Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Tatil Neyi Tatil Ederdi?

Yeter ki kavramları yerli yerine kullanalım, kendi literatürümüzü oluşturup kendi dilimizi, söylemimizi vücuda getirelim ki, turizm konusunda da tutarlı olalım


-Muhafazakâr kitlenin turizm olgusuyla dostluğuna dair-

İçerisinde yaşadığımız modern ve daha doğrusu günümüz açısından bakıldığında, postmodern dönem olarak addedilen bu zaman diliminde, kapitalist anlayışa koşut olarak ?ne kadar üretirsen, o kadar yaşarsın? fehvasınca, neredeyse hemen herkesin tabir yerindeyse ?deli danalar? gibi koşturduklarını, çalıştıklarını, bu gerekçeyle de tüketim olgusunun nesnesi olduklarını, aşırı çalışmaktan yorgun ve bitkin düştüklerini, ama hayatta kalma dürtüsüyle işe yeniden dört elle sarıldıklaını müşahede etmekteyiz?

Böylesi bir koşturmacanın kökenlerini ve birçok gerekçesini insanlık tarihinin derinliklerinde ve ?aslında´ ?bahçe sahipleri? misalinde resmedildiği üzere klasik dönemlerde ?azınlıkçı´ bir halde görmekteydik.

Batıda da ?klasik dönemler açısından´ o azınlıkçı bir halde seyrettiğini bildiğimiz çok çalışma ve çok kazanma telaşının, bu kez sanayi devrimi ile birlikte hızlandığını ve giderek, Batıdan Doğuya doğru bir seyir çizgisi takip ettiğini, el´an içerisinde bulunduğumuz salt kapitalist ve ?Müslümanın zengini makbuldür(!)? yollu haddi aşan bayat, ama kapitalist mantıkla meczedilmiş bulunan, ama hakiki anlamda ?İslami ve İslamcı´ bir söyleme uymayacak oranda, muhafazakârlığın da etkisiyle dindarane bir söylemle birlikte, biz Müslümanları da cenderesi altına aldığının altını çizebilirdik.

Modern ve seküler mantalite üzerine bina edilmiş bulunan laik Türk devletinin, muassır medeniyet seviyesine çıkma adına; geçmişin ?bizce de varolan- yanlışları ile birlikte doğrularını da topluca bir sepete koyup imha etme operasyonlarına koşut olarak, ekonomik bazda kapitalist bir çizgiyi kabul ve o çizgiyi sürdürme düşüncesi sonucunda, genellikle ?İstanbul dükkâlığı? denilen ayrıcalıklı bir sınıfın oluşumunu sağlamıştı.

Gerçi bu sınıfın temelleri, Osmanlının müteaddid dönemlerinde Osmanlı mülkünü kendilerine mekân olarak belirleyen, ticaret ve sanayi ile iştigal eden, ?hemen her şeye hâkim pozisyonlarda bulunan ve alabildiğine kültürlü bir profil çizen ve köken itibarıyla da temeli Avrupa aristokrasisine dayanan Karun sınıfının uzunca on yıllar boyu, ülke ekonomisini elde tutma çabaları bu dükkâlığı hem ilgi odağı haline getirmiş ve hem de onlara tahakküm gücü yüksek bir imtiyaz halini getirmişti.

Sonucuna bakıldığında bir küreselleşme, kapitalistleşme, kapitalizmi bu topraklarda alabildiğine geliştirme, ?laik-dindar? aıyrımınını da tamamen ortadan kaldırmaya çalışma suretiyle Müslümanlığın da muhafazakârlığa dönüşümünü temin adına yapıldığı bilinen 12 Eylül askeri ve bir ?ekonomik ve kültürel yozlaşma? darbesinin akabinde, ?sonuç, sebebin dinamosu görevini üstlenmiştir? düşüncesiyle, bu darbenin, yukarıda da belirtmeye çalıştığımız üzere ülkenin ve toplumun yeniden kapitalistleşmesi için yapıldığını, bugünden bakıldığında dünden daha net görülmektedir.

Modern Türkiye´nin, sistemin bekası ve modernleşme politikalarının devamı adına Menderes döneminde oluşturulan kentleşme projesinin, kapitalist sistem açısından görülen ?kalıcı yararlarının´ bir devamı olarak Özalist dönemde de kaldığı yerden devam ettiği görülmektedir.

2002´den sonra bu konu, eski dönemlerin mantalitesine uygun olarak, bu kez yine kapitalist sistemin arzuladığı bir oranda, bu kez hemen her değerin paraya tahvil olunduğu bir vasatta, rant ve arazi vs. olgular üzerinden karşımıza ucube bir mantıkla kentsel dönüşüm canavarı biçiminde çıkıyordu.

 

Bir kalkınma masalının ivme kaynağı olarak turizm?

Bu kalkınma işine turizm olgusundan bakıldığında, bu konu uzun bir dönem Müslümanların muhayyilesinde de, onlar açısından hiçbir yeri olmayan, şeytan işi, ayartıcı, haram eylem olup bir ifsad aracı olarak değerlendiriliyordu.

Buna mukabil, İslam kültüründe, en başta aralarında yakın akrabalık bağı olan insanların birbiriyle ilişkilerini düzenleme, geliştirme ve ayakta tutma düşüncesine bağlı olarak, vatanından şu ya da bu gerekçeyle uzakta bulunan kişilerin uyulması tavsiye edilen ve önemli bir kavram olan sıla-yı rahim olgusu önemli bir yer tutuyordu. Bu aynı zamanda salt insani bir faaliyet olmakla birlikte, yakın akrabadan başlamak üzere Müslümanlar arası sosyal, kültürel, ekonomik vs. bir dayanışmayı da beraberinde temellendiriyordu. Şimdilerde ise bunun yerini, bayramlarda deniz turizmi ve bir de tabiri caizse otel yatıları alıyordu!

Bu vasatta sıla-yı rahim´in yerine ikame edildiği gözlemlenen ?tatil´ olgusuna bakıldığında, bir anlam kayması, kavram kargaşası, onun içeriğinin boşatılması ve ?her nedense- ?cenneti arzulama adına´ bir dünyevileşme söz konusuydu ki, bu dünyevileşme, görünüşte peygamberi (s) takip ettiği iddia edilegelen ve ?Sünni paradigma´ya sahip olduğu izlenimi veren insanlar açısından refere edilen Sünnilikle bir alakası bulunmayan Batıcı tarafı ağır basan muhafazakârlık ideolojisi üzerinden hayatiyet kazanıyordu.

 

Turizm bacasız fabrika mıydı sahi?

Onlarca yıldır kapitalist bir tercihte bulunmuş olan Türkiye´nin sanayi bölgelerinin, büyük oranda ulaşım sorunu pek bulunmayan, görece gelişmiş Batı şehirlerinde bulunmasına koşut olarak, öteden beri ?bacasız fabrika´ olarak tanımlanan turizmin, Anadolu insanının zihninde, yukarıda da belirtmeye çalıştığımız üzere olumlu bir karşılığı bulunmuyordu.

Kendi yaşadığı şehirlerde kamu teşekkülleri dışında sistematik bir üretim ilişkisine şahit olmayan dindar Anadolu halkının, özel üretim işletmelerinin ekonomiye katkılarını bırakın, turizmin bir katkısının olup olmadığından haberinin olması söz konusu olsaydı bile, onların ne kültürleri, ne imkânları ve ne de inançları turizmi, kendi açılarından meşru kılmıyordu. Haklı olarak, onlar için, turizm deniz, çıplaklık ve gayr-i İslamiliktı?

Bununla birlikte, turizmin bitimsiz bir söylem olarak bacasız fabrika olduğu duygusu ile tasarlanan şeyin, hem bir kültürel yozlaşma ve birlerinin de bu yozlaşma olgusu üzerinden para kazanması ve hemen her şeyin kapitale irca edilmesiydi. Ki bu ifsada, dönemin yetkilisi sadedinde Özal´ın ?eğer Müslüman idiyse- şer´i şerife uygunsuzluk içerisinde şortla dolaşmasını örnek olarak verebilirdik...?

Bununla birlikte günümüzün önemli gelir kaynaklarından olan ve aynı zamanda da içerisinde barındırdığı potansiyel açısından sosyal ve kültürel değişimlere ve farklılıklara kapı aralayan turizmin, yine hemen her değerin paraya tahvil olunduğu günümüzde, dinle bağlantısının sabitlik oranının kesin belli olmadığı kutsal(!) alanlarda bir din ve inanç turizmine dönüştürülmesi de muhafazakârlığın postmodern dönemde oluşan bir handikabı, iğvası ve ifsadı olarak yerini korumaktadır.

 

Muhafazakâr tatil olgusu salt bir dinlenmeye mi, yoksa bir farklılaşmaya mı işaret ediyordu?

Seksenlerde başlayıp doksanlarda gelişme istidadı gösteren ve iki binlerle birlikte farklılaşan ?yeniden Müslümanlaşma´ ameliyesinin, sıkı ama oldukça az sayıda insan nazarında belirginlik kazanan devrimci İslam/İslam  devrimciliği olgusunun zıddına, elde tutulan paradigmalar açısından kendilerini ?sözde´ ?İslam´a hizmet? saikiyle yeniden bir Müslümanlaşmayı elde ettikleri muhafazakârlık üzerinden varolan sisteme eklemleyen geniş kitlelerin, bu çabasının 2002´den sonraki adresi ise büyük oranda Ak Parti  iktidarı olmuştu.

Gerçi jakoben Kemalist sistemin gadrine uğramış birçok halk kesiminin varolan sorunlarının çözüm kaynağını Ak Parti iktidarı olarak belirttiğimizde, bunda bir beis aramamakla birlikte, her iktidarın kendi sermaye sınıfını oluşturması ve bu yolla İslam´ın öngörüleri açısından felah toplumun bir ferdi olması arzulanan Müslümanların, muhafazakârlaşma yoluyla başta fert olmak üzere grup, cemaat ve kitle olarak Ak Parti iktidarı üzerinden, aslında bir doyumsuzluğu da beraberinde getiren refah toplumuna evrilmesinin doğal bir sonucu olarak turizm olgusu önem kazanıyordu.

Bu manzaraya baktığımızda, salt insani bir ihtiyaç olan dinlenmenin, çehre değişmesi, ne paradigmalaşmasına yeni bir kültür oluşturucu ögeye dönüşmesi ve dönüştürülmesine, kendi dilini ve söylemini oluşturmasına, turizmin bacalı ya da bacasız ekonomik bir işleve sahip kılınması açısından bir bütünlük içerisinde ele alıp baktığımızda, salt ve çıplak şekliyle dinlenme olgusuna ve rızkını uygun bir şekilde bu işten kazanmaya çalışan insanlara  yönelik şerhimizi düşmekle birlikte, sonuçları ağır olacak ve belki de Müslümanın ibadet anlayışını sulandıracak anlayışlara kapı aralayacağından ötürü sıkıntılı bir konu olarak durmaktadır.

 

Müspet ve değişik dinlenme kültürü üzerine?

Günümüzde anladığımız anlamda bir tatil anlayışından ziyade, yukarıda belirtmeye çalıştığımız gibi, İslam kültüründe önemli yeri bulunan sıla-yı rahim´in, gidebilecek olan yerin/vatanın, yaşanılan yere nispeten yakın olduğu coğrafyalarda hemen herkes tarafından ve ayrıca ?Sünnet? olması açısından uygulanması, bu işin yapılmasını kolaylaştıran vasıtaların ve imkânların varlığına rağmen, çoğu insan tarafından sıklıkla yapılaması gerçeğini göz önüne aldığımızda, bu işin günümüz için, birtakım kolaylılkarına rağmen, yaşanan toplumsal, kültürel ve ekonomik farklılaşmalar ile birlikte çehre değiştirdiğini görmemiz gerekirdi?

Yedi yüz küsur bin karelik bir alana sahip bulunan ülkemizi düşündüğümüzde, yukarıda saymaya çalıştığımız toplumsal, kültürel ve ekonomik farklılaşmalara ek olarak müspet ama geleneksel dinlenme kültürünü aşmış bulunan birçok olgu ile karşı karşıya olduğumuzu da biliyoruz.

Müslüman olmamız hasebiyle lükse kaçmadan ve olabildiğince masrafsız ?maddi´ tatil imkânlarını, çoğu kez ibadi gerekçelerle oluşturulan kültür çerçevesinde deruhte etme gerekirdi. Dinlenelim, ama tatil için bulunduğumuz yerde ?köy, kasaba, şehir vs.-başta varsa eğer Kur´an halkalarına kültürel çalışma ortamlarına- dernek mesela- çeşitli ve bizlere uyacak oranda ders halkalarına dâhil olmak, bir insanın aile fertleri ile değerlendirmeye çalıştığı zaman dilimlerini de kesintiye uğratmadıktan sonra yapılması gerekirdi. Bu türden çabaları, tıpkı ?imkân bulabilecek olan?Müslümanların yılda bir yapmaları gereken ve hem ibadet ve hemde çeşitli açılardan tanışmaya uygun olarak tanımlayabileceğimiz Hacc´dan kinaye olarak, Müslümanlar arası tanışmayı, bilişmeyi, görüşmeyi, istişare etmeyi işin esprisine uygunluk içerisinde yapılabilecek bir vasata sahiptir.

Sünnete uygunluk içerdiğinden, böyle bir tarzın gelenekçi ve muhafazakâr İslam kulvarında bulunan Müslümanların büyük bölümünün, yine, tatil için gittikleri yerlerde ilmiyle amil bilginleri, âlimleri, cemaat liderlerini, tarikat şeyhlerini ziyaret ettikleri, sohbetlere katıldıklarını düşündüğümüzde, içeriği ne tür donelerle dolduruluyor olursa olsun, bir defa Sünnete uygunluk içerdiğinden, kendi bütünlüğü içerisinde anlamlı olacaktı.

Bu türden bir ziyaret şeklinin, içeriği gelenekçi vasattan farklılık içerse de, yıllardır İslamcı cenahı oluşturan Müslümanların da uygulamaya çalıştığı ve riayet etmeye çalıştığı bir dinlenme ve tanışma, görüşme ve ilerisinde anlamlı bir iz bırakacak bir vasat içerisinde uygulanıyordu.  Yıllar öncesinin değişen birçok alanlarının varlığına rağmen, bu tür bir dinlenme ve tatilin sürdüğünü görmekteyiz...

Bunun yanında, genel anlamda modernleşme ve modernleşmenin izdüşümü mesabesinde bulunduğu söylenebilecek olan muhafazkâr modermnleşme ve İslamcıların, hemen her Müslümanı ilgilendiren ana konulardan ziyade, gündelik hayatı içerdiği gibi, ana konuların anlaşılmasını zorlaştırdığı düşünülebilecek çeşitli değişim, dönüşüm ve farklılaşmayı beraberinde getirecek olan bir başka modernleşme ameliyesinin giderek artan varlığı, her konuda olduğu üzere, tatil konusunda sabitelerimizin varlığına rağmen, kendi varlığını giderek hissettirmektedir.

İmkânlar çoğalmış bulunda da, dinlenelim, ama düşüncemizi, istişare geleneğimizi, İslami kültürlenme ve bilgi edinme geleneğimizi değiştirmeyelim. Her şeyi bir dengede tutalım. En azından kafa ve bedeni dinlendirmenin fiziki gereklilik ve ?hak? olduğunu düşünüyorsak, bu imkânlardan azami yararlanma durumu pek elinde bulunmayan Müslümanların da yararlanabilmelerine yönelik çalışmalar yapalım. Bu işlerin bir şahıs adına değil de, kurumsal olarak, dernekler vakıflar üzerinden ?işin özüne uygun bir şekilde? ortaya koyalım.

Bu bir öneri olup yapılabilecekse eğer, şahıslar üzerinden yapılırsa, insani olarak birçok zaafa yol açabilir. Ama kurumsal olması ve hatta yetkinliği bulunan bazı kurumlar üzerinden devletin katkısı da temin edilebilir. Ki, bu daha iktisatlı ve şık olabilirdi. Ve tatil ve dinlenme fiziki bir ihtiyaç ise eğer , bu ihtiyacın yerine getirilmesi adına, maddi imkânları?işin esprisine uygun olacak bir şekilde toplumsallaştırmak gerekirdi. Hani derlerdi ya ?Ne verirsen elinle, o gider seninle? esprisi hem kardeşliği pekiştirebilir ve hemde Müslümanları ?gelenekçi ve İslamcı? ayrımı yapmadan muhafazakârlaşmaktan, dünyevileşmekten,  buna bağlı olarak modernleşmekten alı koyardı ki,  dinlenme geleneğimizi de Müslümanlaştırırdı?

Yeter ki kavramları yerli yerine kullanalım, kendi literatürümüzü oluşturup kendi dilimizi, söylemimizi vücuda getirelim ki, turizm konusunda da tutarlı olalım

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR