Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Hasan POSTACI


Tevhidi/Devrimci İslami Mücadelede Türkiye Sürecinin Şekillenişi Ve İik Deneyimler

Temelde İslam´ın tevhit esasına dayanan paradigmasının doğal bir çıkarımı olarak hareket yönteminin de tevhidi nitelikte olmasını zorunlu kılar.


1980 askeri darbe öncesi dönemin genel iklimini oluşturan Müslüman aydınların dışında Tevhit ve Hicret dergilerini çıkaran ve aralarında Selahaddin Eş, Ali Bulaç gibi isimlerin de bulunduğu üniversiteli genç Müslümanlar 80 sonrası süreci de etkileyecek vahiy merkezli İslami yaklaşımları ile yeni heyecanlı, idealist, geleneğe ve çağdaş dünyaya karşıda protest bir çıkışın ilk çığlıklarını yazılarına taşıdılar.

Metin Yüksel´in sembol haline gelen Türk milliyetçileri tarafından şehit edilmesi İslami mücadele ve düşüncenin de tevhit merkezli arınmasını, derinleşmesini de beraberinde getirdi. Tevhit ve Hicret dergileri de bir bakıma bu yeni uyanış ve arınmanın ilk sözcülerini oluşturuyordu.

Tevhidi mücadele oluşumunun arınma süreci üç temel alanda kendini görünür kılıyordu. İlki Türk milliyetçiliği üzerinden arınma idi. Düşünsel ve tarihsel bağlamda ırkçılığın, milliyetçiliğin tüm versiyonları peygamberin tevhidi mücadele örnekliğinde ve Kur´an´ın temel esasları çerçevesinde mahkûm ediliyordu. İkinci olarak geleneksel İslami anlayışların eleştirisi her boyutta yapılıyordu. Mezhepsel taassuplar, tasavvufla gelen mistisizm ve İslam dışı tüm ritüel ve forumlar, geleneğin hayatın diğer tüm boyutlarını önemsizleştirerek dini sadece ibadet ve bireysel yaşama indirgeyen apolitik duruşu, içtihat kapılarının kapatılması retoriği ile donuklaştırılan fıkıh anlayışı açık ve net yaklaşım ve analizlerle eleştiriliyordu. Üçüncü olarak resmi sistem ve çağdaş ideolojilerin İslami düşünce bağlamında eleştirileri yapılıyordu. Bu durum beraberinde yaşamın birçok alanında yeni sorgulamaları, duruş, tavır, söylemleri beraberinde getiriyordu. Tüm bu açılımların temelinde Afgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Mehmet Akif, Hasan el Benna, Seyyid Kutub, Muhammed Kutub, Hasan en Nedvi, Mevdudi, Ali Şeriati, Muhammed Bakr Es Sadr, Mutahhari, Beheşti, Kerim Sıddıki, Said Havva, Fethi Yeken, Yusuf El Karadavi gibi Müslüman düşünce ve mücadele öncülerinin eserleri ile buluşmanın önemli etkileri vardı.

İran İslam Devrimi ve Afganistan Cihat Hareketi motivasyonları ile de şekillenen Tevhidi İslami mücadele anlayışının süreci 28 Şubat postmodern darbe dönemine kadar sürdü. 28 Şubat süreci sonrası yeni bir döneme girildi. Bu sürecin ana dinamiğini ise Ak Parti döneminin şekillendirdiğini söyleyebiliriz.

80 darbesi birçok açıdan Türkiye Tevhidi/Yenilikçi İslami Mücadele serüveninde niteliksel dönüşüm ve değişimleri beraberinde getirdi. Sistemle uzlaşmış apolitik geleneksel Sünni ve muhafazakâr milliyetçi/Osmanlıcı yapılarla radikal kopuşların başladığı bu yeni süreci 28 Şubat darbesi ve sonrası olmak üzere iki ayrı dönem olarak incelenmesi gerekir.

Üniversite merkezli örgütlenmelerin taşraya kitabevi ve çayevleri etrafında şekillenen birliktelikler ve küçük grupçukların düşünsel mecraları aynı iklimde ve geniş bir ortak paydada şekillenişlerini gözlemledik bu süreçte. Silahlı çatışmadan, dergi çıkarma deneyimlerine, illegal yer altı örgütlenmelerinden, yurt dışı silahlı ve ilmi, düşünsel eğitim programlarına kadar çok önemli deneyimlerin yaşandığı bu sürecin zihinsel haritasının köşe taşlarını, süreç içerisindeki zaafiyetlerini, vahiy merkezli yeni bir kimlik inşasının sancılarını, yetersizliklerin ürettiği travmatik devrimci İslami kuşakların bunalımları ile yaşanan büyük kayıpların ve aynı zamanda kazanımların adayış iklimindeki acı ve bunalım dolu yaşamların, başörtüsü, Filistin sorunu, Çeçen cihadı, Bosna cihadı, Kürt sorunu ile sınavın başarısızlığı üzerine gelen PKK ile silahlı çatışma, İslami gruplar arası silahlı hesaplaşmalar, siyasi suikast ve militarist silahlı operasyonlardan kitlesel eylemlere kadar uzanan dramatik hikâyelerinin ardından gelen iktidarla yaşanan son 15 yıllık sürecin ana düşünsel ve aksiyoner dinamiklerin analizlerini derinlikli bir zeminde yapmak geleceğe dönük önemli bir sinerji oluşturacaktır. Bu bağlamda sürecin olay ve kronoloji boyutunda analizleri yerine paradigmal derinliklerini anlamaya çalışmanın daha önemli olduğunun da altını çizmek gerekir.

YÖNTEM SORUNU

1980 askeri darbe sonrası tüm siyasi partilerin, sendika ve derneklerin, gazete ve dergilerin kapatılması ve tüm yöneticilerinin tutuklanması, siyasal mücadelede yeni köklü değişimleri beraberinde getirdi. Partili mücadeleyi seçen Erbakan liderliğindeki MSP´nin (Milli Selamet Partisi) kapatılması ile beraber özellikle MTTB ile örgütlenmeleri ve gençlik yapılanması olan Akıncılar derneklerinde çalışma yürüten yapılanmaların büyük bir bölümü il ilçe bazında yerel ilişkilerini sürdürdüler. Yaşanan süreç doğal olarak köklü sorgulamaları beraberinde getirdi. Sistem, toplum, devlet, cemaat/örgütlü mücadele vb. tanım ve algılarında özellikle İhvan Hareketi, Cemaati İslami hareketi, Afgan cihadı ve İran İslam devriminin öncü düşünür, alim ve aydınlarının tercüme eserlerinin etkisiyle her boyutta ve alanda önemli değişimler yaşandı.

Bu bağlamda sistem ve devletin ideolojik yapısının itikadi olarak İslami olmadığı, toplumun İslam dininin tevhidi nitelikleri ve esasları taşıyan bir İslami bilinç ve iman üzere olmadığı, bir şirk ve cahiliye toplumu olduğu önermelerinden yola çıkılarak ?açık tebliğ/davet-gizli/illegal örgütlenme´ olarak formülüze edilebilecek bir yöntem anlayışı ortaya çıktı. Bu bağlamda son peygamber nasıl bir şirk ve cahiliye toplumu ile muhatap olmuşsa günümüz toplumda aynı nitelik ve özelliklere sahip olduğu gerçekliği üzerinden peygamberin mücadele yöntemi aynen benimsenmeliydi. Bu bağlamda Mekke- Medine dönemi ayrımı yapılarak bu toplumda da Mekke dönemi koşullarının geçerli olduğu temel stratejisi üzerinden hareket edilmeliydi.

Devlet ve sistem tanımlamalarının kavramsal çerçevesi vahiy merkezli oluşturulmaya çalışıldı. Bu bağlamda Seyyid Kutub´un ?Cahiliye´ tanımlaması ve daha derinlikli olarak Ali Şeriati´nin Kur´an merkezli açılımını yaptığı Firavun-Karun-Belam aforizması mücadelede yöntem anlayışının önemli kuramları arasında yerini aldı. Bu bakış açısı, doğal olarak mücadelede radikal bir duruşu beraberinde getiriyordu. Partili mücadele bir sapma ve şirk yöntemi olarak mahkûm edilirken, oy verme de bir ef´al-i Küfür olarak tanımlanıyordu. Sistemin resmi birer kurumu olan Diyanet İşleri ve camiler ve buralarda görev yapanlar temelde sistemin ?Belam´ fonksiyonunu icra ediyorlardı. Bu nedenle çiçekten-böcekten bahsedilen hutbeleriyle içi boşaltılan Cuma ve Bayram namazları kılmakta caiz değildi. Cuma namazı kılmamak sisteme karşı duruşun sembol davranışı haline geldi.

Devletin kurumlarında görev yapmak, tüm memuriyetler, özellikle silahlı tüm birimlerin yanında, milletvekilliği, üst düzey yöneticilikler, hâkimlik, savcılık vb. sistem adına silah kullanan ve hüküm koyan mercilerin tamamı küfür ve şirk düzenini yaşatan, ayakta tutan görev sorumluluk alanları olarak tanımlanıyordu. Allah´ın adının anılmadan kesilen hayvanların etini yemek de asla caiz olamazdı.

İl-ilçe bazında ortaya çıkan çoğu kez kendini bir kitabevi ve çay ocağı çevresinde görünür kılan irili ufaklı bu İslami yapılanmaların birbirleri ile etkileşimleri dolaylı olarak başata İstanbul olmak üzere büyük kentlerde bulunan üniversitelerdeki mensupları üzerinden gerçekleşiyordu. Bu sürecin düşünsel oluşumu ise dergilerdeki tartışmalar üzerinden şekilleniyordu. Mavera, Aylık Dergi, Girişim, İktibas, Umran, Bilgi ve Hikmet, Dünya ve İslam,  Tevhid, İslam, Mektup, Ribat, İnsan, Kelime, Endişe, Şehadet, Hira, Vahdet, Haksöz, Değişim, Yeni Zemin, İslami Araştırmalar, İslamiyat gibi dergiler ilk akla gelen dergiler arasındaydı. Dergiler İslami düşüncenin gelişimi, sanat, Kültür, Edebiyat arayışları dışında aksiyon ve toplumsal duruşu özne haline getirme gibi bir misyon üstleniyorlardı. Bu bağlamda kitlesel bir propaganda/tebliğ aracıydı İslami dergiler. Günümüze kadar devam eden süreç içerisinde istisnalar hariç dergiler çoğu kez bir grubun propaganda bültenine dönüşmekten kendilerini kurtaramadıklarını da bir olumsuzluk olarak not etmek gerekir.

İçe dönük örgütlenme de ise yöntem olarak geleneğin dışında, büyük oranda sol örgütlenmelerden etkilenmiş pratikler ortaya çıktı. Genelde örgütsel yapının/cemaatin yönetimi bir şura meclisi tarafından yürütülüyordu. Bu şura meclisinin kimi istisnalar hariç kendi içinde bir önderi/imamı/abisi vardı. Örgütsel organik ilişki biat(ahitleşme) etme üzerinden gerçekleşiyordu. Biat kültürü peygamberin akabe biatleri diye bilinen Medine´den gelen kişilerle ahitleşmesinden alıyordu meşruiyetini. Biatleşmek kişiye aynı anlamda hem siyasi hem de itikadi bir sorumluluk yüklüyordu. Biatine ihanet etmek ucu infazlara varan önemli bedeller ödemeyi beraberinde getiriyordu. İslami yapıya giriş belli bir eğitim/tebliğ süreci sonrasında kendiliğinden gelişen gönüllü bir süreç iken, yapının mahremiyetleri ve üstlenilen sorumluluklarla beraber organik, katı örgütlü bir bağa dönüşüyordu. Bu durum kemiyet olarak büyüyen yapılarda sonradan kendi içinde travmatik sonuçlar üretecekti.

Yapının örgütsel algoritmasını belli bir büyüme seviyesine kadar piramitsel bir düzen olarak şekilleniyordu. İl ve ilçe sınırlarını aşıp ülke veya dünyanın kimi coğrafyalarına kadar yayılan yapılarda bu piramitsel yapı düzeni bozuluyordu.

İçerik olarak kimi yapılarda bağımsız ve ayrı programların uygulandığı sosyolojik gruplar vardı. Esnaflar, kadın çalışmaları, üniversite örgütlenmesi, yerel öğrenci (ortaokul, lise) çalışmaları, memur çalışmaları gibi alt örgütlenmeler üzerinden programlar yürütülüyordu. Niceliksel büyüme arttıkça bu ana gruplar daha alt gruplara bölünüyordu. Örneğin memur çalışmaları, öğretmen grubu, adliye grubu, sağlık grubu, işçi grubu vb. bu gruplar içindeki kişi ve çalışmalar bir illegalite, gizlilik içinde yürütülüyordu. Kişiler aynı yapının mensubu olduklarını kitabevi, çay ocağı veya konferans, piknik vb. etkinliklerde karşılaştıkları için biliyorlardı ancak kimin hangi çalışmada ve sorumlulukta olduğu bir mahremiyet konusuydu. Bu konuları kurcalamak ta hoş karşılanmazdı.

Yapılanmalarda uygulanan eğitim programlarının temel esin kaynağı İhvan hareketinin eğitimde başucu kitabı olan Fi Afaki Talim kitabıydı. Ayrıntılarda kimi farklılıklar görülse de temel de bu eserden yararlanılıyordu. İçerik olarak temel Kur´an ve Siyer bilgisinin yanında, mücadele ve fedakârlık ruhunu besleyen, örgütsel terbiye ve bağlılığı disiplinsize eden konular işleniyordu. Kâfurun suresi, Maide 144-150 arası, Bakara 154-157 arası, tövbe 23-24, 111, Nisa 159-160, Ankebut 69, Fussilet 33, Yusuf-40 vb. ayetler ezberletilerek mücadele, şahadet, itaat, tevhit, fedakârlık, örgütsel kardeşlik ve bağlılık, İslam devrimi ve sonrası kurulacak sosyal adaletin tüm yeryüzüne hâkim olduğu dünya ideali ve özlemi, infak, dünya malı, makam, cinsellik vb. şeylere karşı nefis terbiyesi, sabır, tevazu, cesaret, öncü olma, hoşgörü üzerinden örnek kişilik oluşturma, peygamberin yaşamından ve Kur´an kıssalarında da bunu besleyecek olaylar öne çıkarılarak güçlü bir sosyopolitik mücadele ruhu inşa edilmeye çalışılıyordu.

Ekonomi ve kaynak sorunu tüm illegal yapılanmaların önemli alanlarından biridir. Bu alanda yöntem ise başlangıçta kişisel fedakârlıklar üzerinden, aidatlar, zekât ve infaklar üzerinden gelişiyordu. Sonraları örgütsel yapıya gelir sağlayacak ticari faaliyetler geliştirilmeye başlandı. Kimi illegal büyüyen yapılarda ise silahlı soygunlara kadar varan kontrol edilemez pratikler ortaya çıkardı. Kaynak sorunu organizasyonların çalışmalarını sürdürebilmeleri için şarttı. Bu durum sonraları, araba hırsızlığından, silahlı soyguna, fidye istemeden mafyavari tahsildarlıklara kadar uzanan ilkesiz ve kontrol edilemez savrulmaları da beraberinde getirdi.

İslami mücadele sürecinde her boyutta yöntem sorununu çok daha derinlikli analiz etmek bu makalenin sınırlarını aşar. Temelde İslam´ın tevhit esasına dayanan paradigmasının doğal bir çıkarımı olarak hareket yönteminin de tevhidi nitelikte olmasını zorunlu kılar. Bu durum İslami mücadelenin sistemle hesaplaşmasında nasıl ki ?la´ merkezli bir duruş gerektiriyorsa, mücadele yöntemlerinde de sistem içi tüm araçları ret ederek kendi öz kaynakları ve öz gücüyle herhangi bir uzlaşama içine girmeden mücadele etmeyi de beraberinde getirmeliydi. Ancak işin teorik netliği bu kadar açık olmasına rağmen, yaşanan gerçeklikle ortaya çıkan pratikler bu steril durumu korumayı sağlayamadı. Teori ile pratik arasındaki bu yıpratıcı çelişki beraberinde bir yanda davranışsal olarak hırsızlıktan şiddete, yalandan takiyeye, aldatmadan hileye, gasptan cinayete temel değerleri çürüten sonuçlar üretirken, diğer yandan sistemin bu yapılara karşı kontrolsüz, acımasız uygulamalarına karşı da suç dosyalarının kabarıklığı üzerinden meşru bir zemin oluşturuyordu. Daha da kötü olan söylemleri ile tüm toplumsal kesimlerde takdir, beğeni ve sistemi sorgulatma anlamında biriken sempati potansiyeli ortaya çıkan bu yer altı korku ve suç imparatorluğu imajı ile telafisi çok zor bir nefret imajına yerini bıraktı. Böylece İslami devrimi gerçekleştireceği umulan kitlesel halk yığınları ile oluşturulması hedeflenen çalışmalar bir bumerang gibi bu yapılara yöneldi. 80´li yıllarda küresel istikbar tarafından fark edilen bu dinamik uzun bir siyasi mühendislik sonrası günümüzde El Kaide, IŞİD/DAİŞ, FETÖ üzerinden bir İslamifobiya projesi olarak küresel düzlemde araçsallaştırıldı.

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR