Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Salih Müslim "Rusya, her şeyi Türkiye´ye bıraktı" demişti...(*)

PKK/PYD ile hiçbir ontolojik bağı bulunmayan Kürt halkı için bir devlet değil, efendisi ABD için bir terör ve petrol koridoru oluşturuyordu.


Bu haber, 22 Ocak 2018 tarihli. Tam on beş gün önceki haber. İnternet ortamında buldum. Afrin operasyonu, bu röportajdan iki gün önce, yani 22 Ocak´ta başlamıştı.

Salih Müslim, kendince birtakım çıkarımlarda bulunuyor. Gerek Türkiye gerek Rusya için soyut, temelsiz ve gerçek dışı. Ama kendi açısından somutlaştırarak ve temellendirmeye çalışarak anlattığı bir iki husus öne çıkıyordu.

Bunlardan birisi; Türkiye´nin Kuzey Suriye´de, özellikle de Kürt nüfusun yaşadığı yerlerde demografik yapıyı değiştirme planını uyguladığını iddia ediyor. Ama hiçbir aslı yok.

Zira Türkiye, Suriye´ye dolayısıyla da Afrin´e kendi sınırlarının dibinde, orada yaşanan, ama PKK/PYD ile hiçbir ontolojik bağı bulunmayan Kürt halkı için bir devlet değil, efendisi ABD için bir terör ve petrol koridoru oluşturuyordu. Bunun adına da ´devlet´ diyordu.

Bir diğeri, bu demografik değişime koşut olarak, Müslim diyor ki; "Bugün Türkiye´de bulunan Suriyelilerin, Suriye´nin pek çok farklı şehrinden. Şam´dan Hama´dan Humus´dan insanlar var. Bizim anlamadığımız; neden bunların sadece Kürt köylerine yerleştirilmek istendiği."

Bir defa hiçbir kimse, kendi ülkesi dururken, bir başka yerde yaşamak istemez. Kaldı ki Esed rejiminden dolayı Suriye´nin birçok bölgesi, kendi yerlerine dönmek isteyenler için güvenli değildi.

Kuzey Suriye kısmen güvenlikli bir bölgeydi ve başka ülkelerde yaşamak zorunda kalan Suriyelilerin, kendi esas yerleri pek güvenli olmadığından dolayı, orası da Suriye´nin bir parçası olduğundan dolayı, o insanların, elbette geçici bir müddet Kuzey Suriye´de ikamete tabi tutulmaları birçok açıdan anlaşmalardan yola çıkıldığında gayet diplomatik, gerekli ve insani idi..

Bunu kalkıp bir demografik değişim, işgal girişimi şeklinde okumak insafa sığmazdı. Kendisi bu durumda olsa, bir başka ülkede ailece, milletçe, o da geçici müddet kalacak olsa kim ne diyebilirdi.

Kaldı ki oluşan insani krizi ortadan kaldırmak için, herkes kendine düşen görevi yerine getirirdi. Bir de devletler altına imza attıkları tüm uluslararası antlaşmaları -az çok revize ederek, etmeye çalışarak- kabul ederdi sonuçta...

Ayrıca Salih Müslim´in kendisinin belirttiği üzere "içerisinde Uygurlardan Türkmenistan´dan, Çeçenistan´dan getirilenler var." savının hiçbir gerekçesi yoktu.

Yoksa o, Afgan savaşı sonrası oralardan gelen Afgan, Türkmen ve Özbek asıllı muhacirlerin, kendi toprağı olan, ama ona göre, işgalci olarak gördüğü Van gibi Kürt illerine yerleştirilmelerini mi, işgal girişimi sayıyordu.

Bir defa Van Türkiye´nin asli toprağı idi ve Van halkı da onları göğsüne basarak insanlık dersi vermişlerdi. Müslim, bu insani incelikten yoksun olduğu için öyle feveran etmiş olabilirdi. Halbuki Müslüman Kürt halkı diğer Müslüman halklar gibi, garip, dost ve candaş bir halktı.

O ayrıca, bir deli saçması olacak şekilde uçuk, ama temeli düşmanlığa dayalı olduğunu düşündüğümüz "Türkiye´nin çeşitli yerlerinde yaşayan İslamcı kesimlerin ailelerinin de buralara yerleştirilmek istenmesi gibi bir durum var. Biz bu politikaya karşı çıkıyoruz." diye bir yanlış ifade de bulunmuş!

Bir defa, onun ´İslamcı´ ifadesiyle neyi kastettiği pek açık değil. Eğer İslamcı dediği grup ya da çevre, DAEŞ gibi terör gruplarına bağlı ya da yakın duran kişilerse, bunların içerisinde eğer yabancılar varsa, bunlar büyük bir ihtimalle ya Türkiye içerisinde işlediği suçlardan dolayı ceza alırlardı ya da kendi ülkesine gönderilirdi veya DAEŞ´le mücadele içerisinde olan ve onlardan yana sıkıntıları olan üçüncü ülkelere gönderilirlerdi.

Bir de eğer o kişiler, Türk vatandaşı iseler, o zaman bunlar işledikleri suçlar açısından mahkemeye çıkarılırlar, ceza alırlardı. Ya da cezalarını çektikten sonra serbest kalırlardı.

Ama kişiler, DAEŞ ve benzeri örgütlere mensup değil ve terörle bir bağlantıları da yoksa o kişiler, hangi dünya görüşüne -İslami anlamda- mensup olurlarsa olsunlar, Türk vatandaşı olarak, bu topraklarda hayatlarını sürdürürlerdi..

Kaldı ki, onlardan, yani işlediği suçtan dolayı kendisine verilen cezayı çekmiş bulunan yabancı bir savaşçı, -ki bu kişi Suriyeli olsun- belli şartlar içerisinde Suriye´de kalmak isterdi. Ama, yukarıda da değindiğimiz üzere hem Türk vatandaşı olan ve hem de hiçbir terör örgütü ile bir bağlantısı olmayan Türk vatandaşının -Kürt ya da Türk- kendi ülkesi, imkânı vs. dururken, Suriye´de yaşamak isteyeceğini hiçbir akl-ı selim insanın düşünmesi muhaldir.

Eğer bu görüş, kurgulanmış bir görüş ise ancak Salih Müslim aklıyla izah edilebilirdi...

Salih Müslim ayrıca, "Rusya, Suriye´ye ilk girdiğinde ülkenin toprak bütünlüğünü korumak için girdiğini ve ülkeye yönelik herhangi bir saldırı olursa buna karşı çıkmak için geldiğini söyledi. Bugün Rusya´nın bu söyleminden vazgeçtiğini bu iddiasını tamamen bıraktığını görüyoruz. Baktığımızda bu sanki Türkiye´nin bir saldırısı değilmiş gibi. Rusya, her şeyi Türkiye´ye bıraktı."

Yine ayrıca "Kuzey Suriye´deki durumun Türkiye´nin toprak bütünlüğünü tehdit ettiği görüşüne katılmıyorum" diyor ve şunları ilave ediyordu; "Afrin´den Türkiye´ye tek bir kurşun sıkılmış değil. Türkiye´nin Kürtlerle ilgili korkuları var. Birlikte yaşamaktan tutun oradaki demokratik yapıya kadar hoşnutsuzlukları var. Buradaki Kürtler, Türkiye için bir tehdit değildir. Bizim de Türk halkına herhangi bir düşmanlığımız yoktur. Bizim hakim olduğumuz yerlerden Türkiye´ye tek bir kurşun sıkılmamıştır."

Bu arada röportaj 22 Ocak´ta yapılmıştı. Yani Afrin´e Türk ordusu tarafından gerçekleştirilen operasyondan iki gün sonra...

Tamam bu iki gün içerisinde, oradan Türkiye topraklarına yönelik bir roket atışı diyelim ki olmamıştı. Kendi yapıp etiğinden dolayı, hem de Amerika´nın verdiği silah ve askeri mühimmatla, orada yığma yapan bir terör örgütünün, kendisine yönelik bir operasyondan önce de niyetinin en azından Türkiye´ye yönelik mevzi atışlarla taciz etmeyeceğini kim söyleyebilirdi.

Zaten o kadar silah ve mühimmat ne diye orada bulunuyordu ve ne diye orada bir hareketlilik vardı? Bunun cevabı gayet açık ve netti. O da kendi sınır güvenliğini öne alacak olan Türkiye´ye karşı, gerek operasyon öncesi, gerek operasyon sonrası ve gerekse de ´elde güç´ bulundurduktan ve Türkiye içerisinde ve yine Türkiye´ye karşı kırk küsur yıldır verildiği bilinen bir savaşın parçası kabilinden elde bir koz olarak tutulacaktı.

Bunu bilmeyecek ne vardı ortada...

Müslim Amerika´nın olayla ilgili olarak tavrına yönelik sorulan bir soruya şöyle cevap veriyordu; "Amerika´nın herhangi bir güvencesi olmadı" diyor ve şunları ekliyordu; "Hayır herhangi bir güvence verilmiş değildir. Biz Amerika ile en başından beri uluslararası terörizme karşı bir iş birliği içerisinde bulunmuşuz. Türkiye´nin bugün yaptıkları da bu terörizmin bir uzantısı oluyor. DAEŞ´in yapamadığını kendi yapmak istiyor. Başta Amerika ve uluslararası güçlerin bunları görüp muhakkak bir şeyler yapmaları gerekiyor."

Amerika´nın PKK/PYD´yi daha henüz satıp satmadığı pek belli değildi. Konu ile ilgili olarak Pentagon dahil birçok ´resmi´ kurumu, gerek Afrin konusu ile ilgilenip ilgilenmedikleri, gerek onlara silah sevkiyatının durup durmayacağı gibi konularda, ortada en başta ABD açısından pek bir belirginlik yoktu.

Alışılmış bulunan ve aynı zamanda reel bir temele yaslandığı bilinen, ABD dış politikası açısından bakıldığında, Amerikan yüz yılı krize girdiğinden dolayı, can havliyle Ortadoğu´yu Rusya gibi büyük ve büyüme istidadı gösteren devletlere kaptırmama çabası üzerinden bir atraksiyon geliştiriliyor olabilirdi.

Ya eski politikalara devam, ama Kürtleri, daha doğrusu PKK/PYD´yi bir müddet elde tutup Ortadoğu´da bir müddet kalıp, var olan hesapları görmek, ya da alışılagelmiş ve reel planda seyreden geleneksel ABD dış politikasının Trumpça bir değişime ve dönüşüme zorlanması arifesinde oluşan kafa karışıklığından PYD´nin yararlanıp yararlanmayacağı düşüncesi ağırlık kazanıyor olabilirdi.

Gerçi elden çıkıp uluslararası güçler için kullanılışlı bir şekle evrilen bu yapının, süreç içerisinde, tek taraflı da olsa politikada tecrübe sahibi olduğu söylenebilirdi, ama bu politik manevralar ister Turmp´ın ister geleneksel ´resmi´ ABD çevresinin bir punduna gelmek içten bile değildi.

Kaldı ki, PYD/PKK çağdaş dünyanın konjönktürü içerisinde istese de kendine bir devlet kuramayacaktı ve aynı zamanda her ne kadar Amerikan yüz yılı sönüyor gürünse de, çöküş döneminde, nihayete ermesi bile onlarca yılı bulacaktı.

Yani, kim öle, kim kala...

Ayrıca Müslim kendince önemli bir ifadede bulunuyordu. O da; "Türkiye girdiği hiçbir yerden çekilmedi" şeklindeydi.

Müslim ifadesinin devamında "Türkiye girdiği hiçbir yerden çekilmedi. 1974´den beri Kıbrıs´ta 1992´den beri Güney Kürdistan´da yerleşmiştir. Kılık değiştirebilir ama oradan çıkmaz. Erdoğan´da Misak-ı Milli´den bahsediyor öyle görülüyor ki Musul´a Kerkük´e kadar gidecekler." diyordu.

Türkiye kendi modern tarihi boyunca nereye girmiş ve nereleri işgal etmişti? Bakalım, tabii ki ona göre; Kıbrıs ve Güney Kürdistan, yani Kuzey Irak...

Bunlardan Kuzey Irak´ta Türk askeri gücünün bulunması, mevzi bir şeydi. Ayrıca, yine oradan Türkiye´ye yönelik olarak, PKK tarafından yapılan sınır ötesi saldırıları Barzani tarafının bertaraf etmesi gerekirdi en başta. Ama onun buna gücü yetmediğinden dolayı, orada Türk askeri gücü vardı ve bu aynı zamanda, hem Barzani tarafına verdiği rahatsızlıktan dolayı ve hem de onun sınırları içerisinde komşu bir ülkeye yönelik saldırılardan dolayı hem uluslararası antlaşmalar ve hem de Türkiye ile Kuzey Irak yönetimi arasında yapılan antlaşmalar çerçevesinde yapılıyordu.

Bunu bilmeyecek ne vardı. Kaldı ki, eğer kendi sınırları içerisinden, bir başka ülkeye yapılan saldırıları Kuzey Irak´ın engelleme gücü eğer var olsaydı, bu Türkiye tarafından ondan talep edilir ve o da üzerine düşeni yapardı. Ama gücü yoksa, bu saldırılar devam mı etmeliydi? Hayır! Mutlaka, bunların, angajman kuralları çerçevesinde bir karşılığı olacaktı. Zaten devlet olmanın ve kendi toprağı ile birlikte insanını da korumanın bir adı ve anlamı olacaktı...

Başka söze ne hacet...

Kısacası Salih Müslim´in uğraşı, olsa olsa bir gram şeker için, bir keçi boynuzunu yemeye, onda bulunan şekeri tatmaya benzerdi velhasıl...

Ha onlar Kürt halkı değil, tabii ki yani PKK/PYD hem oraları işgalden el çeker, Kürt haklını rahat bırakır çekip gider ve gerek başta Esed´in galiz ve affedilmez yanlışlarından dolayı adeta kevgire dönen ve gerekse de -Türkiye hariç- İran gibi birçok bölgesel ve küresel devletin Suriye´de ´var olduğunu söylediği´ çıkarlarından vazgeçerlerdi.

O zaman Suriye´de kurtulurdu, Kürt halkı da...

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR