse desin buna işaret etmektedir.

Ülke genelinde değil de, bölgede DEM PARTİ’nin rakibi olarak duran AK Parti, yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “altılı masa” + HDP vb. karşısında,  MHP ve BBP gibi “milliyetçi” partiler ile birlikte HÜDA PAR ve YRP gibi “İslamcı” DSP gibi “demokratik sol” bir parti ile seçim ittifakı yapmış oldu.

AK Parti, bu seçimden güçlü çıktı, ama daha önceleri, önlerinde devasa engellere rağmen çözüm süreci bağlamında ele aldığı Kürt sorununu, o da “içerisinde bulunduğu ittifak dolayıyla” rafa kaldırmış oldu.

CHP için değişim alanında bir şans olarak düşünülecek olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun gözle görülür bunca atraksiyonuna rağmen, parti içinde bulunan ulusalcı kanadın darbesi sonucu parti genel başkanlığını bırakmak zorunda kalması, parti'nin, Kürt sorununun çözümüne yönelik çabalarının da “şimdilik kaydıyla” bir nevi sona erdi(rildi)ği anlamına gelir.

Son günlerde, Kemalizm’inn bagajında bulunup, onlarca yıldır hesabı bir türlü sorulamayan birçok acı olaydan biri olan Şeyh Said(ra.)’in idamı üzerinden ona sahip çıkan çevrelere yönelik “vatan hainliğine” varan sözlü saldırılara bakıldığında, Kürt sorununun pek de bir çözüme kavuş(turul)mayacağını öngörüyor insan. 

Ve’l-hasılı kelâm, sorun da bu noktada düğümleniyor.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR