Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Muhalefet ve İktidar; Başarısızlık ve “Başarı” Durumuna Dair

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


Geçmişten alırsak; Türkiye’nin, Özal dönemini kendine özgü sebeplerden dolayı istisna kıldığımızda, ondan önce yetmişler ve doksanlarda, görünüşte neredeyse siyaset sahnesinde var olan partilerin, belki de demokrasinin bir gereği olarak koalisyonlar adı altında ülke yönetiminde bir varlık gösterdikleri bilinir.

Yetmişlerin başında biri sol, sosyal demokrat çizgiden, diğeri ise, dinî hassasiyete sahip bulunan iki partinin(CHP-MSP) genel anlamda “olması pek de mümkün görünmeyecek” bir şekilde ikili bir koalisyonla ülke yönetiminde söz sahibi oldukları yakın siyasi tarihimiz açısından kayda değer bir yere sahip olmuştur.

Bilinmez, ama o iki partinin kendi içlerinde oluştuğunu düşündüğümüz ve belki de kendi elde tuttukları ideolojik sebepler söz konusu olmamış olsaydı, en azından hatırı sayılır bir zaman diliminde iktidardaki ortaklıkları devam edebilirdi.

Bu, sadece bir öngörü. Belki de umulmayacak bir şekilde, hem de ülkenin var olan ve giderek kalıtsallaşmış devasa boyutlardaki sorunların çözümü de pek âlâ mümkün olabilirdi.

Ama demek ki, bir sol, sosyal demokrat parti ile  “İslamcı” bir partinin ikili bir koalisyon oluşturarak ülkeyi elbirliğiyle yönetmesinin önünde ideolojik engeller ve her biri için kendi açılarından dolayı içerisinde bulundukları angajmanlarını aşamama durumu, dönemi açısından söz konusu idi.

-Konumuz dışında kalsa da, değinmeden geçmeyelim, o da bu farklı ideolojik siyasi partilerin bir araya gelip, “kısa süreli de olsa” iktidar ortağı olmaları, zaman, zaman kesintiye uğramış olsa da, sol ve İslamcı birçok çevre için, hatta siyaset dışı zeminlerde ileriye dönük bir şekilde ele alınmakta, üzerinde kafa yorulmaktadır.-

Buradan yetmişlerde sağ cenahta bulunan, aralarında çok da belirgin bir fark bulunmayan ve hemen, hemen aynı çizgiye, tutuma ve anlayışa sahip partilerin oluşturduğu Milliyetçi Cephe(MC) hükümetleri, kısa sürelik bir iktidar deneyimine sahip bulunan CHP-MSP hükümeti kadar, toplum nezdinde bir heyecana yol açmamıştı.

Elbette bunun kendine özgü şartları ve bir açıklama durumu söz konusudur.  Buna bir de, “iki cambazın bir ipte oynamayacağı” gerçeği de eklenirse, ironi yerini bulmuş olurdu!

12 Eylül rejiminin rengini taşıyan, ama buna rağmen özgürlükçü bir profil gösterme gayreti içerisinde olan Özal’ın ANAP’ının doksanın başlarına kadar süren iktidarı sonrasında, yine 12 Eylül öncesine ait milliyetçi ve sol reflekslere sahip partilerin gerek birbirleriyle olan karşıt ilişkileri ve gerekse de, “biri sağdan, biri soldan olacak şekilde” koalisyon hükümetlerinin icraatları, ülkeyi artık geri dönülemez kaos ortamına sürüklemeye başlamıştı. Örneğin; “ANASOL-M” hükümetinin icraatlarına bakılabilir.

Şimdiki manzaraya bakıp cidden iyi işler yapabilen bir muhalefet aranıp bulunmadığında, nasıl ki, “Türkiye’de muhalefet yok” diyorsak, o zamanlarda da, ciddi bir muhalefet olmadığı gibi, ciddi bir iktidarda yoktu.

Ülke, büyük oranda geçmişin rüzgarıyla ilerliyor, bir yerlere gidiyordu. O zamanın esas sermayesi, geçmişte sağlam temellere oturtulmuş bulunan bir ülkenin ve metanetini henüz elden bırakmamış, belki zengin değil, ama kararlı, tevekkül ehli, sabırlı bir millet vardı ki, bu güç çapsız iktidarlara ve o derecede çapsız muhalefete karşı kendini, ülkesini ve değerlerini sağlama almıştı.

İktidarın ve muhalefetin çapsızlığı ve halkın kararlılığı 2000’lere kadar sürdü.  Halk, “aradığını bekleyen ve arayışına devam edip durduğu çizgiyi korumaya çalışırken, iktidarı ve muhalefeti ile ülkenin kaderini ellerinde bulunan seçkin zevatın halinin artık zevale ereceği görülebiliyordu.

Hani,”yenilen pehlivan yenilgiye doymaz” misali, o süreçte gerek iktidarı ve gerek muhalefeti ile sağcı ve Kemalist/sol çevreler, adeta hep bir ağızdan, “biz kaybetmeseydik, Erdoğangiller ömür billah iktidara gelemezlerdi”  diye “sözde” kendi haklılıklarını ve acınası durumlarını çaktırmadan dile getirmeye çalışıyorlardı.

İnsanın “ yanlış yapmasaydınız beyler!” diyesi geliyor böylesi “hem kel, hem fodul” izahat için!

İşte, bir açıdan o dönemlerin siyasi atmosferinde kendi açısından yapılması gereken bazı işleri bir hal yoluna koymaya çalışan, ama yer, yer tökezleyen Milli Görüş çizgisi içerisinde, kendilerini “yenilikçiler” olarak tanımlayan kadronun kurduğu AK Parti, esen rüzgarı da kendi lehine çevirmesi ile birlikte birçok ulusal ve uluslar arası mevzuları kullanabilme refleksi göstermesi sonucu doğal olarak iktidara geldi.

Normal şartlarla ve demokrasinin de işler vaziyette olduğu bir ülkede icranın başında bulunan herhangi bir iktidarın en fazla on küsur yıl zarfında iktidarda kaldığı gözlemlenirken, çeşitli iç ve dış kaynaklı saldırılara, kendi işleyişinden kaynaklanan yıpranmışlığına ve en önemlisi de iktidarın kendi uygulamayı uygun gördüğü, büyük oranda yanlışlar içeren iktisadi problemlere rağmen yirmi küsur yıl iktidarda kalabilmiş ise, bunun üzerine durmak gerekir.

Siyaset bilimi ve her zaman vaki olmuş genel, geçer durumlara bakıldığında, bunda bir garipliğin olduğu sezilecektir.

Bizce, hu garipliği ta Cumhuriyet kurulduğu günden bugüne iktidarda bulunan sağ –milliyetçilerde dahil- Kemalist sol iktidarların, halkın kendi dini inançlarından kaynaklanan değer yargılarına yönelik ciddi bir hassasiyetlerin pek de olmayışı gibi ontolojik durumlarla bağlayabilir, o minvalde izah edebiliriz.

Tamam diyelim ki, bu uzun iktidar döneminde, halkın bizzat dininden kaynaklanan hassasiyetleri dikkate alındı, ama ekonomik alanda oluşan ve derinleşen duruma rağmen AK Parti bu son seçimi nasıl kazandı; diye sorulabilir.

Birçok kalemde baş aşağı gidildiği halde, AK Parti kendi iktidarını korudu, en azından dört, beş yıl daha başta kalacak ise, bu durum siyaset bilimi ve var olan, yaşanan gerçekliklere rağmen nasıl izah edilebilir.

Bu izah edişin iki tarafı var; birincisi iktidarın kendisi, AK Parti, işin ikinci tarafın ise muhalefetin kendisi.

Böyle bir durum, modern dönemde ve demokratik ortamlarda ne dünyada ve ne de ülkemizde, bugünkü kadar söz konusu olmamıştı. Keza, yetmişlerin bitimsiz ve ikrah edici koalisyon denemelerine karşı görece başarı sağladığı söylenebilecek olan Özallı iktidar yılları da, daha on yılını doldurmadan akamete uğramıştı.

O zaman, uygulandığında aynı sonucu vermesi gereken siyaset biliminin ve genel, geçer şartların var olan durumların cari olan hükmü, bir hayli uzun süren bu iktidar döneminde bir işe yaramamış mı oldu?

Burada, bir tarafın, normal işleyiş söz konusu olduğunda, var olan teamülün değişmemesi gerektiği, diğer tarafın ise, karşıtının teamül içre iktidara karşı çıkışının artık bir işe yaramadığı gerçeği kendini ele vermektedir. Bu durum, iktidarın kendi bulduğu siyasi bir yöntem olmadığı, bu durumun tüm katmanlarıyla muhalefetin icraatsızlığının birer sonucu olduğu izlenimini ediniyoruz.

Çok uzun söze ve geniş siyasi analizlere gerek kalmadan, öteden beri muhalefetin kendine özgü şartlarından ve bilhassa, Millet İttifakı bünyesinde bir araya gelen, aynı çatı altında toplanan, sözde aynı hedefe kilitlenen, ama yola çıktıklarında aynı amacı gütmedikleri şimdi çok net bilinen –çoğu da sağ tandanslı- partilerin kifayetsizlikleri ve buna bağlı çapsızlıkları onlara pahalıya mal oldu.

Ayrıca karşılarında, girdiği seçimlerin tamamına yakınını kazanmış bir lider ve o liderin lehine bir müddet dahi esebileceği düşünülen rüzgarın da etkisiyle muhalefet uzun bir süre yerinde sayacak, çoğu da CHP’de ve özellikle de “şimdiden” İYİ Parti'de başlamış bulunan parti içi muhalefet mücadelesine sahne olacaktır.

Aslına bakılırsa, “mal müdürü ne yapsın…” kabilinden cidden muhalefet edememe sorunu var olduğu ve giderek kalıcılaştığı sürece iktidar cephesi de birçok yanlışına rağmen alternatifsiz olmaya devam edecektir.

Bu durum kime yarayacak? Hiçbir tarafa, ama hiçbir emek sarf etmeden bu ülkenin kaymağını yemeyi kendine bak gören sözde “yerli” rant çevrelerine…

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR