Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Hasan POSTACI


Niçin ?EVET´? Çı Ma ?Belê´ ? Qandê Çıçi ?Herê´


Yönetim açısından temel problemlerden biri de devlet anlayışından kaynaklanmaktadır. Ekstramum noktalarında devletin vatandaşa karşı korunduğu anlayışlarla, vatandaşın devlete karşı korunduğu bakış açılarının olduğu bir düşünsel sarkaçta tartışmalar sürdürülmektedir. Bu bağlamda çağdaş dünya büyük ve etkin bir güç olan devlete karşı vatandaşların korunmasına yönelik sistemlerin daha yaşanabilir olduğu bir iklimde durmaktadır. Anayasaların ana işlevi de vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini, çıkar ve kazanımlarını devlete karşı korumak olarak tanımlanmıştır.
Kitab-ı Kerim´de devlet için somut bir organizsayon ve örgütlenme modeli öngörülmez. Bunun yerine yönetim ve iktidarların benimsemesi gereken ilke ve değerlere vurgular vardır. Bu bağlamda yönetim ve iktidarı, adalet, istişare, şura gibi değerler temelinde ele alır. Tüm yönetim ve toplumsal düzenlemelerde ise korunması gereken beş temel esasa dikkat edilmesi gerekliliği üzerinde durur. Can, Mal, nesil, akıl/düşünce ve inanç özgürlüğünün emniyet altına alınmasına ve toplumsal yapıların bu beş emniyet üzerine kurulmasına yönelik emirler vardır. Bunların hangi devlet örgütlenme ve modeliyle sağlanmasına yönelik ise zamanın ve kültürün dinamik akışında değişkenlikler gösterebileceği gerçekliği ile şekillenebileceği sonuçlarına ulaşılabilir.
Türkiye Cumhuriyetinin kurucu ideolojisi/paradigması, devleti vatandaşa karşı koruma üzerine kurulu olduğu söylenebilir. Hatta bir adım daha ileri gidilerek topluma karşı jakoben bir anlayışla, bu paradigmaya uyumlu tek tipçi bireylerin oluşturulmasına yönelik katı devrim programları uygulandığı görülür. Birçok kültür ve medeniyete beşiklik etmiş Anadolu´nun çok dilli, çok kültürlü, çok dinli ve etnisiteli yapısı ağır bir inkâr ve asimilasyon sürecinden geçirilerek seküler/laik Türk milliyetçiliği temelinde yeniden şekillendirilmeye çalışılmıştır. Devletin ideolojik aygıtları topluma karşı ağır bir tepkisellikle programlanmış ve uygulayıcı seçkin askeri bürokrasi elitleri bu programların etkin uygulayıcıları olarak ağır bir vesayeti yeni kurulan sistemin genetiğine işlemeye çalışmışlardır. İlk dönem sivil siyasi bürokrasinin kahir ekseriyeti İttihat Terakki seçkinciliği üzerine kurulan askeri bürokrasiden geldiğini ayrıca belirtmek gerekir.
Bu bağlamda kuruluşundan bu yana devletçi jakoben siyasetin tüm sistemi kuşattığını görmek gerekir. Çok partili sisteme geçiş sonrası toplumcu siyasetin cılızda olsa ilk kıvılcımlarını başlatan Demokrat Parti deneyimi ancak on yıl dayanabilmiş ve Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanın idamı gibi ardında trajik sonuçlar bırakan askeri bir darbe ile son bulmuştur. Devletçi siyasetin sistem üzerinde oluşturduğu ağır vesayet günümüze kadar hep var olagelmiştir. Son olarak yaşanan 15 Temmuz askeri darbe girişimi bu ağır vesayetin hala devam ettiğini göstermektedir.          
Bu bağlamda Osmanlı bakiyesi üzerine kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti siyasal tarihi aynı zamanda bir darbeler tarihidir dersek pek abartmış olmayız. 1946 çok partili dönemin üzerinden geçen yaklaşık 70 yıllık kısa sürede bile yaşanmış, açığa çıkmış veya planlanmış onlarca darbe girişiminden bahsetmek mümkün. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve son olarak 15 Temmuz darbeleri topluma yansımış, derin izler oluşturmuş ve ardında travmatik olaylar ve acı dolu hatıralar bırakmıştır.
16 Nisan 2016 Pazar günü, 18 maddelik anayasa değişim paketi halk oylamasına sunulacak. Yapılacak değişikliklerde yeni bir yönetim sistemi öngörülüyor. Türkiye 93 yıldır parlamenter sistemle yönetiliyor. Bu 93 yılda 65 hükümet kuruldu. Kurulan hükümetlerin de birçoğu koalisyon hükümetlerinden oluştu. Yaklaşık her on yılda bir yapılan darbeleri de bu sürece eklersek, sitemin ne kadar istikrarsız ve zayıf bir yapıya sahip olduğunu anlarız.
Her ne kadar halkın seçtiği milletvekilleri ve mensubu bulundukları siyasal partileri yasama organı olan TBMM´yi oluşturup ve onunun içinden yürütmeyi temsil eden hükümetler kuruluyor olsa da yaşanan süreç göstermiştir ki iktidarlar hiçbir zaman muktedir olamamışlardır. Son olarak kabul edilen 1982 askeri darbe anayasasıyla iyice muhkemleştirilen sistemin oluşturduğu vesayet, halkın seçtiği iktidarların kayıtsız, şartsız yönetmesine asla müsaade etmemiştir. Bu sistem, halka ve halkın seçtiği parlamentoya güvenmeyen vesayetçi bir sistemdir. Yaşanan bu süreçte, askeri, bürokratik ve yargı oranlarının oluşturduğu vesayet, halkın seçtiği iktidarları sürekli durdurmaya ve bloke etmeye çalışmıştır. Daha derin bir analizle bakıldığında ise bu organların bir üst akıl tarafından yönetildiğini, kullanıldığını da yaşanan darbelerin arka planları incelendiğinde rahatlıkla görülür.
18 madde ile öngörülen değişimlere bakıldığında var olan parlamenter sistem yerine seçilmiş Cumhurbaşkanlığı sistemi düzenlenmektedir. Öngörülen düzenleme ile gelen en önemli değişme yürütme ve yasamanın keskin çizgilerle ayrılmasıdır. Yürütmenin başı minimum düzeyde halkın yüzde ellisinden bir fazlasının oyunu alabilen seçilmiş cumhurbaşkanı olması sağlanıyor. Seçilen Cumhurbaşkanı eskisinden farklı olarak bakanlarını kendisi belirliyor ve hükümeti kuruyor. Ayrıca meclisten güvenoyu alma gibi süreci uzatan şartlar kaldırılıyor. 
Yasama organı ise tek başına seçilmiş ve sayısı altı yüze çıkarılmış milletvekillerinden oluşan TBMM tüzel kişiliği ile oluşturuluyor. Bütçeyi oluşturma dışında Cumhurbaşkanının herhangi bir yasama yetkisi yok. 
Yürütmenin ve yasamanın denetlenmesi ile ilgili olarak da yeni farklı düzenlemeler getiriliyor. Bakanlar ve cumhurbaşkanı hakkında soru önergeleri verilebiliyor. Verilen soru önergesinin en geç 15 günde yanıtlanması şartı var. Türk Ceza Kanunun tüm maddeleri ve suç tanımları hakkında bakanların ve cumhurbaşkanının soruşturulması ve yargılanmasının yetkisi TBMM veriliyor. Soruşturma için salt çoğunluk (301 yeter sayı), yüce divana sevk ve yargılama için yanılmıyorsam üçte iki çoğunluk (400 yeter sayı) şartı getiriliyor ki eski sitemde vatana ihanet suçu dışında Cumhurbaşkanı yüce divana gönderilemiyordu. Yani yeni sistemde denetleme daha etkin kılınıyor.
Cumhurbaşkanına seçimleri yenileme yetkisi veriliyor. Bu yetki soruşturma süreçlerinde kullanılamıyor. Seçimlerin yenilenmesi kararı aynı zamanda Cumhurbaşkanı´nın seçilmesini de kapsadığını ayrıca belirtmekte yarar var.
Paketteki diğer düzenlemelerin çoğunda genel olarak bir toplumsal uzlaşı var. Örneğin askeri yargının kaldırılması, seçilme yaşının 18 olarak belirlenmesi, seçimlerin beş yılda bir ve aynı tarihte beraber yapılması gibi düzenlemeler genel olarak siyasi istikrarı ve eşitlikçi uygulamaları düzenlediği için doğru atılmış adımlar olarak görülüyor.
Yapılan düzenlemelerle gelecek yeniliklerin ne tür sonuçlar doğuracağını deneyimler gösterecek. Hiçbir düzenleme eksikliklerden ve zayıflıklardan beri değildir. Ancak ilk kez bir sivil irade ile getirilecek olan değişimin mevcut sistemdeki vesayet kuşatmasını kıracağının altını çizmek gerekir. Değişime getirilen en önemli eleştiri CHP´nin de Şili´de diktatörlüğü karşı yürütülmüş seçim kampanyasını aynı slogan ve stratejilerle seçim sürecine taşıması gösteriyor ki otoriteleşme ve tek adam yönetimine dönüşme tehlikesi oluşturuyor. Bu algı olayı sadece Recep Tayyip Erdoğan´ın şahsına indirgeyerek güçlendirilmeye çalışılıyor. Yürütmenin ve yasamanın seçimle belirlendiği ve çeşitli etkin düzenlemelerle birbirini denetlediği yeni sistemde bir tek adamlık tehlikesi olduğunu söylemek açıkça bir siyaset mühendisliği üzerinden manipülatif algılar üretmektir.
Bu değişim paketinin ülkenin geleceğini inşa etmede önemli bir açılım görmekle beraber, statükonun değişimi bağlamında bir askeri darbe ürünü olan 82 anayasasının ideolojik karakterini hala birçok vesayet aygıtı ve mekanizması ile devam ettiğini görmek gerekiyor. Evrensel temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, etnik, ayrımcı, elitisit, bizantist laikliğin törpülendiği, insan merkezli, devleti bir hizmet organizasyonu olarak gören ve tanımlayan, vesayetçi ideolojik aygıtlarından arındırılmış yeni, sivil bir anayasanın bundan sonraki süreçte gündeme gelmesi gerekir.  
Sonuç olarak yaşanan 15 Temmuz askeri darbesi bir kez daha göstermiştir ki bu sistemde halkın büyük çoğunluğunun oyunu alarak tek başınıza hükümet kurulsa bile bir askeri darbeye maruz kalmaktan kurtulamıyor. Mevcut sistemin ağır vesayet odakları ile kuşatılmış zemininde ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir hükümet vesayetçi sitemin hışmından, kuşatılmışlığından, baskı ve engellemelerinden kendini kurtaramıyor. Milletin egemenliğini ve hâkimiyetinin sözde kaldığı, hiçbir zaman belirleyici olmadığı ve olamayacağı, bu sistemden daha kötü bir sistem olamayacağının görüldüğü ve bunun değişmesinin kaçınılmaz olduğunu belirtelim. Bu bağlamda geleceğin özgür ve onurlu yarınlarını inşa etmede atılacak olan bu adımı bir başlangıç olarak görüp, ?EVET´ demek gerektiğinin altını çizerek vurgulayalım.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR