Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Kader Anlayışının Siyaset Düşüncesine Etkisi

İslam dünyasının en temel ödevi, İslam´ın temel öğretisine uygun, hak ve özgürlükleri en geniş bir biçimde sağlayan, yeni bir devlet modeli ve siyaset teorisi oluşturmaktır. Bu girişimde yol almak isteyenler için, İslam tarihinde yol gösterici zengin bir


?(Ey insan) sana gelen her iyilik Allah´tandır. Sana gelen her fenalık ise kendindendir.?

Kur´an (4/79)

Kader ve Allah´ın ilmi meselesi, tarihsel süreç içinde o kadar yanlış yorumlanmıştır ki, bu yorumlar neredeyse insanın özgür iradesini kısmen veya tamamen ortadan kaldıran bir noktaya varmıştır. Bu yanlış yorumlama sadece temel metinlerin yanlış ve eksik değerlendirmelerinden değil; aynı zamanda özellikle siyasal iktidarların kendi meşruiyetlerini temellendirecek bir yaklaşım tarzından beslenmiştir. Kur´an´da genel anlamda ölçü anlamına gelen kader kelimesi, özellikle Emeviler´den sonra, yapılan etimolojik müdahalelerle, insan özgürlüğünü yok edecek şekilde yorumlanmaya başlamıştır. Kader tartışmalarını tarih boyunca ve bugün aktüel kılan temel soru şudur: Yöneticiler yaptıklarından sorumlu tutulacak mı? Hiç şüphe yok ki, Muaviye, kendine yönelik muhalefeti etkisizleştirmek için, kendisinin başa gelmesinin Allah´ın bir kaderi olduğunu savunmuştu. Bu durumda onu suçlayan bütün özgürlük yanlılarını Allah´ın kaderine karşı gelmekle suçluyordu.

Bizim kader anlayışımız büyük ölçüde Emeviler döneminde şekillenen anlayıştan beslenir. Ancak teorik anlamda sahip olduğumuz bu kader anlayışını gündelik hayatımızda büyük ölçüde terk ederiz. İnsanın yazgısının önceden belirlendiğini, kaderinde ne yazılmışsa başına onun geldiğine inanan bizler; evimize giren hırsızı yakaladığımızda, arabamıza çarpan birini gördüğümüzde ona ne yapalım kardeşim senin kaderinde bu yazılmış istesen de başka türlü yapamazdın demeyiz. Yaptığı eylemden sorumlu tutar ve sorumluluğundan doğan yükümlülüklerini yerine getirmesini bekleriz. Bu tutarsızlığı açıkça yaşamamıza karşın, bir türlü geleneksel anlayışın etkisinden kurtulup, özgürlükçü bir yoruma ulaşamıyoruz. Şüphesiz bunda geleneksel din anlayışının engelleyici rolünü görmek gerekir.

Hangi temelden hareket edersek edelim, Kur´an´ın hiçbir ayetini insan özgürlüğünü yok edecek şekilde yorumlayamayız. Allah, yüce Kitabında insana sürekli olarak yaptıklarından sorumlu olduğunu, kıyamet günü herkesin hesap vereceğini ve yargılanmaktan kimsenin kaçamayacağını bildiriyor. Saltanat yönetimleri ise sürekli olarak insanın önceden belirlenmiş bir kaderi yaşadığını, başına ne gelirse gelsin itiraz etmemesi ve sabretmesi gerektiğini söyleyerek tarihte edilgen bir konuma itmiştir. Böylece kendi sorumluluklarından doğan günahlarının bedelini Allah´a çıkarmaktan çekinmemişlerdir. Bu anlayıştaki temel faktör, yöneticileri sorumsuz kılarak rahatlatmak, muhalefeti ortadan kaldırmak ve kendilerine karşı ortaya çıkabilecek her tür eleştiriyi engellemektir.

Tarih boyunca insanları yaptıklarından sorumlu tutmak gerektiği anlayışına sahip olan alimler, Kur´an´ın temel mantığına uygun olarak, sürekli insan özgürlüğüne vurgu yapmışlardır.

İslam tarihine baktığımızda model alacağımız en önemli alimler Hasan Basri ve Ebu Hanife´dir. Ebu Hanife´nin özellikle Emeviler döneminde yaptığı muhalefet ve savunduğu anlayış son derece önemlidir. Benzer şekilde Hasan Basri´nin kader hakkında Halife Abdülmelik b. Mervan´a yazdığı mektubu da önemli bilgiler içermektedir. Abdülmelik b. Mervan´ın kader konusunda sorduğu soruya, Hasan Basri´nin verdiği cevap bir özgürlük manifestosudur. Hasan Basri, Hz. Muhammed´in yönetim anlayışını ters çevirerek saltanat rejimi kuran Muaviye´nin yaptıklarını Allah´ın kaderiyle açıklamaya çalışanları,?Allah düşmanları yalan söylemektedir? şeklinde sert bir şekilde eleştirmiştir. Kader konusundaki tartışmaların kaynağı, Allah´ın hükmünün ve kazasının ne anlama geldiğinin bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. ? Yapılan icraatların Allah´ın bilgisi dahilinde olduğu dolayısıyla yanlış ve zulüm olarak nitelendirilmemesi gerektiği fikri, bu tespitten çıkmaktadır, oysa hasan el- Basri´ye göre, eziyet ve zulüm Allah tarafından ezelde irade ve takdir edilmez ki, zamanı-mekanı gelince irade ve takdir edilen şeyin üzerine kazası olsun. Dolayısıyla Allah´tan zulüm ve kötülük sadır olamaz. O, yalnızca iyiliği, adaleti, akrabalara yardım etmeyi emreder, fuhuş, fenalık ve azgınlığı yasaklar.?(1) Hasan Basri, insanların kendi yaptıklarından sorumlu olduklarını açık bir dille ifade etmektedir. ? ?Allah bize doğru yolu gösterir´ ve ?dilediğimizi yapabileceğimizi´ belirtir. Bu husus çok önemlidir, küfür, zulüm gibi kötülükler Allah´ın kazası olsaydı, ?üzerinize takdir ettiklerimi işleyin´ derdi. Böyle olsaydı, yönetimin yaptıkları zulüm ve adaletsizliklere isyan etmeninde bir anlamı kalmazdı. Oysa Allah, hayasızlığı asla emretmeyeceğini belirtmesine rağmen insanların bazıları nasıl olur da, bunu Allah´a isnat etmektedirler.?(2)

Hasan Basri, kader konusunda halifeye yazdığı risalede şu ilginç bilgilere de yer vermektedir. ?Ey Emirel Müminin! Bil ki, Allah´ın emir kitap ve adaletine muhalefet edenler dinlerinde çok ifrata girmiş olanlar ve cehaletlerinden dolayı her şeyi kadere yüklemiş olanlardır. Dünya işinde ise, bununla yetinmeyip bu gibi işlerde azimli ve tedbirli davranırlar. Bu hakikatin ağır, batılın hafif olmasından ileri gelmektedir. Onlardan birine, dine ait bir emir verecek olsan ?Kalemler kurumuş (iş işten geçmiştir) ve alınlara bahtiyar veya bedbaht yazılmıştır´ cevabını verir. Birisine ?dünya yolunda nefsini yorma, sıcak ve soğukta kendini işe koşma ve canını yolculukta tehlikelere atma, nasıl olsa rızkın hazırlanmıştır´ desen kabul etmez. Yine ?koyunlarının başına çoban bırakma, kurtların yiyeceği ve hırsızların çalacakları, ölecek ve kaybolacak olanlar takdir edilmiştir, sen onları korumaya muktedir olamazsın; Allah´ın muhafaza edilmesini takdir ettiği hiçbir şey zayi olmaz´ desen kabul etmez. Yine, ?atını ve deveni kaçacak diye iple bağlama, ne takdir edilmişse o olur, bağlasan da bir bağlamasan da´ desen kabul etmez. Yine, ?sakın dükkanının ve evinin kapısını- malının ve eşyanın kaybolmasından korkarak- kapama, zira senin kapaman, Allah´ın takdirini değiştirmez´ desen bunu da kabul etmez. Dünyaya ait herhangi bir işinde, bütün ihtiyat tedbirlerini alarak sağlamlaştırmaksızın hareket etmez.?(3) Hasan Basri´nin örnekleri kader konusunda Müslümanların zihnindeki ikircikli yapıya işaret etmektedir. Bu ikircikli anlayışın izlerini bugünde sürmek mümkündür.

Ebu Hanife, ilmi kariyerini sarsacak, adaletten sapma gösterecek hiçbir davranışın içinde bulunmamıştır. Yaşantısıyla bir ilim adamının nasıl davranması gerektiği konusunda sonraki kuşaklara ölümsüz bir miras bırakmıştır. ?Ebu Hanife, ilmiyle amil olan bir düşünür olarak, bu uygunsuzluğu bozacak hiçbir davranış içinde bulunmamış; baş kadılık gibi çok önemli görevleri kabul etmediği gibi, basit ve sıradan bir görevin bile yönetimin haksızlıklarına meşruiyet sağlayacağı endişesiyle işkence ve hapis cezalarını göze almıştır.? (4) Ayrıca O, ilmin onurunu korumak için hiçbir devlet yöneticisinden hediye kabul etmemiştir. Yaşadığı dönemde verilen fetvalardan hukuka aykırı olanları asla onaylamayarak, bağımsız kimliğini korumayı bilmiştir.

Hasan Basri ve Ebu Hanife´nin temsil ettiği geleneğin yeniden dirilmesi, ümmetin kaderine sahip çıkmasıyla mümkündür. Şu sıralarda İslam dünyasında meydana gelen olaylar, inşallah yeni bir dönemin işaretlerini vermektedir.

Tunus´tan Mısır´a kadar Arap sokakları, geleneksel anlayışlarını bir kenara bırakarak geleceklerini yeniden inşa etmek istiyor. Artık halkın rızasına dayanmayan, kendi halkına yabancılaşmış, en temel hak ve hürriyetleri halkından esirgeyen, kendi gelecekleri için Batılı müttefiklerine her türlü tavizi veren yöneticilerin işi her zamankinden daha zor. Muaviye´den beri sanki insanlık siyaset alanında hiçbir kazanım elde etmemiş gibi, babadan oğula aktarılan saltanat rejimlerinde ısrar eden gerici Arap rejimlerinin insanlığa vereceği herhangi bir pozitif katkı yoktur. Özellikle Mısır´ın durumu trajik bir gerçekliğe işaret ediyor. Nil´in kenarında halkının dertlerinden uzakta yaşayan batılılaşmış elit hariç; 2 milyona yakın insan fareler gibi, açlık ve sefalet içinde mezarlıklarda sabahlıyor. Gelir dağılımında müthiş bir adaletsizlik var. Bir ülke bu kadar haksızlığa, bu kadar eşitsizliğe, bu kadar zulme daha ne kadar katlanabilir.

Cabiri´nin de sık sık işaret ettiği gibi; İslam dünyası Sünni -saltanatçı-hilafet modeline ve Şii imamet mitolojisine mahkum değildir. İslam dünyasının en temel ödevi, İslam´ın temel öğretisine uygun, hak ve özgürlükleri en geniş bir biçimde sağlayan, yeni bir devlet modeli ve siyaset teorisi oluşturmaktır. Bu girişimde yol almak isteyenler için, İslam tarihinde yol gösterici zengin bir tarihsel tecrübe mevcuttur.  Adil bir yönetim oluşturmanın izini sürerken, bize ışık tutacak temel bilgiler; Muaviye´nin ve Yezid´in başını çektiği saltanat modelinde değil, Hasan Basri ve Ebu Hanife gibi özgürlükçü imamların miraslarında aranmalıdır.

  1. İslam Siyaset Felsefesinde Sivil İtaatsizlik, Mevlüt Uyanık, Kaknüs y.

  2.  İslam Siyaset Felsefesinde Sivil İtaatsizlik, Mevlüt Uyanık, Kaknüs y.

  3.  İslam Siyaset Felsefesinde Sivil İtaatsizlik, Mevlüt Uyanık, Kaknüs y.

  4.  Sivil İtaatsizlik Eylemleri ve Dini Değerler, Mevlüt Uyanık, Elis y.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR