İnsan, yaşamış olduğu hayatı, belli bir inanç, ilke, fikir, düşünce, iddia, ideal, anlayış, ilke ve prensipler çerçevesinde yaşaması gerekir...
Yaşamış olduğu bu hayatı ve yine inanmış olduğu inanç, değer, kök, anlayış, kavrayış, düşünce, yapı, metot, pilan, proje, sistem, ilke ve değerler çerçevesinde sürdürmesi gerekir...
İnsan'ın mutlaka bir derdi, duruşu, düşüncesi, ilke, prensip ve de davası olmalıdır...
Derdi ve davası olmayan, her hangi bir ilkesi, prensibi, düşüncesi, duruşu, değeri, dengesi, metodu, amacı ve de hedefi olmayan bir insan, sıradan, basit, etkisiz, niteliksiz, sessiz, soluk, sönük bir hayat yaşar ve basit, değersiz, önemsiz bir nesne gibi ölür...
Emrolunan sınırlar içinde, emrolunduğu şekilde, dürüst bir yaşayışı sürdürmek, takdir edileceği gibi büyük bir ciddiyet, hassasiyet ve gayret ister. Bu ise zor bir iştir...
... Emrolunduğun gibi dosdoğru ol...(Hud suresi 112)
Nitekim Peygamber Efendimiz de bu âyetten ötürü, “Beni Hûd sûresi kocalttı” buyurmuştur (bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (56), 6).
Hayata anlam katan ve kazandıran şey, insanın içinde bulunmuş olduğu inanç, düşünce, dava, duygu, durum, ilke, prensip, hedefleri ve de mücadelesidir...
İşte insan, hak ya da batıl, doğru ya da yanlış olsun, inanmış olduğu dava, düşünce, ilke ve prensiplere karşı daima samimi, sadık, özverili, fedakar olması ve davasını sonuna kadar, ne pahasına olursa olsun savunması ve de istikrarlı bir şekilde, inancının gereklerini yerine getirip, davasını sahaya sürmesi, mücadelesini sürdürmesi gerekir...
İnanç, fikir, ideal, iddia, dava ve düşünceler gelip geçici, ortama, duruma, şartlara, gidişata göre değişebilen bir şey değildir...
İnsan, inanmış olduğu ilke, inanç, fikir, düşünce, prensip, yasa, kanun, nizam, ideal, iddia, anlayış ve metota samimi bir şekilde bağlanmalı ve de hedefine doğru, kabul etmiş olduğu bu değerler çerçevesinde bir hayat yaşamalıdır...
“Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara melekler gelerek: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vadedilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında da âhirette de sizlere dostuz. Esirgeyip bağışlayan Allah’ın ikrâmı olarak(cennette)canınızın çektiği ve dilediğiniz her şey sizindir’ derler.” Fussilet 30/32
En ufak bir risk, tehdit, tehlike ya da esen üzgar ya da akan sele karşı köksüz, çapsız, çaresiz kalmamalı ve esen rüzgara, akan sele karşı pes etmemeli ve mücadelesinde istikrarlı, inançlı, idealist, ilkeli ve ısrarcı bir tavır ve tutumla mücadelesini sonuna kadar sürdürmelidir...
Gerçek mücadele ve dava adamları, inanmış oldukları davaları uğruna, tereddüt, çözülme, çaresizlik, geri adım atıp, şüphe duymadan sonuna kadar, işin ucu nereye varırsa varsın, inanç ve ilkelerinden en ufak taviz vermeden, inancını, düşüncesini savunmalı ve bu noktada hesabi değil, hasbi olmalı ve de mücadelesini gerekirse canı pahasına ortaya koymalı, bu konuda istikrarlı, ısrarcı olmalı, azim ve sabırla mücadelesine devam etmeli, hak ve hakikatler uğruna, adaletin tecelli edip yaşaması için, ısrarla davasını savunmaya devam etmelidir...
Her hususta, istikrar sahibi olmak, belli bir çizgide devamlı ve daimi bulunmak, mücadeleye istikrarlı bir şekilde devam etmek ve bu hususta hak bildiğimiz yoldan dönmemek, kaçmamak, yılmamak, korkmamak, geri adım atmamak ve de sonuna kadar ısrarcı olmak zorundayız...
İstikrar sahibi olmayan, aceleci, bedel ödemekten kaçınan, saha ve sahnenin hakkını vermek istemeyen, nazlı, keyfine, rahatına, nefsine, menfaatine düşkün insanlardan istikrar beklemek olanaksızdır...
Mücadele, istikrarı ve ısrar etmeyi gerektirir...
İstikamet üzere bir mücadele ise; sadece İslami mücadele için gerekli ve geçerlidir...
İstikametini yitirmiş olan bir insan zalimdir, haindir ve cahildir...
İstikametimiz, Rabbimizin bizlerden istemiş olduğu sıratı müstakim üzere bir yürüyüş üzerine olmaktır...
İstikamet'ten şaşmamak, sapmamak ve hedefimize Rabbimizin rızasını koymak ve de cennete doğru bir yürüyüş gerçekleştirmemiz gerekir...
Bu öyle basit, hemen olabilecek, sloganik, sathi, köksüz, ruhsuz, ilim, irfan, ahlak, edep, adapsız, bedelsiz ve mücadelesiz, sabırsız, sebatsız olarak gerçekleşecek bir hedef değildir...
Hayat'ta her şey, belli bir emek, gayret, efor, bedel ve mücadele ve de ısrarın sonucu elde edilebilir...
Başarılar ya da başarısızlıklar tesadüfi değildir...
Her başarının arkasında büyük bir inanç, irade, azim, gayret, bedel, mücadele, fedakarlık ve bu davanın yeşerip, büyümesi, yayılması için büyük bir istikrar ve ısrar vardır...
Bir şey hemen olmuyor diye pes etmemek, olacağını ümit ederek ısrarla mücadeleye devam etmek görevimizdir...
Bir şeyin olup olmaması ya da kemiyyet olarak (dış şekil) zahiri bir zaferin elde edilmesi bizim görevimiz değildir...
Bizim görevimiz; inanmış olduğumuz yolda ki; tüm engelleri azim, sabır mücadele ve bedel ödeyerek, ısrarla sürdürmektir...
Zafer veya hezimet dünyevi mihenklerle ölçülemeyecek kadar büyüktür....
Gerçek zafer; inanmış olduğumuz yolda, gerekli olan adımları atmak, bedelleri ödemek, mücadele etmek ve bu konuda ısrarcı olup, istikametten sapmamaktır...
Asli vazifemiz olan Allah'a kulluk ve yine Allah'a davet, yeryüzünde İslam'ın hakimiyeti inancı ve duygusundan saparak elde edeceğimiz bir zafer, gerçek bir zafer değildir...
Gerçek zafer; ancak inanılan yolda, ısrarcı bir şekilde istikamet'ten ayrılmadan, işin sonuna kadar ciddiyet, samimiyetle, işi savsaklamadan yürütmek ve hedefe varmak olmalıdır...
Bu konuda gerektiği zaman,gerektiği yer ve şartlarda can ve mallar feda edilebilmelidir...
1.İstikameti hak olanlar
2.İstikameti batıl olanlar
Kur'an'ın terbiye ve tedrisatından geçmiş ve Resul'ün önderliğine iman etmiş olan Mü'minler, istikameti hak ve hakkın rızası olarak belirlemiş ve bilmişlerdir...
Hak'tan gayrı her şeyin batıl olduğunu kabul etmişler ve hak yol'da istikamet ve de ısrarla mücadelelerini, hakkın rızası için sürdürmüşlerdir...
Mü'minler, namazın her rekatında Fatiha suresi'nde; Rabbimiz bizi hidayete eriştir, sıratı müstakime, istikrar, istikametimizi dinin ve rızan üzerine daim eyle diye dua ederler...
Bizi sırat-ı mustakime/dosdoğru yola hidayet et.
(1/Fâtiha Suresi, 6)
Bizi bu yol'da daim, kaim, kaliteli, kararlı kıl, yine ey Rabbimiz bizi istikamet ve ısrarla bu doğru, kutlu, mübarek yolda yürümeyi nasip et diye dua ederler...
2.İstikameti batıl olanlar
İnsanların çoğu istikametini şaşırmış, yitirmiş, karanlıklara gömülmüş, boğulmuş, hak ve hukuktan sapmış, sapıklığı, dalaleti, küfrü, şirki tercih etmişler ve Allah'ın azabı ve gazabına uğramışlardır...
İnsan ya cennete doğru, istikamet üzere bir hayat yaşar ya da cehenneme doğru istikametini, yönünü, yolunu, yordamını, düşüncesini, niyetini bozarak sapık ve batıl bir hayat yaşar...
Kendisine nimet verdiklerinin yoluna (ilet). Gazaba uğramış ve sapkınların (yoluna) değil.
(1/Fâtiha Suresi, 7)(Nimet verilenler Nisâ Suresi 69.
Ayet'te belirtildiği gibi; nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerdir. Sünnet, gazaba uğrayanların Yahudiler; sapkınların ise Hristiyanlar olduğunu belirtmiştir. (Tirmizi, 2954, Adiy b. Hatim’den) )
Batıl ehli kimse, kendisine kılavuz, rehber olarak Rabbimizin kitabını değil, nefsi, şeytanı, şehveti, küfrü, şirki, zulmü, her türlü kötülük, karanlık, sapkınlık ve sapıklığı rehber olarak almış demektir...
Yine ehli dalalet insanlar, önder olarak, Rabbimizin göndermiş olduğu Peygamberleri değil, şeytanları, tağutları ve zalimleri kendilerine örnek almışlardır...
Bu şekilde Rabbimizin azabına, gazabına müstehak olmuşlardır...
Hak'tan sapmış, batılı tercih etmişler ve bu tercihlerinin sonucu olarak da ebedi azabı hak etmişlerdir....
Peygamberler ve davetçiler; daima insanları hak yola, istikamet üzere yürüyüp, iman etmeye ve batıldan uzak durmaya davet etmişlerdir...
Kim istikrar ve istikamet üzere bir hayat ve de mücadele sürdürebilir..?
İstikrarlı ve istikamet üzere olan insanların temel özellikleri nelerdir..?
İnsanları istikrar ve istikamet üzere yaşamaktan alıkoyan şeyler nelerdir..?
Rabbimiz (cc) insanları bir Fıtrat üzere yaratmıştır ve her insan bu fıtrata göre dünyaya gelir...
Ama insanlar gerek kendi nefisleri, şeytan, gerek çevre, gerekse de batıl sistemler tarafından bu fıtrat'tan uzaklaştırılır ve fıtrata aykırı, istikamet'ten sapmış, karanlıklara boğulmuş, kötülüklere bürünmüş ve yolunu kaybetmiş olurlar...
Şayet, bir insan, bir şeye ihtiyaç duyar ve de onu elde etmek için gayret gösterir ise, o şeye bu niyeti ve ortaya koymuş olduğu mücadele sonucunda ulaşabilir...
Bu ihtiyaçların başında ise, Rabb'inin kendisine göstermiş olduğu dosdoğru yola olan ihtiyaçtır...
Şayet bir insan, fıtratı bozulmamış, fıtri melekelerini yitirmemiş ise, bu dosdoğru yolu bulması çok zor olmayacaktır...
İstikamet, bizi Rabbimizin razı olmuş olduğu yol olan İslama (sebillillah) verilen isimdir...
Bu noktada, gerçek anlamıyla Kur'an'ı okuyup, anlamış, ona ihtiyaç hissetmiş, Rabbinin göndermiş ve göstermiş olduğu yola revan olmuş, hak, hakikat, hukuk, insanlık, adalet ve ahlak diye bir derdi, davası olan insanlar, istikamet üzere bir yol tutabilir ve de istikrarlı bir şekilde bu yolun hakkını vermeye gayret edebilirler...
1.İnançta istikrar, ısrar ve istikamet..
2.Fikirde istikrar, ısrar ve istikamet..
3.Ahlak'ta istikrar, ısrar ve istikamet..
4.İbadet'te, istikrar ısrar ve istikamet..
5.İnfak'ta istikrar, ısrar ve istikamet..
6.Sevgide istikrar, ısrar ve istikamet..
7.Yol'da istikrar, ısrar ve istikamet..
8.Çalışma'da, adanma'da istikrar ısrar ve istikamet..
9.Hayır'da istikrar, ısrar ve istikamet..
10.Davet'te istikrar ısrar ve istikamet üzere olmak gerekir...
Bütün bunlar iman ve istikametin insan hayatında ne kadar önemli iki esas olduğunu göstermektedir. Zira büyük ikrâmlar, kıymeti yüksek olanlar içindir...
“Rabbimiz Allah’tır diyenler sonra da dosdoğru olanlar için ne korku vardır ne de hüzün. Onlar cennetliktir. İşlediklerinin karşılığı olarak cennette temelli kalacaklardır.”(Ahkâf sûresi ahkaf 13/14)
SELAM VE DUA İLE...