İslam dünyası derin bir krizin içinden geçiyor. Krizden çıkabilmemiz için ?din?le ilgili perspektifimizi değiştirmemiz lazım. İslam zannettiğimiz şey sorun çözmüyor aksine sorunun sebebi ve parçası oluyor. Din sorunlarımızı çözmüyorsa, bu zaaf ya dinden kaynaklanmaktadır veya bizim din anlayışımızdan.

 

Din Allah için değil, insan içindir. Din, mebde´ ve mead (varlığın ve insanın başlangıcı ile sonu) arasındaki varlık yolculuğunun yol haritasıdır. Dünyevi hayatımız hakkında bir şey söyleyemeyen dinin ??teoloji ve metafizik konular?la ilgili söylediklerinin de hakikat değeri yoktur. Çünkü biz bir başka varlık alanından bu varlık (dünya) alanına gelmişiz ve buradan başka varlık alanına gitmekteyiz. ?Burada, hemen ve şimdi? attığımız her tohum, burada ve orada yeşerecektir.

 

Bariz bir biçimde siyasi, bürokratik, ekonomik ve kültürel iktidar seçkinlerimiz 19. yüzyıl pozitivizminin derin etkisinde yanlış bir din telakkisine sahip bulunuyor. Halk kitleleri ise geleneğin ve tarihsel tortuların üzerine bindirilmiş modern ve postmodern uyuşturucu kültürün ağır baskısı altında bilinci uyuşmuş vaziyette  determine edilmektedir; milliyetçi ideolojilerin, ulus devletlerin ve demokrasilerin yücelttiği halk kitlelerin ise sahih dinle irtibatları neredeyse pamuk ipliğine bağlı: Tıpkı peygamberlerin gelişini zaruri kılan batıl din tasavvurunun etkisindeki toplumlar gibi, dini ya ?dar bir metafizik alan?a sıkıştırıyor veya meşruiyetini dinden almayan politik mücadelelerde dini araçsallaştırıyoruz. Devasa hayat alanlarını kendi öngörülerimize göre düzenleyip dini istismar ederken « dindar » kimliğimizi de bir kartvizit olarak kullanmayı ihmal etmiyoruz. Böyle olunca hakim ırk, kavim, sınıf, zümre, baskı grubu, güç, lobi veya başka güçler, ele geçirdiği avantajları kullanarak yerine göre güç yetirebildiklerini baskı altına alıyor, yerine göre toprak parçalarını temellük ediyorlar. Kavga Allah´ın mülkü üzerinde sürüyor. Bu süreçte din güç ve iktidar mücadelemizin meşruiyet ve motivasyon aracı oluyor.

 

Yöntemle ilgili hatalar da sorunları ağırlaştıran başka faktör. Müslüman topluluklar arası sürmekte olan etnik ve mezhep çatışmalarını sona erdirmek isterken, yaşanmış olan büyük tarihi tecrübeyi ve bu tecrübeye ilham kaynağı olmuş dini referansları devre dışı bırakarak yol kat edemeyiz. Tarih tek başına referans değildir ama geçmiş hayatları atlayıp referanslar alanına destursuz girmek de sadra şifa vermiyor. Bu bizi yüksek değerler adına sekülarizasyona götürür ki, bunun itibarda olan ifadesi ?insani değerler, evrensel doğrular, asıl olan Müslümanlık değil, insanlıktır? söylemi oluyor. Tabii ki özgürlüğe, ahlaki erdemlere, iyiliğe, hakikate, hakkaniyete ve adalete derin tutkusu ve arzusu olan insanın bu değerlere yönelmesi, onun evrensel beşerî fıtratına işaret eder. ?Evrensel değer? sonraları sahih dinle teyit edilmeyi bekleyen Hanif fıtratta yankı bulduğunda dikkate alınmaya değer. Çin´de yaşayan bir insan da adalet ister, Afrika´da yaşayan bir yoksul da. Çünkü insanı yaratan Allah´tır. Bütün iyi, doğru, güzel, faydalı kısaca hak değerlerin kaynağı O´dur. Allah bu değerleri bize ya temiz fıtrat (vicdan ve selim akıl) üzerinden veya ilahi vahiyler yoluyla verir, bildirir. Temiz fıtratın ve selim aklın doğru iş görebilmesi için ilahi vahiylerin ışığı altında iş ve işlev görüyor olması lazım. Dolayısıyla sahih dinden, yani son ilahi vahiy olan Kur´an´dan neş´et etmeyen veya onun değerleriyle buluşmayan evrensel insani değerler tamamıyla hurafedir, birer zulüm aracına dönüşmeye açıktır. Bugün «evrensel insani değerler » olarak dünyaya empoze edilen şeylerin, nasıl hakim güçler tarafından suiistimal ve istismar edildiklerini ; muhtevalarının zümre, sınıf, lobi, hakim güçler veya çıkar grupları tarafından siyasi ve ahlaki tahrifatlara uğratıldıklarını yaşayarak anlıyoruz.

 

Batı dünyası, Aydınlanma ile değerleri ve iktidarı, gökten yere indirip beşerî güçlerde mutlaklaştırdı. Egemenliği prense ve halka verdi; bununla eş zamanlı olarak toprağı sekülerleştirip ulus devletlerin vatanına, hakimiyet sahasına çevirdi. Bugün birbirleriyle bölgede savaşan Müslümanlar tam da bu çerçevede hakimiyeti kendi beşerî tekellerine alıp mutlaklaştırıyor, Allah´ın arzını yani toprağı sekülerleştirip egemenliklerinin ?ulusal vatanı? haline getirmek istiyorlar. Bu mücadelede din ve mezhepler sadece birer istismar aracıdır. ?Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm´a açar; kimi saptırmak isterse, göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.? (En´am: 6/125) Çatışıyorsak, sorunlarımızı konuşarak, anlayarak, müzakere ederek çözemiyorsak göğsümüz İslam´a kapalıdır demektir. İslam hayata davet eder; krizden felaha çıkarır.

 

Yaşamakta olduğumuz kriz İslam´ın değil, ?Müslümanın krizi?dir.  Bu krizin temelinde ne yapmaması gerektiğini bilen Müslümanların cehaleti yatmaktadır. Bu cehalet hem eğitimle elde edilmekte hem de derin bir tutkuyla sahiplenilmektedir.