“Kültür lafını duyduğumda tabancamın emniyetini açarım” Goebbels.
İktidarların görevi herkesin bilgiye rahatça ulaşabileceği bir atmosfer, bir özgürlük ortamı yaratmaktır. Bilgi ve özgürlük ayrılmaz ikilidir. Kültür bilgiye dayanır ve aslında bilgiden sonra başlar. Bilgi toplumunda kültür oluşur.
Antonia Gramci; “Sosyo-kültürel hâkimiyet ya da üstünlük bir topluluk içinde bir grubun baskınlığı, hâkimiyeti dir” der.
Kültürel iktidar, her alanda hegemonya kurmak, hayatın her alanını kendi rengine boyamakla değil, temel hak ve özgürlükleri teminat altına alıp düşünce üretecek bilgiye ulaşma ortamını sağlamakla gerçekleşir. Düşünce üretmek, bilim üretmek; hükmederek, emir komuta zinciri ile gerçekleşek bir şey değil, evrensel normlarla ve bilgiyi insanlığın ortak değeri gibi gören bir anlayışla mümkündür. Siyaset kurumunun düşünceye müdahalesi düşüncesizliği doğurur. Egemen “fikir” anlayışı yerine “fikirler” den söz etmek daha sağlıklıdır. Namık Kemal’in tabiriyle “barika-ı hakikat müsademe-ı efkârdan çıkar” (hakikat güneşi fikirlerin müzakeresinden doğar). Fikirler tartışarak müzakere edilerek gelişir, büyür ve kök salar.
Farklılıkları kucaklayacak tüm düşünceleri zenginlik olarak görüp özgür bir ortam içinde fikirlerin kabul görmesi gerekir. Devlet, fikirler karşısında taraf olmamalı, şiddet içermeyen tüm fikirler açıkça ifade edilebilmelidir.
Toplumun belli bir kesimini kültürel olarak kusurlu görmek, farklı düşünceleri hor görmek, kendi düşüncesini mutlak doğru kabul etmek sağlıklı bir düşünce tarzı olmadığı gibi eşit vatandaşlık ilkesine de aykırıdır.
Sadakat ve biat kültürü kültür değildir. Düşüncenin tektipleştirilmesi, farklı düşüncelerin baskılanması, akli ilimleri dışlama kültürel körleşmenin başlıca nedenidir. Rejimin “makbul” zemini sadece “dindarlık” la sınırlamak, Türkçü- milliyetçiliği sığınılacak bir liman haline getirmenin sonucunda yaşanacak olan “kültürel hezimet” olur, tıpkı bu günkü gibi.
Kültürel iktidar Orwell’in 1984 romanında belirttiği gibi “zihinleri kontrol altına alan” bir baskıcılık ile gerçekleşmez, “gönüllülük “ esasıyla ahlak ve etik değerler üzerinden gerçekleşebilir.
Hegemonik anlayışlar kültür üretemez. Lidere atfedilen kutsiyet mutlak biatı gerektirir. Mutlak biat ve sadakat; aklın, fikrin, bilginin, iradenin lider tarafından ipotek edilmesidir. Neyin tartışılacağına, nasıl gündeme taşınacağına lider karar verir. Siyasal iktidarı memnun etmek için yola çıkan sinema, tiyatro ve sanat kültürel kimliğini yitirir.
Koşulsuz biat İslam’ın ilk döneminde yoktur. Hz. Peygamberin söylemlerine “Bu senin sözün mü yoksa Allah’ın mı?” diye sorgulayan bir toplum vardı. “Benim sözüm” denildiğinde, gerektiğinde muhalefet edip itiraz ederlerdi.
Kültürel iktidar polis, asker ve yargıyı kullanarak, gruplar halinde sahasında yetkin akademisyenleri üniversiteden uzaklaştırarak, yazarları hapse atarak, baskı altında tutarak sağlanamaz. Hükümet yol yapar, havaalanı yapar, liman yapar ama kültür inşa edemez. Kültür; toplumun ele geçirilmesi gereken bir kontrol kulesi değil.
Dünyada kültürel çalışmaları sivil alanda STK’lar yapar. Ancak iktidarın arka bahçesi haline gelen, devletin kurumlarından akçeli işlere giren, ganimetten pay alma uğraşında ve yarışındaki kuruluşlar STK hüvviyetini kaybeder. Bugün de yaşanan budur.
Kültürel iktidar konusu, önemli bir İslam düşünürü olan İbn Haldun Üniversitesi’nde gündeme geldi. Türkiye’de olmasa da dünyada üniversiteler hür düşüncenin, bilginin, teknolojinin üretim merkezi konumundalar. Türkiyede ilk üniversite 1933’te kuruldu, 1950’ye geldiğimizde bu sayı 3’e ulaşabilmişti bugün ise 203 üniversite mevcut. Türkiye’de üniversitelerde oluşturulan kadrolar ihtiyaca, bilime, liyakate göre değil, siyasetin ihtiyacına göre şekillenmektedir. Her ile üniversite politikası eğitimin niteliğini daha da düşürmüştür. Üniversiteler yüksek lise olarak anılmaktalar. 40 üniversitenin rektörü eski milletvekili, 72 rektör bilimsel eser yazmak yerine günde 100 civarında tweet yazmışlar. Bu tweetler hükümete ya da cumhurbaşkanına destek veya bağlılık içeren mahiyette. Türkiye’de rektör olmak için liyakata, akademik başarıya bakılmıyor, siyasi düşüncesi baz alınıyor. 73 Hukuk Fakültesi’nden 29’unun dekanı vekâleten görev yaparken 17’si ise hukukçu değil. Baytar, kimyacı, ziraatçı, işletmeci v.s. meslek sahibi. Bir üniversinenin rektör yardımcısı “biz cahillerin ferasetine güveniyoruz” diyebiliyorsa, üniversitenin fikir üretme merkezi olmaktan çıktığını, kendisinin sorun haline geldiğini gösteriyor.
Türkiye’nin üniversite kütüphanelerinde bulunan kitap toplamı 15,2 miyonken, Harvard Üniversitesi’nin kütüphanesinde 20,4 milyon kitap, 400 milyon makale bulunmaktadır. Türkiye’nin en iyi üniversitesi olan Boğaziçi’nde 375 bin kitap bulunmasına karşın, Cambridge’de 12 milyon, Oxfort’ta 9 milyon kitap bulunmaktadır. Dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasına Türkiye’den 1 veya 2 üniversite ancak girebilmektedir. Türkiye’de 54 bin 36 okuldan sadece 26 bin 173 ünde kütüphane bulunuyor. Bu okulların yarısındaa kütüphane olmadığı anlamına geliyor. Bu tablo kültürel iktidarla ilgili olarak siyaset kurumana bir cevaptır.
Türkiye’de son beş yılda 3 bin camiye karşılık 50 kütüphane, 94 adet de cezaevi inşa edilmiştir. Adalet Bakanlığı önümüzdeki beş yıl için de 193 yeni cezaevi planladığını açıkladı, ancak kaç kütüphane planladığını bilmiyoruz.
İktidarın her türlü “amacı” “araç” haline getirdiğini görüyoruz. Tek bir amacı vardır; her türlü ahval ve şerait içinde iktidarın devamını sürdürmek. İktidarın devamı için kullanılan araçların ahlaki zeminde bir karşılığı yok. Din ve milliyetçilik üzerinden iktidarı tahkim etme çabası içinde. Bu da toplumun özellikle de gençlerin fevc fevc dinden uzaklaşmalarına neden oluyor. Hamasi söylemlerin siyasal karşılığı olsa da gençler eylemlerinizi, yaşam tarzınızı baz alır. Saraylarda yaşayıp milyonluk jiplerle “Peygamber’in bir hurmayla iftar açtığı”nı veya “Ömer’in yamalı elbiseyle dolaştığı”nı söylemenin bir karşılığı olmaz. Uzayda yaşamın konuşulduğu bir dünyada, bir lokma bir hırka edebiyatı sadece deist yetiştirir.
Bir dini yoruma dayalı yaşam tarzını kamu kaynaklarını kullanarak topluma dayatmanın bir örneği de; Türkiye’nin ilk pandemi hastanesi olarak 1924’te kurulan verem hastalarının tedavi edildiği Heybeliada Sanatoryumu ile 200 dönüm arazisini “islami eğitim merkezi” kurulması amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmesidir. Diyanet reisinin kılıçlı lanet okuma hutbesi dine hizmet etmediği gibi dini tepkinin merkezine koyuyor. Tüm mezhep ve meşrepleri kucaklaması gereken diyanet, maalesef sadece Sünni ve Hanefiliği temsilde ısrarcı davranmaktadır.
Konda 2008-2018 arasındaki 10 yıla dair mukayeseleri içeren toplumun değişim raporunda; 10 yıl önce kendini dindar olarak tanımlayanların oranı yüzde 55’ten yüzde 51’e gerilerken “asla başımı örtmem” diyenlerin oranı yüzde 50’den bugün için yüzde 58’e yükselmiş. Yine Türkiye’de ateist oranı yüzde 1’den yüzde 3’e yükselirken, oruç tutanların oranı yüzde 77’den yüzde 65’e gerilemiş.
İbn Haldun; “din temelli devletlerin yok olması mukadderdir” der. Dindar nesil yetiştirmeye matuf olarak İmam Hatip Okulları’nda okuyan öğrenci sayısı 1 milyon 400 bine çıkartılmış, yüzlerce ilahiyat fakültesi, tarikat okulları, binlerce radyo, yüzlerce tv kurulmasına rağmen ahlaklı ve erdemli bir nesil yetiştirilememiş, tam aksine kültürel çürüme pik yapmış. Devrin iş insanı; “gecelik ilişkilerden hoşlansaydım İstanbul’da kadın kalmazdı ”, oğlu rektör olan bir İlahiyatçı; “yolsuzluk hırsızlık değildir”, kamudan en çok ihale alan müteahit; “Bu milletin... koyacağım” diyebiliyor ve iktidar cenahı tarafından bir tepkiyle karşılaşmıyor. Bunun faturası da din’e kesiliyor.
İktidarın kültürden anladığı “Mars’ın fethi” karşısına “İstanbul’un Fethi”yle çıkmak... Fetih yıldönümünde 1453 hafriyat kamyonunu İstanbul Havalimanı pistine ard arda dizmek, Ayasofya’da Bizans mozaiklerinin üzerine perde çekmek. Bu ancak Avrasyacı Kemalizm’e kur yapan Türkçü- Milliyetçi bir kültür anlayışıyla açıklanabilir.
Kültürel iktidarın; parayla, güçle, siyasi zorbalıkla kurulamadığını yaşayarak öğrendik. Kültür ayakkabı kutularına, para kasalarına sığmaz. Milyonluk jiplere binip beş yıldızlı otellerde iftar açmak, binlerce dolarlık ayakkabı alıp altına ismini yazdırmak kültür değil görgüsüzlüktür. Kültür soyuttur ama çok değerlidir. Kültür zamanla oluşur, dış müdahaleyi reddeder, sabır ister, emek ister, akıl ister ve en önemlisi özgürlük ister.