Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Aziz DARICI


İNSAN ve ONUN RIZKI

Yazarımız Aziz Darıcı'nın "yeni" yazısı...


Dünya nimetlerinin çokluğu bazılarını rahatlatması gerekirken; kendi korkularının esiri olarak stokçuluk zihniyeti ile hayata yaklaşınca; haliyle güç ve iktidar sahiplerin önderliğinde dünyadaki nimetler tek elde-kesimlerde toplanmış durumda. Modern çağ hem ifsat çağı hem de israf çağı olarak anılacaktır. Elindeki bunca imkanlara rağmen bu açgözlü, kendi türünün biricikleri olarak kendi korkularına kılıf uydurarak, hukuksal normlar giydirerek diğer insanların haklarına, rızıklarına kem gözle bakmaya devam etmektedirler. Bu dünya hepimizi doyurmaya yettiği halde nasıl oluyor da birleri açlıktan, yoksunluktan ölür diye düşündüğünüzde; sorunun cevabını uzak yerlerde değil etrafınızdaki kapitalist iştahlı kimselerin üzerinden arayın.

"Allah kullarına karşı çok lütufkârdır. Dilediğini istediği şekilde rızıklandırır. Çünkü O çok kuvvetlidir, kudreti daima üstün gelendir." (Şûrâ / 19. Ayet)

Allah Teala'nın canlılara başta yeme içme olmak üzere maddi ve manevi hususlarda yararlanmak üzere verdiği her şeyi “rızık” kelimesiyle ifade edilmektedir. Sadece insanlarla sınırlı kalmayan bu rızıklanma, yeryüzündeki tüm canlıların rızkını veren ve istediği şekilde ve ölçüde bahşeden Rezzak olan Allah'a aittir.

Birçok ayet aslında insanın ruhuna sirayet eden "rızık" korkusuna kapılmamasını öğütleyen mesajları içermektedir. İnsana sorumlu olduğu alanla ilgili ve yapabileceklerine dair öğütler vermektedir. İnsan gayretinin bir yönünü ifade eden "rızkını ara" da bu kapsamdadır. Kader, gayrete tabidir. Rızıkta bu gayrete sevdalı olarak, alın teri ve helal olanla ilişkilendirilir. Azalıp çoğalması da hem bu gayrete hem de bireysel kabiliyet ve yetenekler ölçüsünde değişmektedir. Rızkın kaderde sabitlenmiş olduğu inancı bir imani bilgiyi değil; yaşadığı sosyolojik ortamın ve psikolojik durumun ağırlığı altında içini rahatlama adına söylenilmiş, bir durumdan çıkış anlamındaki çaresizliğin ifadesidir. Oysa ilahi hikmet fakru zarureti, çilekeşliği, yoksulluğu, aç kalmayı bir fazilet olarak sunan bir anlayışı değil; gayreti, çabayı, adalet talep etmeyi, hakkını aramayı, terinin karşılığını almayı, kendi payına düşeni cesurca savunmayı öğütler. Yani kapitalist iştahlılara "dur" demektedir. O zaman kaderin bir başka kaderle nasıl açıldığı görülecektir. 

Tabi sadece rızık maddi bir değerin ifadesi değildir. Öyle olmuş olsaydı manevi rızık olan rahmeti, merhameti, sevgiyi nereye oturtacağız. Alime verilen ilmi, basireti, feraseti neye yoracağız. Kalbe dolan imanı, gönülde coşan irfanı, akılda anlam bulan hikmeti kime havale edeceğiz.  Kavramların değişime, daha doğrusu erozyona uğramasıyla  birlikte rızık kavramı, ekonomik  değerleri ifade eden, insanın fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamak için yediklerinin-içtiklerinin göstergesi olan birincil temel ihtiyaçlar için kullanılmıştır. Maddi boyuta indirgenen rızık, temel kaygının ekonomik girdi ve çıktısıyla değerlendirilmesi o zaman normalleşmektedir. Hele ki ekonomik krizlerin baş gösterdiği bir zaman diliminden geçiyorsanız...

Rızık endişesi, gelecek kaygısı günümüz insanının temel korkuları haline gelmiştir. Bu korkunun sadece belli kesime havale edilmesi, günümüz gerçekliğiyle pek uyuştuğu kanaatinde değilim. "Bir lokma, bir hırka" felsefesiyle hareket eden kesimlerin, "helal-haram lokma" diye vaaz edenlerin, "bir hurma ile iki orucu bir açan Hz. Peygamber örneği" verenlerin rızık endişesine baktığımızda gelecek kaygısı hiçte diğer insanlardan az değildir. Bu endişe bir suç değildir bizim açımızdan. Sorun dilsel, bilgisel, davranışsal uyumsuzluktur. Kendilerinin- bizlerinde bu tür endişelerin kaynağını insana sirayet eden ve insanların davranışlarını etkileyen yaşadığı sosyolojik ortamda araması gerekmektedir.  

Burada problem olan yoksulluğu, yoksunluğu kadere havale ederek; insanın yapıp ettiklerini görmezden gelerek, mazlumların sofralarına göz diken kapitalist iştahlı nefislerin iştahını kabartan dilsel ve davranışsal yaklaşım tarzlarıdır. Hadisler ve ayetlerle desteklenmeye çalışılan yoksulluğun, yoksunluğun kendisi bazı insanların boynuna asılmış durumda ve ölünceye kadar da takmak mecburiyetindeymiş gibi bir algı oluşturulmaktadır. O algıyla hareket eden insanlar bunu Allah'tan gelen bir imtihan(zorunlu) olarak değerlendirmektedir. O zamanda ülkeyi yönetenlerin, dünya nimetlerine tek başlarına musallat olmak isteyenlerin, kapitalist zihniyetin taşeronluğunu yapanların, emek hırsızlarının, rüşvetçi beleşçilerin, haramzadelerin bazılarının niyetlerini görememekte; dahası sabretmek, itaat ile perçinleştirilen bu algı her zamanki gibi dine-imana fatura kesilirken; insanın doğal haklarını, adalet taleplerini, rızıktan kendi payına düşeni almasını sağlayacak herhangi bir eylemi-talepleri "isyan", "fitne" olarak nitelendirilmesi sizlere yabancı gelmeyecektir. "Verilene şükredin, hamd edin, daha ne istiyorsunuz, neyinize yetmiyor" gibi tavsiye ile karışık uyarılar; insanın doğal taleplerine-iradelerine vurulan ket hükmündedir. Bu ket'lerin sağlıklı değerlendirilmesi için bir ülkeye akan rızık musluğunun herkese adil bir şekilde dağıtımından geçtiğini hatırlatmak bu noktada yeterli olacaktır.

Dahası insanın yapıp etmelerinden kaynaklanan olumsuzluklara şükür etmek değil; itiraz etmek gerekir. Biz şükrümüzü insana(kula kul) yapanlardan değiliz. Bizim şükrümüz daima Allah'adır ve böyle bir imanı ifade etmektedir.  

Eğer yoksulluk(temel ihtiyaç), yoksunluk(maddi-manevi olanak) bir kader ise iman edenlere yüklenilen (zengin olanlar için) zekat, kendisi-gönlü zengin olanlar için infak ile sağlanması düşünülen sosyal toplum refah bir anlam ifade etmezdi. Zengin olandan yoksulun hakkını araması, talep etmesi meşru görülemezdi.

Lakin her hak ve meşru talebin bu modern ve kapitalist çağın değirmeninde un ufak edildiğini görmekteyiz. Dünya nüfusunun çoğu yoksulluk ve yoksunluk kıskacında. Bu insanların çoğunun bir önemi varsa o da sadece kapitalist çarkının dişlisindeki rolüdür. Çoğumuz bu dünyada bir metayız, bir aracız ve aracı konumundayız. Bu çark döndüğü müddetçe, birilerin keyfi kaçmadığı müddetçe insan edebiyatı devam etmektedir. İnsan haklarının bunların dilinden neden düşmediğini-düşmeyeceğini iyi düşünmek lazım. Arada yapılan yardım kampanyaları vicdan rahatlamasına ne kadar yettiğini buradan tahlil etmek gerekir.

Oysa asıl mevzu insan olmak, insan kalabilmektir. O da dünya nimetlerini paylaşabiliyorsan, hakkı olanın hakkını teslim edebiliyorsan... İşte sen o zaman insansın.  Gerisi lafügüzaf... Laflara karnımız tok Efendim...

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR