Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Abdulbaki ÇAĞATAY


Medrese eğitiminde temel sorunlar

Modern eğitim sisteminde olduğu gibi ?ilim talebeleri? sınıf geçme derdinde değil, ders ve kitap geçme derdindedir. Uzaktan eğitim, yaygın eğitim modelinde olduğu gibi ehil olmayan insanlara diploma verme gibi bir durum söz konusu değildir.


Günümüzde faaliyet gösteren medreselerimizin temel sorunlarını doğru bir şekilde tespit edebilmek için; genel olarak medreselerin eğitim serüvenini iyi tahlil etmek gerekir. Unutmamalıyız ki; sorunlara doğru teşhis konulmadığı, sorunun kaynaklandığı bağlantılar doğru tespit edilmediği zaman sorunlar çözülemezler. Günümüz medreselerinin köklü ve derin sorunları vardır. Bu köklü ve derin sorunları; geçiştirici ve yüzeysel çözüm önerileriyle çözmeye çalışmak sorunları daha da karmaşık hale getirir. Medreselerin eğitim serüvenini iyi tahlil ettiğimizde günümüzde faaliyet gösteren medreselerimiz ile alakalı olarak karşımıza aşağıdaki sorunların çıktığını görürüz:

1- İstihdam, Denklik, Makbuliyet ve Meşruiyet Sorunu;

Günümüz medreselerinin genel manada bir intizam ve vizyon sorunu olabilir. Ancak temel ve asıl sorun mevcut nizam ve tevhidi tedrisat kanunudur. Açık söylemek gerekirse Türkiye´de faaliyet gösteren medreselerimizin resmi ideolojiye göre bir meşruiyet ve makbuliyet sorunu vardır. Maalesef medreselerimiz yasal olarak korsan, illegal faaliyet gösteren müesseseler hükmünde görülmektedir.
Medrese sorunlarını üniversite ortamında konuşuyor olmamız önemli bir aşama ve değerli bir gelişmedir. Yüce Rabbimden niyazım; bu ortam ve bu çalıştaydan ?aydınlar ve âlimler ittifakı? ile ?medrese ve üniversite tesanüdü? gibi bir sonucun çıkmasıdır.

Gerçek şu ki: medrese üniversitenin ruhu, üniversite ise medresenin bedenidir. İkisinin izdivacı hayat, ayrılmaları ise vefattır, zillettir, mihnettir.

Nizamiye Medreseleri;

Nizamülmülk, dünyada benzeri olmayacak ve adını kıyamete kadar sürdürecek bir medrese yapmak istemiştir. Nizamülmülk, medresenin her türlü ihtiyacını karşılamak için vakıflar, pazarlar kurdu. Bazı dükkân, hamam ve arazilerin gelirlerini müderris, talebe ve medreseye tahsis etti. İbni Hallikan´ın verdiği bilgiye göre; Bağdat Nizamiye Medresesi, dünya çapında büyük bir şöhrete ulaştığı için, kendi döneminde dünyaca meşhur âlim, müderris ve talebelerin tercih ve teveccühünü kazanmıştır. Öyle ki bu uğurda mezheplerini değiştiren âlimler ve müderrisler bile olmuştur. Ebu İshak eş-Şirazi, İbni Sabbağ ve İmam Gazali gibi büyük âlimler bu medreselerde tedrisat etmişlerdir. İnsanlar o dönemde medreselerde yer alabilmek için ciddi mücadele veriyorlardı. Bu mücadeleyi sadece Allah rızasını kazanmak için değil geçim sıkıntılarını gidermek için de veriyorlardı. O ortamı en güzel anlatan İmam Gazali´nin şu ifadesidir: ? ????? ????? ???? ???? ???? ????? ??? ?? ???? ??? ? ?Biz ilmi Allah için talep etmedik, Allah için tahsil etmedik. Fakat ilim Allah için olmaktan başka hiçbir şeye razı olmadı.?

Nizamülmülk´ün düşmanları onu köşeye sıkıştırmak için kendisini Sultan Melikşah´a şöyle şikâyet ettiler:
?Nizamülmülk, her yıl medreselere 300.000 ile 600.000 dinar harcıyor. Bu meblağ bize ayrılırsa İstanbul´u bile fethederiz.? Bunun üzerine Sultan Melikşah, Nizamülmülk´ten konu ile alakalı bilgi alır ve Nizamülmülk´ün haklı olduğunu görür, hazineyi tamamen onun emrine verir.

?Nizamiye medreselerinin? uzantısı olan ?Vakıf medreseler?, ?Fatih medresesi? ve ?Süleymaniye medresesi?, ?Ulema-i Rüsum? adı verilen bir âlim tipi yetiştiriyorlardı. Bu medreselerde yetişen öğrencilere, ?Hey´et-i tedrisiye? günümüz ifadesiyle ?öğretim kurulu üyeleri? tarafından ?icazet/diploma? verilirdi. Diplomalarını alan bu ilim talebeleri; kadılık, müftülük, nakiblik, vezirlik ve kâtiplik gibi önemli devlet kurumlarında istihdam edilirler, değer görürlerdi.

?Enderun Mektebi? kurulmadan önce ?devlet ricali, siyaset adamı? genellikle medrese çıkışlıydı. Medresede yetişen bir devlet ve siyaset adamı medresenin ?yıkım ve azap? yurduna ?eza ve cefa? evine dönüşmesine müsaade eder mi?.. Elbette hayır!

Medresede ilim tahsil eden öğrencilerin; maaşları, masrafları devlet hazinesinden veya vakıf tarafından karşılanırdı. Yemekleri ?imaret?ten karşılanan ilim talebelerine ayrıca vakıf tarafından ?burs? da ayrılırdı. Günümüz Türkiye´sinde hiçbir medrese öğrencisi ?üniversite öğrencilerinde olduğu gibi´ devlet bursu almamıştır.

Nizamiye ve Süleymaniye medreselerinde müderrislere yüksek maaş verilirdi. Günümüz dünyasında müderrisler ya hamal ya da bakkal veya bir esir pozisyonundadırlar. Selçuklular ve Osmanlılar döneminde kaliteli, iddialı profesyonel ilim ve fikir adamları istihdam edilirdi. Böyle olunca da medreselerin bir cazibesi ve albenisi olurdu. Zaten profesyonel ilim adamlarından ilim tahsil edilmediği zaman profesyonel manada ilim adamı da yetişmemiş olur. Tam da bu noktadan ?entelektüel çölleşme ve politik erozyon? sorunu doğmuştur. Bu iki çölleşme; ?Düşünsel içe kapanma ve mey´us olma? sorununu da doğurmuştur.

Allah resulü (sav) buyuruyor: ?İki sınıf insan vardır; onlar düzelirse bütün toplum düzelir, onlar bozulursa bütün toplum bozulur. Bunlar âlimler ve amirlerdir.?

Hadisi şerifte önce ?âlimler? sonra ?amirler/yöneticiler? denmesinin sebebi ve hikmeti şu olabilir: Politik çölleşme entelektüel çölleşmenin bir sonucudur. Yöneticilerin bozulması âlimlerin bozulmasının bir neticesidir. ?Ben bir muallim/öğretmen olarak gönderildim? diyen bir peygamberin ümmeti ?talim ve terbiye? konusunu iyi tahlil etmelidir.

Fatih Sultan Mehmed´in ?Sahn-i Seman/Medaris-i Semaniye? modeline göre; ilim tahsil eden bir talebe, kendi seviyesine göre devletin önemli yerlerinde istihdam edilirdi. Tahsilin çıtasını yükseltmek isteyen bir talebe ise; Sultan 2. Bayezid´in ?Altmışlı Medresinde? ilim tahsil etmeye başlardı. Burayı da bitirdikten sonra Kanun-i Sultan Süleyman´ın kurduğu ?Süleymaniye Medresesi?´nde ilim tahsil ederdi.

Bunu şunun için anlatıyorum: Süleymaniye medreselerinde ?Fen fakülteleri? bölümü vardır. Bu fakültelerde bilim ve sanat insanı yetişiyor ve devlet tarafından istihdam ediliyordu. Bu durum bize şu ayeti hatırlatıyor: ?Bununla beraber müminlerin hepsinin toplanıp birden savaşa çıkmaları uygun değildir. Her kabileden büyük bir kısım savaşa gitmeli, onlardan bir kısmı da, din ilimlerini öğrenmek ve kabileleri savaştan kendilerine döndüğü zaman,onları Allah´ın azâbı ile korkutmak için, geri kalmalıdır. Olur ki, Allah´ın azâbından sakınırlar.? (Tevbe:122)

 

İşte 1924 yılında medreselerin kapatılması, ilim ve fikirde ictihad seviyesindeki onlarca âlimin derdest edilmesi bizi; ?tasavvurat, fikriyat ve tatbikat? noktasında korkunç bir kaosun içine sürüklemiştir. Uleması, fukahası katledilmiş bir topluma dönüştük? Müderrisleri imha edilmiş medreselere dönüştük? Başsız bir gövdeye ve ruhsuz bir bedene dönüştük? Kendimizi her yönüyle yetim ve sahipsiz görüyoruz.

Burada da önemli bir ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum: Yüce Allah; ?Küfrün imamları/liderleriyle savaşın? (Tevbe:12) Yani küfrün lider kadrosunu ortadan kaldırın buyurmuştur. Biz onlara bunu yapamadık fakat onlar bize bunu uyguladılar. Âlimlerimizi, beyinlerimizi ortadan kaldırdılar ve bizler de çil yavruları gibi dağıldık? Çünkü ?Âlimin ölümü âlemin ölümüdür.?

Nizamiye medreselerinin baş müderrislerinden İmam Gazali (ra) yirmi beş yıllık bir süreç içerisinde bin yıllık bir vizyona, bin yıllık bir medrese geleneğine imza atmıştır. ?Bunu nasıl başarmıştır? Kimin desteğiyle yapmıştır?? noktasını iyi tahlil etmek durumundayız. Nizamülmülk´ün kurduğu ve Selçuklu devletinin sonuna kadar desteklediği, sahiplendiği ve saygı duyduğu bir medrese modelinden söz ediyoruz.
Günümüz medreselerinin ?Nizamiye ve Süleymaniye Medreselerinde? olduğu gibi bir devlet desteği var mıdır? Bir tanıma ve tanıtma desteği var mıdır? Tam tersine tarihi süreç içerisinde silme, yok etme, itibarsızlaştırma, aşağılama, merdiven altı nitelemeleriyle imha etme ve köşeye sıkıştırma gibi sorunlarla karşı karşıya kalmamış mıdır günümüz medreseleri? Durum böyle olunca profesyonel manada ilim ve fikir adamlarının, ilim ve aksiyon insanlarının yetişmesi mümkün olabilir mi?... Maalesef!

Medreselerin nefes borusunu ve hayat damarını kesenlerin sonra da ?medreselerde hayır ve hayat kalmamıştır? diyerek eleştirmesi kabul edilemez.

Bu milletin kökleriyle barışık olmayan; pozitivist ve seküler eğitim sistemine bir dünya feda edilirken, bu milletin kodlarıyla, kökleriyle ve değerleriyle tam bir uyum içerisinde olan medreselere ve hocalarına ?vurun kahpeye? diyerek olumsuz bir şema çizilmiştir bu ülkede?

Nizamiye ve Süleymaniye medreselerinin yıkılan enkazının altında kalan ?bakayayi medaris-i şer´iye? olan günümüz medreseleri kendi külünden yeniden alevlenmeye çalışsa da üretici bir bilgiye maalesef ulaşamamaktadır.

Bundan dolayı medreselerin ayağa kalkması için ?makbuliyete, meşruiyete, istihdama ve onları konuşurken uygun bir lisana? ihtiyacı vardır. Aynı zamanda medreselerin yaşadığı maddi sorunların, medreselerin her açıdan maddi bağımsızlığını sağlayacak vakfiyeler kurulması yoluyla çözümü gerekmektedir.

2- Bilgiyi bilince dönüştürememe ve bilginin kaynağı sorunu;

Aslında gelinen noktada misyona (bu gün nerede, ne yapmalı, nerde durmalı) ve vizyona (yarın nerede olmalı, ne yapmalı, nereye varmalı) dair sorunlarımız da vardır. ?Bunları, din adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırsalardı ya! Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!? (Maide:63) Ve İbrahim´in dilinden ?Ben Müslümanların ilkiyim? (En´am:163) buyurulan ayetler hangi hakikati dile getirmektedir?

İmam Ahmed İbni Hanbel, teheccüd namazına kalkmayan bir talebeye;
?Sübhanallah! İlim talebesi teheccüd namazına kalkmıyor? diyerek uyarmış ve bilinç aşılamaya çalımıştır.
Bilginin kaynağı sorununa gelince; birinci şiarımız, ?Hikmet bizim mirasımızdır? olmalıdır. Hedefimiz ise, Batılılar gibi hakkı teslim almak değil, hakka teslim olmak ve hakkı yüceltmek? olmalıdır. Bilginin, emanet ve sorumluluk olduğunun bilincinde olarak hareket etmeliyiz ki; bilgi bizim için sorun olmasın ve bizi Bel´amlaştırmasın.

Bilgi kimin elinde ise gücün onda olduğunun farkında olmalı, Âdem´e yapılan secdenin bilgi karşısında yapıldığını unutmamalıyız.

İkinci şiarımız ise ?Dünyayı aydınlatan ve bundan sonra da aydınlatacak olan biziz? olmalıdır. Bu şiar ile çocuklarımızı eğitip geliştirerek yarınlara hazırlamalıyız.

Üçüncü şiarımız ise ?İlim her Müslüman erkeğe ve her Müslüman kadına farzdır? olmalıdır. Böylece ilme, namaz, oruç gibi ibadet nazarıyla bakıp mutlaka ilim tahsil etmeliyiz.

Sezai Karakoç ifadesiyle; ?Maksat, gösterişli ve gürültülü bir biçimde laf yarışı yapmak değil, yeniden kurulacak ve insanlığın içinde bir anıt gibi yükselecek İslam toplumunu en alçak gönüllü çalışmalarla, sessizce ve gösterişsizce inşa etmektir. İnşa edebilmek için de her şeyden önce her alanda inşa edicileri, ibda edicileri yetiştirmeyi, namaz gibi, oruç gibi kutsal bir borç bilmektir.?

Dördüncü şiarımız ?Beşikten mezara kadar ilim? olmalıdır.

Beşinci şiarımız ise ?İlim Çin´de de olsa tahsil et? olmalıdır. Böylece dur durak bilmeden ilim ile iştigal etmeyi hedefimize koymalıyız.

3- Fiziksel sorunlar;

Nizamiye ve Süleymaniye medreselerini incelediğimiz zaman; camisiyle, daruşşifasıyla, hamamıyla, anfisiyle, dershaneleriyle, lojmanlarıyla, kütüphaneleriyle ve yemekhaneleriyle muazzam bir külliye ile karşılaşıyoruz. Çağın vaciplerine göre öğrencilere bir zemin hazırlanmalıdır. Öğrenciyi cezbedecek fiziki bir ortam oluşturulmalıdır. Son dönemlerde kısmi bir takım düzenlemeler olsa da bu asla yeterli değildir.

4- Derse dair sorunlar;

Aslında bütün derslere giren sabit müderris, değiştirilmeyen sabit ders, kabiliyeti ne olursa olsun her talebeye aynı programın uygulanması sorun oluşturmaktadır. Osmanlı medreselerinde genellikle ?her ders için ayrı bir müderris? tahsis edilirdi. Gelinen noktada bizim yöntemimiz olan bütün derslere tek ve sabit müderrisin girmesi; ???? ???? ??? ???? / hepsini kazanayım derken tümünden mahrum kalmak? türünden bir soruna dönüşmüştür.

 

Osmanlı medreselerinde müderris bazen kendi hazırladığı dersi talebelere anlatır, bazen de meşhur bir metne dayanarak anlatırdı? Kesinlikle talebeler anlatılan dersi not alır, ezberler ve sınıf ortamında tekrarlardı. Müderris talebenin izahlarını dinler ve düzeltilmesi gereken yerlere müdahale ederdi. Yani ilim talebelerine kabiliyetlerine göre yön vermek ve yol göstermek hocanın bir göreviydi. İmam Şafii (ra) bir beyitte şöyle demiştir:

? Ey kardeşim, ilme ancak şu altı şeyle nail olabilirsin:
Zekâ, azim, çok çalışmak, maddi imkân,
Üstadın irşadı ve ayrılan uzun zaman.?
İmam Şafii bu ifadelerinde aslında bu sorunlara dikkat çekmiştir.
Talebe ders geçer öğrenci sınıf geçerdi?

Modern eğitim sisteminde olduğu gibi ?ilim talebeleri? sınıf geçme derdinde değil, ders ve kitap geçme derdindedir. Uzaktan eğitim, yaygın eğitim modelinde olduğu gibi ehil olmayan insanlara diploma verme gibi bir durum söz konusu değildir.

Hülasa; Zemine, zamana ve şartlara taalluk eden sorunlarımız vardır?
Medreseye, müderrise ve derse taalluk eden sorunlarımız vardır...
Devlete, diyanete ve resmiyete taalluk eden sorunlarımız vardır?
Fakat en temel sorun başta da ifade ettiğim gibi devlete ve diyanete taalluk eden sorundur.

Geçen yıl; Diyanet işleri başkanı Ali Erbaş Hoca; ?Sahih Din? vurgusu yapmış ve bunun için doğru adres olarak; ?Diyanet Camiası, Din İşleri Yüksek Kurulu ve İlahiyat Fakültelerini? göstermişti. Sahih din için gösterilen bu adres resmi ideolojiye göre; efradını cami, ağyarını mani olabilir. Ancak ağyarını mani olmasından amaçlanan şey; medreseler, İslami vakıf ve dernekler ise; bunun adı ötekileştirmek bunun adı hakaret, bunun adı zulümdür.

Bırakın Ebu Zerr´in Medreseleri devam etsin. Bir gün Ebu Zerr´e bu topraklarda çok ama çok ihtiyaç duyulacak. O zaman da onu arayacaksınız fakat onu artık sürgün ettiğiniz o Rebeze´de bile bulamayacaksınız. Ona dönemin devlet yöneticileri ?fetva vermek sana yasaklandı? dediklerinde o şöyle diyordu: ? ?? ????? ???????? ??? ??? /Keşke siz kafamı koparsaydınız da bana böyle bir yasak getirmeseydiniz.?

 

Kusura bakmasınlar ama şunu ifade etmek durumundayım: Diyanet Camiasının ve Din işleri yüksek kurulunun; sahih din anlayışı ve ayetlerden hüküm istinbat edişi, devletin resmi ideolojisinin müsaade buyurduğu ve vize hakkı tanıdığı yere kadardır. Onların bu durumu, ictihadı çok eşlilik ruhsatına kadar devam eden hanım müctehidenin durumuna benzemektedir. Ancak risk alan hocalar buna istisna teşkil edebilmektedir.

Unutmayalım ki Diyanet teşkilatının mezhebini esas aldığı Ebu Hanife´nin mezhebi(yolu) resmiyetin dışında kalmayı tercih etmektir. O; hür, bağımsız bir şekilde resmiyete rest çekerek ilmi mücadelesini sürdürmeyi ve bu uğurda şehid olmayı tercih eden büyük bir ilim adamı idi. Kendi döneminde laik ve demokratik bir düzenle muhatap olmamasına rağmen?

İlim ve icitihatta, fıkıh ve istinbatta; ehliyet ve liyakat resmiyet ile değil, hikmet, marifet ve hakkaniyet ile belirlenir. Adalet midir ki hikmete ve şeriata devlet vizesi konulmuş olsun?!

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Aziz DARICI
17.04.2019 12:01:24
Allah razı olsun Hocam...Kaleminize ve ilminize bereket...Önemli konulara temas etmişsiniz...

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR