Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Enes TARIM


Kibir ve Tekebbür

Etrafımız, servet yaptıkça kendini müstağni görmüş, ilmi arttıkça kibirlenmiş, bir dernek/ parti ya da cemiyette üst yönetimlere geldikçe şımarmış insanlarla dolu.


Cahiliye, İslam öncesi Arapların inanç, tutum ve davranışlarını belirtmek için kullanılan, sadece geçmişte kalmış bir zamanın adı ve özelliği değil: bilakis bir zihniyetin adıdır. Çünkü cahiliye, tarihsel bir tanımlama değil, sıfattır. Hem bireysel hem toplumsal anlamda, tevhidi olmayan hayatı belirtir.

O, ?İslam öncesi? diye tercüme de edilemez. Çünkü daha çok şimdiyi gösterir. Ve her daim hortlamaya hazır bir tehlike olarak zihinlerde gizliden gizliye varlığını sürdürür.

***

Kibir, Türkçede büyüklenmek ve böbürlenmek kelimeleriyle ifade edilirken günlük hayatta da, egosu şişirilmiş, refah ve zenginlikle şımartılmış fors sahipleri anlamında kullanılır.

O, iman etmeyenlerin genel bir hasletidir ve Kur´an buna teref der. Refah ve bolluk içinde yaşayıp; servet ve refahla büyüklenerek şımarmak demektir. Yani kibirli olanlar, toplumun rahatlık ve konfordan şımarmış fors sahipleridir.

***

Rabbimiz, Kitabında olumsuz kişiliklerden biri olarak Karun´u anlatır: ?Karun, Musa´nın kavmindendi. Kavmine karşı böbürlenerek onlara zulmetmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Onun kibirlendiğini gören kavmi kendisine şöyle demişti: ?Şımarma! Allah şımaranları sevmez! Allah´ın sana verdiği bu servetle ahiret yurdunu kazanmaya çalış. Dünyadaki nasibini de unutma. Allah sana nasıl iyilik ettiyse, sen de başkalarına iyilik et. Yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışma. Allah fesatçıları sevmez.? Karun: ?Ben o serveti kendi bilgimle kazandım?, dedi. Karun bilmiyor mu ki, Allah daha önceki zamanlarda kendinden daha güçlü, taraftarı daha fazla nice nesilleri helak etti. Günahkârlardan günahları sorulmaz bile. Bir gün Karun bütün debdebesiyle kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: ?Karun´a verilen keşke bize de verilseydi! Doğrusu o çok şanslı adam?, dediler. Bilenler ise: ?Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara Allah´ın vereceği sevap daha değerlidir. Bu mükâfata ise ancak sabredenler kavuşur? dediler. Sonunda biz onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah´a karşı ona yardım edecek bir kimse bulunamadı. Kendisi de kendini savunup kurtaracak durumda değildi.? (Kasas 76-81)

Karun kıssası Rabbinin verdiği nimetlerle kibirlenen, kendini beğenip böbürlenenler için sayısız derslerle doludur. Hazinesinin anahtarlarını, güçlü bir topluluğun zor taşıyabildiği Karun, servetine güvendiği, böbürlenip gururlandığı için servetiyle birlikte yerin dibine geçirildi. Ve sonraki nesillerin aynı akıbete uğramaması için Rabbimiz Kitabında herkesi kibir ve gururdan meneder:

?Kibirlenip de insanlara yanağını bükme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.? (Lokman 18)

***

Kur´an da ismi zikredilerek anılan, Karun´un aksine değer verilen, örnek bir şahsiyet olarak bahsedilen isimlerden biridir Lokman.

Onun ne zaman ve nerede yaşadığı, nerede öldüğü, hangi milletten olduğu ya da ne ile meşgul olduğunu bilmiyoruz. Çünkü Kuran bunların üzerinde durmaz. Rabbimizin katında bizlere yarayacak bilgi bunlar değil; hayatına yön veren değerlerin neler olduğudur.

Lokman, Karun´un aksine bize çağlar ötesinden oğluna yapmış olduğu nasihatlerle anlamlı mesajlar verir ve onun nasihatleri aktarılarak örnek almamız istenir.

O, oğluna yürüyüşünden ses tonuna, nasıl davranması ve konuşması gerektiği hususunda öğütlerde bulunur: ?Büyüklük taslayarak insanlardan yüz çevirme!?(Lokman 18)

Ayetin Arapça metninde geçen ?sa´r?, aslında develerin boyunları ile ilgili bir hastalıktır. Develer bu hastalığa tutulduğu zaman, boyunları yukarıya kalkık olarak hep bir noktaya, bir tarafa bakmak zorunda kalır. İşte, Lokman oğlundan, bu hastalığa tutulmuş bir deve gibi yapmayıp, konuşurken yüzünü insanlara alaka ile çevirmesini ve onlara karşı asla kibirlenmemesini ister. Yürüyüşüne bile dikkat edip, nasıl yürümesi gerektiğini öğütler: ?Yeryüzünde kibirlenerek yürüme! Şüphesiz ki, AIlah büyüklük taslayan ve övünen kimseleri hiç sevmez. Yürüyüşünde tabii ol!? (Lokman 18)  Bu yürüyüş, her türlü yapmacıktan uzak, tabii bir yürüyüştür. Ne bir gurur ve kibir gösterişi içinde, ne de acizlik, takva yahut tevazu gösterişi içinde yürünecektir.

O, oğluna yürüyüşle ilgili öğüdünü yaparken, Allah´ın büyüklük taslayan ve kendisiyle övünen kimseleri sevmediğini hatırlatmak suretiyle bu kötü huydan uzak durmasını teşvik etmektedir. Çünkü kibir ve kendini beğenme, bütün iyilikleri yok eden büyük bir afettir. Nitekim Şeytan kibri sebebiyle kâfir olmamış mıdır? Bu sebeple, Rabbimiz Kur´an´da mütekebbir ve kendisiyle övünen kimseleri sevmediğini müteaddit yerlerde belirtmiş; Nebi de şöyle buyurmuştur: ?Kalbinde zerre ağırlığınca kibir bulunan kimse Cennet´e giremez??

Lokman´ın oğluna olan öğütlerinin sonuncusu ise, insanlarla konuşurken sesini lüzumundan fazla yükseltmemesi ile ilgilidir: ?Sesini de alçalt! Çünkü seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir?? (Lokman 19)

Şüphesiz bu, lüzumsuz yere yüksek ses tonuyla konuşmanın çirkinliğini ortaya koyan ve zihinlerde yer edecek, hiç unutulmayacak olan nefis bir benzetmedir. Şu halde insan, bu kötü duruma düşmemek için konuşurken ses tonuna dikkat etmeli ve sanki bir sağıra sesleniyor gibi sesini çok fazla yükseltmemelidir.

***

O halde başkalarının küçüklüğü üzerinden büyük olduğunu hissetmek isteyenin halidir kibir. İnsanın kendisini layık olduğundan büyük görmesi, başkalarını ise kendinden küçük görerek gururlanmasıdır.

Etrafımız, servet yaptıkça kendini müstağni görmüş, ilmi arttıkça kibirlenmiş, bir dernek/ parti ya da cemiyette üst yönetimlere geldikçe şımarmış insanlarla dolu.

Kimleri mi kastediyorum? Kibri tespit etmekte hiç zorlanmazsınız ki? Görürsünüz, hissedersiniz. Size cüce diye hitap eder. İyiliklerinde hep riya vardır, sırıtır. Tevazu gösterir ama tevazu sahibi değildir. Aslında tevazu göstermeye çalışmak ta kibirdir. Çünkü kendini müstağni gören, tevazu göstermeye çalışır. Gerçek tevazu ehli, kendinde bir varlık hissetmez ki tevazu göstermeye çalışsın.

***

İnsanı küfre sürükleyen bir yoldur kibir. Ve insan egosu bir canavardır, asla tatmin olmaz! Siz onu şişirdikçe o daha fazlasını ister. Çevresindekileri küçültüp aşağıladıkça, boyunlarını eğdirdikçe daha çok büyüdüğünü düşünür?

Aslında, servetle ve makamla şımarmış, bizleri cüce olarak gören zihniyetlerin asıl var edicisi yine bizleriz! Cücelik yapanlar ve cüceliğe oynayanlar, etrafımızdaki mütrefleri var etmekte; onların kendilerini her şeyden ve herkesten müstağni görmelerini sağlamakta.

Onlarsa, Rablerinin kendilerine imtihan olarak verdiği nimetler ve makamlarla şımarmakta; dünya hayatının ışıltılı, cezbedici güzellikleriyle hemhal olarak, altlarında bulunanları birer tebaa gibi algılamaktalar. Ağızlarından: ?Ömer´in adaleti? cümlelerini düşürmemekte; reeldeyse, yeryüzünün derebeyleri/avam kamarasının lortları gibi salınmaktalar.

Unutmayalım; kibir ashabını var eden de, onları değerli kılan da bizleriz. Onlar tamamen bizim eserimiz, dayanakları bizleriz? Onlar, yani etrafımızda kasıntı ile gezinen, ellerindeki nimetlerin bir imtihan vesilesi olduğunu bilmeyen, dünyaya tapınan şımarık kibir sahipleri; Allah katında Ashabı Kehf´in köpeği kadar dahi değerlerinin olmadığını anlayacaklar bir gün.

Kitapları soldan verildiğinde şaşırıp bakakalacaklar! Kendilerini şişirip alkışlayan cüceler de kaybolacak etraflarından! Veyl olsun bize diyecekler, biz gerçekten kaybedenlerdenmişiz!

Veyl olsun ashabı terefe! Veyl olsun refah ve zenginlikle şımartılmış fors sahiplerine!

Selam ve dua ile?

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR