Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Prof. Dr. Bilal SAMBUR


İslam, Siyaset ve Ahlak

Bugün dünya derin bir ahlaki kriz yaşamaktadır. Dünya devletlerinin siyasetçileri, kendilerini ahlak ve kulluktan bağımsız olarak görüp, sonu gelmeyen iktidar, çıkar ve hırs mücadeleleriyle toplumlarını ekonomik, siyasal, sosyal, idari, askeri, diplomati


Siyaset ve ahlak arasındaki ilişki,  insani tecrübenin çok önemli bir problem alanını oluşturmaktadır. Modern dönemde siyaset, genellikle ahlaktan bağımsız bir faaliyet olarak düşünülmektedir. Siyasetin bir iktidar mücadelesi olarak hiçbir  ahlaki değer ve amaç gözetmemesi gerektiğini iddia eden yaklaşım, aslında ahlaktan arınmış siyasetin barbarlıktan ve vahşetten başka bir şey olmadığı gerçeğini önemsememektedir. Ahlak ve siyasetin aktörü, insandır. Ahlaki bir varlık olan insanın siyasal tecrübesi de ahlaki bir çerçevede   ve muhtevada gerçekleşmek zorundadır. Ahlaktan arınmış bir şekilde uygulanan siyaset, aslında hem insanın hem ahlakın inkarı anlamına gelmektedir.

Ahlakı ve insanı inkâr eden siyaset aslında, Allah´ı ve İslam´ı da inkâr etmektedir. İslam, insanın bu dünyadaki hayatının amacının ve anlamının ancak Allah´a kullukla gerçekleşeceğini ortaya koyan  fıtrat dinidir. Allah´a kulluk, insanın siyaset dahil felsefi, sanatsal, bilimsel, ekonomik, manevi, entelektüel ve sosyal ilişkilerinde ahlaklı davranmasını gerektirmektedir. Siyaset ve ahlakın bir arada olmayacağını söylemek, aslında siyaset faaliyeti içinde olanların ahlaklı  davranma ve Allah´a kul olma sorumluluğuna sahip olmadıklarını söyleme anlamına gelmektedir. İslam´ın ortaya koyduğu Allah´a kulluk şeklindeki varoluş amacı, siyasetin başında, ortasında, sonunda, kısacası her yerinde ahlakın var olması gerektiğini zorunlu kılmaktadır. İslam, ekonomistin, tüccarın, bilim insanının, mütefekkirin kısacası bütün insanların ahlaklı olmasını    zorunlu gördüğü gibi, siyasetçinin de ahlaklı olmasını olmazsa olmaz bir gereklilik olarak değerlendirmektedir. Siyasetçiler, ahlaktan bağımsız olma şeklinde bir ayrıcalığa sahip değildirler. Kamusal bir görevi yerine getirmelerinden dolayı siyasetçilerin, ahlaklı olma yükümlülüklerini niteliksel olarak derin bir varoluşsal sorumluluk içinde davranmaları halinde yerine getirmeleri mümkündür.

Fıtrat dini olarak İslam´ın ahlaktan ayrılması imkânsızdır. İslam ve ahlak  bütünlüğü, Allah´a kulluk görevinin yerine getirilmesi için gereklidir. Siyaset, İslam´dan ve ahlaktan öncelikli, önemli ve değerli asli bir faaliyet değildir. Siyaset,  bireysel ve toplumsal düzeyde beşeri faaliyetlerin ahlaki ve hukuki bir çerçevede yürütülmesi için gerekli olan insan yapımı ve ürünü bir faaliyettir. Hiçbir siyasetçi, Allah tarafından seçilmediği gibi, Allah´ı temsil etme gibi bir iddiada da bulunamaz. Hiçbir siyasal konu, bir akide ve kutsallık konusu değildir. Siyasetin kendisini akideleştirerek  dini olanı belirlemesi, yıkıcı bir ahlak ihlalidir. Siyasetin insani olmaktan çıkarılarak dinin ve ahlakın üstünde yer alan kutsal bir faaliyete dönüştürülmesi, İslam´la bağdaşmayan bir tutumdur. İslam´ın vurgusu ahlaka, adalete ve kulluğadır. Siyaset, din olarak İslam´ın asli mesajı içinde yer alan ilahi bir faaliyet değildir. İslam ve ahlakın, her türlü siyasi faaliyetin, kurumun, kişinin ve  anlayışın üstünde ve önünde olduğunun idrak edilmesi lazımdır. İslam´ın temeli, siyasete değil, ahlaka dayanmaktadır. İslam´ı Allah´a kulluk yolu haline getiren değer, ahlaktır, siyaset değildir. İslam, ahlak ve ibadet olarak, siyaset dahil bütün insani faaliyetlerin Allah rızasına uygun bir şekilde gerçekleşmesi için insanlara hidayet yolunu göstermektedir.

Bugün dünya derin bir ahlaki kriz yaşamaktadır. Dünya devletlerinin siyasetçileri, kendilerini ahlak ve kulluktan  bağımsız olarak görüp, sonu gelmeyen iktidar, çıkar ve hırs mücadeleleriyle toplumlarını ekonomik, siyasal, sosyal, idari, askeri, diplomatik ve  manevi olarak felakete sürüklemektedir. Ahlaktan kopan siyaset, ahlaksız bir toplumun oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Siyasetçiler, özgürlük, adalet, barış ve  refah değerleri çerçevesinde başarılı yönetişim modelleri ortaya koymakta başarısız olmaktadırlar. Siyasetçiler, ahlaksız olma ve günah işlemenin kendilerine tanınan normal bir imtiyaz olduğu şeklindeki bir sapmayı içselleştirebilmekte ve  ahlaksızlığı siyaset haline getiren bir dalalet yoluna sapabilmektedirler. Yalanın dünyada siyasetin bizzat kendisi haline gelmesi, insanlık için büyük facia ve felaket zillerinin çalmakta olduğunu göstermektedir. İslam, yalan ve menfaatle özdeşleşen bir siyaseti  şeytani bir oyun olarak görürken, siyaset dahil bütün beşeri faaliyetlerde liyakat, ahlak, dürüstlük ve adaletin tek ölçü olması gerektiğini esas almaktadır. İslam açısından ahlakın, adaletin ve liyakatin esas alınmadığı bir siyasal faaliyet, şeytani bir gayri meşru pratikten öte bir değer taşımamaktadır. İslam-siyaset ilişkisinin merkezinde,  din adına iktidar olmak yer almamaktadır. İslam-siyaset ilişkisinin merkez fikri siyasetin, hukukun ve ahlakın şekillendirdiği, yönlendirdiği ve dizayn ettiği bir faaliyet olması gerektiği şeklindedir. İslam, Allah´ın halifesi konumunda yaratılan insana, adil ve ahlaki siyaseti gerçekleştirme şeklinde zor bir görevi ve sorumluluğu yüklemektedir.

İslam, insanı  Allah´ın Halifesi olarak konumlandırmanın yanında insani çoğulculuğu, Allah´ın yaratılış faaliyetinin doğal bir sonucu olarak kabul etmektedir. İnsanların farklı ırklara, dillere, kabilelere, milletlere ve kültürlere sahip olması, Allah´ın insana bahşettiği büyük bir nimettir. Allah´ın insanlığı çoğulculuk içinde yaratmasının arkasındaki amaç, insanların birbiriyle dayanışması ve tanışması içindir. İslam´ın insani çoğulculuğu Allah´ın  yaratılış faaliyetinin doğal sonucu olarak kabul etmesi, ahlak ve siyaset açısından çok önemli bir durum ortaya çıkarmaktadır. İnsanların birbirlerinin bütün farklılıklarını tanımaları ve saygı göstermeleri ahlaki bir yükümlülüktür. Devletin kendisine hukuki vatandaşlık bağı ile bağlı bütün insanlar arasında ırk, din, dil, kabile, mezhep, renk, cinsiyet ve kültür ayırımı yapmaması lazımdır. Bütün vatandaşların her türlü farklılıklarını tanıyarak  hukuk önünde eşit olduklarını kabul etmek, ahlaki bir yükümlülüktür. Devletin ve siyasetin insanlar arasında din, dil, ırk, kabile ve renk gibi farklılıkları ileri sürerek ayırımcı ve ötekileştirici uygulamalar içine girmesi, ahlak  dışı bir siyaset durumunu ifade etmektedir. Ahlak, siyasette ve devlette  insani çoğulculuğun tanınmasını ve herkesin hukukunun korunmasını gerektirmektedir.

Siyasetin ve devletin, güç kullanmak suretiyle insanlara tek bir görüşü, değeri, kültürü, kimliği veya yaşam tarzını dayatmaya kalkması, ahlak dışıdır. İslam, insanı akıl, özgürlük ve onur sahibi bir varlık olarak kabul etmektedir. Ahlaki olan, insanın aklıyla, onuruyla ve özgürce  hayatını yaşamasına imkan tanınmasıdır. İslam, zora, zorbalığa ve baskıya dayalı her türlü yolu reddetmekte, ahlak ve hukuku insani ilişkilerin temeli haline getirmektedir. Devletin ve siyasetin güç kullanarak insan hayatına müdahale etmesi, aslında insan onuruna, aklına ve özgürlüğüne yapılan azgınca bir müdahaledir. İslam, devlet ve siyaset dahil hiçbir insani yapay yapının, Allah´ın yarattığı doğal insani özelliklere müdahalesini ve baskısını, ahlaki ve hukuki olarak yasaklamaktadır. Devletin ve siyasetin  adaletle tanımlanması ve sınırlanması, ahlaki bir gerekliliktir. İnsanlar arasında ayırım yapan, vatandaşlarına değişik gerekçeler göstererek baskı uygulayan devlet ve siyaset mekanizmaları, ahlak dışı zulüm araçlarından başka bir şey değildirler.

İslam, insan hayatının amacının Allah´a kulluk ve güzel ahlakı tamamlamak olduğunu ifade etmektedir. İslam´da Allah´a ahlaklı kul olma amacı, hiçbir şekilde siyasal iktidarı elde etmek için araçsallaştırılamaz. Siyasal amaçları gerçekleştirmek için Allah´ın  araçsallaştırılması, ibadet ve ahlakın sahte bir siyasal ve kamusal şova dönüşmesi, ahlakla, İslam´la ve insanla bağdaşmayan bir çürüme halini ifade etmektedir. Ahlak ve hukuk içinde gerçekleştirilen siyasal davranışlar, kulluk içinde değerlendirilebilir. Ahlak ve hukuka aykırı hiçbir siyasal düşüncenin ve uygulamanın ubudiyet  dahilinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Allah´ın, İslam´ın ve ibadetin kullanılarak insanların kandırılması ve siyasal güç devşirmeye alet edilmesi, ahlaki ve rahmani değil, alçakça ve şeytani bir desise durumunu ifade etmektedir. İslam´ı  bir iktidar aracına indirgeyen bütün yaklaşımların ve söylemlerin ahlak dışılığı konusunda her açıdan bir farkındalığa ihtiyaç olduğu gibi, fıtrat dini olan İslam´ın kulluk, akıl ve ahlakla olan özdeşlik ilişkisini her zamankinden daha faza kurmaya ihtiyaç vardır.

İktidarı elde etmek için  yalanı, siyasetin kendisi olarak uygulayan her türlü tutum, davranış, kurum ve söylem İslam´a, insana ve ahlaka karşı bir pozisyon anlamına gelmektedir. İslam, Tevhit hakikati çerçevesinde insanların, Allah´a dosdoğru  ahlaklı kullar olmasını istemektedir. İslam´ın Tevhit hakikatinin siyasete alet edilmesi, en büyük ahlaksızlık durumunu ifade etmektedir. İslam, fıtrata uygun bir şekilde Allah´a kul olmanın yolunu gösteren hidayet yoludur, gücü ele geçirmeyi amaçlayan bir siyaset yolu değildir. Hidayet yolu olarak İslam ile  siyaset aracı olarak İslam´ın kullanılmasının birbirinden ayrılması gerekmektedir.





Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR