Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Enes TARIM


Siyaset Ve Din

İktidarlarla işbirliği çabaları, beraberinde yozlaşmayı getirirken; güçlü olma isteği, beşeri yönetimlerin peşi sıra yürümeyi, desteklemeyi, gelecek inşasını güçlü iktidarlara endekslemeyi getirdi.


Son dönem Ortadoğu coğrafyasında yaşadığımız mezhep savaşları, İslam dünyasında ürkütücü bir anlayışı hâkim kıldı.

Bizden farklı bir mezhebe mensupsa çocuk, yaşlı, kadın demeden masum sivillerin acımasızca ve vahşice öldürüldüğü savaşları kanıksıyor, normal sayıyoruz.

Artık İslam dünyasındaki tüm ulusların iktidar felsefeleri birbirinin aynı. Tümünde iktidarın muhafazası için milyonlar feda edilebilir anlayışı hâkim.

İktidar kutsal, insan değersiz?

Ve tüm yönetimler, belirli mezhebi/ırki temelleri esas alarak iktidarını güçlendirmeye çalışan hükümetlerden oluşuyor.

İktidar dışı sivil oluşumlar ise muhalif hükümetler iktidardayken özgürlük ve adalet savunusu yaparken; iktidar olduklarında, yaşanan adaletsizlikleri olası görerek meşrulaştırma arayışına giriyor.

***

Son dönem İslamcı toplulukların demokrasiyi iç bünyede tartışmaya mecbur kalışı, beraberinde ulusalcı, etnik ve laik anlamlandırmalarla dini yeniden yorumlama zorunluğu doğurdu.

Ve artık ılımlı yapılanmalar dışında kalan, sekülerleşemeyen İslami oluşumlar sakıncalı ve daha öteki.

Demokratik düşünceyi özümseyemeyen İslamcılar daha yalnız, daha marjinal?

İslam´ı seküler yorumlama çabası ve mutedil olanı savunma güdüsü; beraberinde İslam´ın temel siyasi/politik argümanlarının gündemden düşüşünü getirdi. İslamcıları, varlık nedenlerini inkâra, gayrı İslami sistemleri meşru/ normal/olası görmeye sürükledi.  

İktidarlarla işbirliği çabaları, beraberinde yozlaşmayı getirirken; güçlü olma isteği, beşeri yönetimlerin peşi sıra yürümeyi, desteklemeyi, gelecek inşasını güçlü iktidarlara endekslemeyi getirdi.
Ve bu değişim de bizleri, muktedirlerin yaptığı her şeyi meşru görmeye, iktidar karşıtı her unsuru da düşman bellemeye sevk etti?
 
***
İslami yapılanmaların kendilerini muhafaza edebilmeleri için, terkilerine tevhid, adalet ve özgürlüğü alıp; heybelerine kardeşliği, iyiyi ve hoşgörüyü doldurarak, toplumun tüm kesimleri ile barışık olması gerekir.
İktidarı kutsayarak sistemin yanlışlarını, adaletsizliklerini, muhalif olanların hak ve özgürlük gaspını meşrulaştırıcı hamleler, toplum nezdinde tarafsızlığın ve dolayısıyla da meşruiyetin yitirilişi demektir.
İktidarın arka bahçesi görüntüsü veren ve hükümetlerin değnekçiliğine soyunan İslami oluşumların İslami mücadelede mesafe alması ve halk yığınları üzerinde etkinliği nasıl beklenebilir ki?
İslam´ın siyasal yönüne dair bir hedefin kalmayışı ve devletin kanatları altında, sistemin dişlilerinden biri olmayı kabulleniş her şeyin bitişi aslında çoğumuz göremesek de.
***

Müslümanların iktidarla ilişkilerinde eleştirel bir düşünce geliştiremeden mutlak itaate adanmaları, İslam dünyasında ve özelde ülkemizde bu oluşumların İslami duruşlarının gözden geçirilmesi gerekliliğini zaruri kılmakta.

Etkinliklerinde siyasi elitlerin cirit attığı, hatiplerini siyasi parti yöneticilerinin oluşturduğu ve her toplantısında bir parti goygoyculuğunun yapıldığı yapılanmalar nasıl İslami bir mücadele verebilir ki?

Sistemin bozulan, eskiyen, yıpranan parçalarını onarmaya talip olmakla yetinen, eleştirmekten çekinen ve iktidarların her icraatını alkışlayarak methiyeler dizen topluluklar toplumun hangi yarasına merhem olabilir?

Çevremizde artık adaleti ve hakkı hâkim tutup, âlemlerin Rabbine hesap verme bilinciyle insanları Allah´ın gölgesinde gölgelenmeye çağıran bir topluluk maalesef kalmadı.

Artık her cemaat, kişilikleri olmayan, maskeleri ile gezen ve tornadan çıkmış gibi aynı şeyleri tekrarlayan dar görüşlü topluluklardan oluşuyor.

Tüm buna rağmen onlar kendilerini çok donanımlı zannederek eleştiriye tahammül göstermiyor, muhalif düşünceleri hazmedemeyip dünyayı kendi etraflarında dönüyor zannediyorlar.

 

***

Özellikle son dönem iktidarın muhalif düşüncelere olan tahammülsüzlüğü karşısında tüm İslami oluşumların üç maymunu oynayarak yapılan haksızlıkları görmezden gelmeleri; tek suçu muhalif düşünceler seslendirmek olan mağdur kesimlere ?oh oldu!? dercesine sessiz kalış, tevhit, adalet ve özgürlük iddialarının kofluğunun açık bir tezahürü aslında.

Müslümanlar uzun süredir ülkedeki tüm iktidar-muhalefet çatışmalarında istisnasız iktidar yedeğinde yer alarak ya destek vermeyi ya da suskun kalmayı tercih ediyor. Bu belki iktidarı yıpratmama ve ellerinde tuttukları köşe başlarını yitirmeme kaynaklı içgüdüsel olsa da, bu sessiz kalış zamanla kendilerini de farkında olmadan dönüştürüyor. Uzun yıllar sistem dışı/ marjinal kalış akabinde sistemi ölümüne sahipleniş, onları istem dışı muhafazakar, ulusalcı, milliyetçi, Kemalist ve seküler bir çizgiye sürüklüyor.

Çok göremeseler de aslında artık İslami yapılanmaların tevhidi bir hedef ve ideali kalmadı artık; mevcut sistemi ilelebet muhafaza edebilmekten başka...

Nihayetinde tevhit-adalet-özgürlük üçgeninden uzaklaşma onları toplumda silik, kişiliksiz, edilgen ve sadece dünyayı düşünen bir çizgiye getirdi.

Ve artık toplum nezdinde itibarları yok; kimse onların özgürlük/ adalet sunumlarına inanmıyor.   

Kendilerine yapılmadıkça haksızlıklara göz yumuş psikolojisi, her şeyin dünyaya endekslenişinin bir tezahürü aslında.

Mevlana Celaleddin Rumi´nin dediği gibi:

?Adalet nedir? Ağaçları sulamak? Zulüm nedir? Dikenlere su vermek??

Selam ve dua ile?






Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR