Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Mustafa DOĞU


MİLLİ MÜCADELE SAİKLERİ İLE KÖŞE DÖNMEK!

Ülkede yapılan irili-ufaklı projeler ve geleceğe dönük taahhütlerin büyük kısmı ABD doları üzerinden gerçekleşmiş bir durumda iken, kime niçin-neyin savaşını veriyoruz.


MİLLİ MÜCADELE SAİKLERİ İLE KÖŞE DÖNMEK!

Her yönüyle ağır bedellerin ödenmesine neden olan yerli ve yabancı ihanet odakları tarafından gerçekleştirilmiş çok ağır, kanlı darbe girişimi neticesinde ülke ?olağan üstü? halden ?olağan? hale bir türlü geçemiyordu. Bu süreçte ise; ülkenin geleceğini ilgilendiren konularda çok önemli adımlar atılıyor, başta doksan küsur yıllık parlamenter sistem olmak üzere, köklü değişimleri gerçekleştirilecek anayasal değişiklikler referanduma-halkın oyuna sunuluyordu. Bu değişimin niteliği ve niceliği ise yeterince tartışılmaksızın maddeleştirilerek ?kervan giderken yolda dizilir? sözü muvacehesinde kamuoyuna sunuluyordu. Karizmatik bir lidere gelecekte çok tartışılacak yetkiler veriliyor, adeta la yüs´el bir konuma taşınıyordu.

Yeni sistemde parlamento sadece yasama görevi yapacak, yürütmeyi ise tamamen parti rozetini gönül rahatlığı ile takıp partinin tüm liderlik görevini de elinde bulunduracak Cumhurbaşkanı-Başkan tarafından oluşturulan hükümet gerçekleştirecekti. Kabine ataması ve ister tamamının-ister bazılarının azledilmesi de yine başkan tarafından gerçekleştirilecekti.  Bakanlar başta parlamento olmak üzere kimseye hesap vermek zorunda kalmayacaktı. Artık gensoru ile bakan düşürülmesi veya hakkında soru önergeleri verilmesi de pek mümkün olamayacaktı. Hükümeti düşürebilmek için, meclisin 401 vekille erken seçim kararı almasından başka bir yolda kalmamıştı.

Anayasanın belli maddelerinin değişimi ile ortaya konulan başkanlık (cumhurbaşkanlığı) modeli özellikle ileri demokrasinin kıblesi tayin edilmiş olan ABD´den çok esinlenmişti. Seçim öncesi yapılan ittifaklar bile alışılagelmiş ABD modelinin (Cumhuriyetçiler ve Demokratlar) farklı bir yansımasıydı. Daha ilginç olanı ise son kabinenin kuruluşunda örnek alınan modelde yine ABD modeli idi. Biraz işadamlarından, biraz bürokratlardan, birazda siyasetçilerden müteşekkil kabine Trump ABD´sinin birebir modellemesi idi. Kısacası ülke ticari bir işletme gibi yönetilecekti. Ekonominin-paranın yönlendirilmesi ve yönetilmesi ise çok sürpriz bir isme verilerek herkesi şaşırttıracaktı.

Kabine açıklanırken Türkiye´de saatler akşamın 10-11´ini gösteriyordu. Bizde tüm piyasalar kapanmış, dolayısıyla olumlu/olumsuz tepkiyi ölçmek için ertesi gününün sabahını beklemek gerekiyordu. Fakat uluslararası piyasa çalışıyordu ve çok ilginç bir şekilde olumsuz tepki vermeye başlamıştı. Kabine açıklanmazdan önce 4,5TL seviyelerinde seyreden ABD doları 4,75´leri göstermeye başlamıştı. Bu kabineye karşı verilen ilk olumsuz tepkininde işaretleriydi. Zira kabine gerçekten çok büyük sürprizlerle doluydu.

Yeni sistemle birlikte yeni kabinenin kurulmasının üzerinden daha 60 gün bile geçmemişti ki ülkede ekonomik göstergelerde baş döndürücü gelişmeler yaşanmaya başlamıştı.  Türk Lirası başta ABD doları olmak üzere tüm para birimleri karşısında devalüasyon üstüne devalüasyon yiyor ve tarihi zirve olan 7.22TL leri görüyordu. Piyasalara güven telkin edecek kararlar alınmıyor veya geciktiriliyor, meydanlarda sloganlaşan söylemler ve eylemlerle toplumda oluşabilecek negatif algılar bertaraf edilmeye çalışılıyordu. ABD ile yaşanan siyasi gerilim ekonominin ateşini yükselttikçe yükseltiyor başta sanayiciler olmak üzere tüm ticaret erbabı ?ne oluyoruz!? şaşkınlığı içerisinde olayları izlemekten öte bir şey yapamıyordu. İktidar erki başta olmak üzere tüm sivil kuruluşlarında katılımıyla ülkede ?dövizini ve altınını bozdur!? cihadı başlatılıyordu. Neticede iktidar tüm bu gelişmeleri ülkeye karşı gerçekleştirilen ekonomik savaş olarak ilan ediyor ve ABD mallarına ek gümrük vergileri koymak suretiyle halkta genel bir boykot uygulamasının startını veriyordu. Bu bir nebzede olsa yüksek ateşin birazcık düşmesini, ilk büyük dalganın da savuşturulmasını sağlıyordu.

Toplum, ölümü hissettiği için sıtmanın kendileri için büyük lütuf ve ikram olduğu bilinciyle 7,22´lerden 6 küsürlere düşen ABD dolarına karşı başlatılan cihadın büyük başarı sağlamışlığı ile zafer sarhoşu olmakta, kimse 4,5´lardan 6 küsürlere ne oldu da gelindiğinin hesabını soramamakta veya sormayı bile hadsizlik olarak telakki etmektedir. Görevlendirilmiş kadrolu yazar ve yorumcular ise kendilerine düşen bu tarihi sorumluluğu (!) fedakârca, çok ciddi tripler, jest ve mimikler eşliğinde milleti yorum yorum yorarak yorumlamaktadırlar. Aleyhte düşünen, konuşan ve yazanlar ise tek kelimeyle suçlanmaktadırlar ki o da ihanettir. Bu toplum belki de tarihinin hiçbir döneminde bu kadar objektiflikten, insaftan, adaletten, yoksun aşırı duygusal ve hamasi olmamıştı.

Aslında toplum olarak biz bu filmleri defalarca izledik ve büyük oranda da figüranları olduk. Çok kısa bir süre önce AB ülkeleriyle (İtalya, Fransa, Almanya, Hollanda) ile krizler yaşanmış, o ülkeleri yönetenler geçmiş faşist-nazi benzetmeleriyle şeytanlaştırılmışlardı. Hızını alamayan kraldan çok kralcı geçinen güruh ise boykot kararlarıyla sembolik bir takım AB ülkelerinin ürünlerini yakmaya-yırtmaya-kırmaya başlamışlardı. Hatta bazı STK temsilcileri ülkemizde açılan o ülkelerin girişimcilerine ait AVM´ler önünde arzı endam ederek protestolarını gerçekleştirerek taraflarını belli diyorlardı (!). Listeler hazırlanıyor ve elden ele dolaşarak boykot ürünleri afişe ediliyordu. Ama bu büyük cihad (!) birkaç gün sürüyor ve sonrasında ise unutulup gidiyordu. Kimse ?özellikle topluma yön vermesi gereken ulema ve aydınlar- olaylar soğuduktan sonra ?ya biz ne yapıyoruz böyle? diye sorgulama yapmıyordu.

ABD ve AB´nin varlık nedeni bizim gibi toplumları sömürmek, köleleştirmek, iradelerini ellerinden alarak kapitalizm diye isimlendirdikleri sistemlerine gönüllü uşaklar yapmaktır. Onların temel felsefesi; insanlığını tekâmüle erdirmiş üstün ırk olarak sadece kendilerini görürken, kendilerinin dışındaki tüm insanları ise henüz evrimlerini tamamlayamamış insanımsı varlıklar olarak kabullenmeleridir. ABD´nin AB´nin biz ve bizim gibi toplumları dost-müttefik görmesi bile tamamen kendi çıkarlarına hizmet edildiği sürecedir. Dolayısıyla kimse buradaki asıl problemin iliklerimize kadar işlemiş modernist ve konformist bir yaşam tarzının zihinlerimize adeta silinmezcesine kazıdığı marka fetişizminin oluşturduğu putlar olduğunu düşünmek dahi istemiyordu. Gönüller-kalpler temizlenemediği, algılar yıkılıp zihinlerde oluşan putlar yıkılamadığı müddetçe, bizler yüzlerce Lat, Menat, Hubel´ler kırsak ne olur? Hemen yerine yenileri ihdas edilir ve kutsayıcılık yeniden başlar. Bu kurulan ittifakların ve dost seçimlerinin bile hangi çıkarcı saikler üzerine gerçekleştirildiğinin de acı bir göstergesi olsa gerek.

Bütün bu sonuçlar devletin ortaya koyduğu politikaların toplumdaki tezahürlerinden öte bir şey değildir. İktidar kurulduğu günden itibaren halka hep ekonomik refah vadederek onlara konformist bir yaşam vadetmiştir. Ekonomide kalkınmışlık adına gerçekleştirilmeye çalışılan istikrarlı politikaların, diğer sosyal hayata dönük başta eğitim olmak üzere, insan kalitesini artıracak alanlarda yapılmadığı tüm istatistiki verilerle ortaya konmaktadır. Toplum paranoyalarının esiri olmuş, küçük kıvılcımlarla önü alınamaz büyük yangınları çıkarabilmektedir. İncir çekirdeğini doldurmayacak gerekçeler büyük katliam ve infiallerin nedeni olabilmektedir. Değer yargıları alabildiğine yozlaştırılmış, kapitalizmin-modernizmin-konformizmin içselleştirilmesini sağlayacak fetvalar -iktidara yakın olmak pahasına- bir takım adına ?âlim-ilahiyatçı-din adamı? denilen kimselerce hiç çekinilmeden üretilebilmektedir. En ufak bir eleştiri dahi başta iktidar erki olmak üzere kimse tarafından tahammül edilemez bulunulmakta, ülke adeta asrısaadeti yaşıyormuş havası estirilerek müsebbipleri alabildiğine masum kılınmaktadır. Oluşan iç ve dış tüm hadiseler ?ülkeye ilan edilmiş savaş? söylemleriyle görsel medyanın kadrolu yorumcuları başta olmak üzere herkes tarafından kabullenip kanıksanması sağlatılmaya çalışılmaktadır.

Ülkede yaşanan 94-98-2001-2007´deki krizlerine yüzeysel bir bakış yapmak ve birtakım mukayeselerde bulunmak için zaman tünelinde bir yolculuk yapalım. Bu gerçekleşmiş olan krizlerinde tamamı ekonomik idi ve bedelleri çok ağır ödendi. O dönemlerde de yaşanan bu krizlerde bu dönemde de olduğu gibi cevaplanması gereken birçok soru cevapsız kaldı ve kalmaya devam edecek gibi. Mesela bu yaşanan krizlerde yüksek kurla kimler döviz bozdurdu, düşük kurlarla kimler döviz satın aldı? Kamu bankaları bu krizler öncesi ve sonrası kimlere nasıl kaynak aktarımlarını hangi para cinslerinden yaptı? Bir dönemin merkez bankası başkanı olan zatın söylediği gibi gerçekleşenlerin tümü ?tesadüfü!? mü idi? Bu tesadüflerden neden ne hikmetse belli kesimler nasipleniyor da (!) toplumun kahir ekseriyeti fakirleştikçe fakirleşiyor. Milli mücadele saikleri ile hangi kahramanlarımız (!) birkaç köşeyi birlikte dönüyor?

Ülke olarak G-20´ye katılacak kadar milli geliri artırarak kişi başına gayri safi hasılayı on bin ABD dolarının üzerine çıkardık. Başta büyük şehirlerimiz olmak üzere baş döndürücü sayıda konutlar inşa ettik ve etmeye de devam ediyoruz. Gökdelenler gelişmişliğimizin, kalkınmışlığımızın birer göstergeleri olarak şehirlerimizin siluetlerini süsler hal aldı. İstanbul´u, Konya´yı, Bursa´yı, Kayseri´yi New York´tan, Londra´dan, Paris´ten, Berlin´den ayırt edilemez şekilde değiştirip dönüştürdük. Binalarıyla, caddeleriyle, sokaklarıyla birer batı kentine nasıl dönüştüklerimizin havasın bastık yedi düvele. Alış-verişlerimiz, eğlencelerimiz, kafelerimiz kısaca mekânlarımız değişti tam bir batılı gibi. Sohbetlerimiz, kıyafetlerimiz, kullandığımız eşyalarımız, binitlerimiz değişti. Köylerimizi bile yok ettik batılılaşma uğruna. Ülke tarım ve hayvancılıkta bile kendi kendine yeter olmaktan çıkıp her şeyi ithal eder hale gelirken modernleşmenin keyfini sürüyor ve bunun ne kadar doğru adımlar olduğunu savunuyor olduk. Taşa toprağa gömülen paralarla göreceli büyüyen ekonominin üretmeden tüketmeyi teşvik ettiğini ve bunun geleceğimiz açısından en büyük tehdidi oluşturacağını dahi sorgulayamaz olduk. Ülkede yapılan irili-ufaklı projeler ve geleceğe dönük taahhütlerin büyük kısmı ABD doları üzerinden gerçekleşmiş bir durumda iken, kime niçin-neyin savaşını veriyoruz. İsrafın, yolsuzluğun, liyakatsizliğin, vefasızlığın, nezaketsizliğin, hadsizliğin,  hukuksuzluğun her tarafımızı kuşatıp bir ahtapot gibi sarıp sarmaladığını göremez veya görmek istemez olduk. Ülkemizin en muhafazakâr addedilen şehirlerinde dahi uyuşturucu kullanımı-satışı tahminlerin ötesinde bir noktaya ulaşmış, evlilikler azalıp, boşanmalar çoğalmış, kimsenin kimseye (evladın ebeveyne, ebeveynin evlada, kardeşin kardeşe) tahammülü kalmadığı için koca koca evleri birer ikişer kişi kullanır olunmuş ne gam. Saff suresinin ikinci ve üçüncü ayetleri beni hep korkutmuştur. İlgi duyan ve merak edenler lütfen o ayetlere defalarca baksınlar. Kısacası kimse polyanacılık oynamasın, iyi durumda değiliz ve iyiye gitmiyoruz vesselam?

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR