Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Evlilik Ve Aile-evlilik ´aile´ ve cehalete yenilmek-

Aile kurma sadece evlenecek çiftleri, onların ebeveynlerini ve yakınlarını kapsamıyordu. Onlardan hareketle tüm toplumu kapsıyor ve etkiliyordu. Zira aile sosyolojik açıdan bakıldığında, toplumun en küçük, belirleyici ve o kadar da dinamik ve esaslı bir p


Her zaman maddi değerler açısından tasarruf sahibi olmak, elde avuçta bulunanı israf etmeden kullanmak, infak etmek, onların önemli bir kısmını sadaka kabilinden ihtiyaç sahibi insanlara vermek ve elde kalanla yetinmenin yanında, bunun tam tersini de yapmak insan için mümkündür.

Bundan hareketle, hemen her zaman varlıkta ve yoklukta, evlilik için, tasarruf yolunu seçmek, öyle bir yol tutturmak her ne kadar mümkün ise, yine tam tersi de mümkündür.

Bugün dahi, ülkemizin Kürt nüfusunun yoğun olduğu bazı bölgelerde, o da Tanzimat´ın acı bir armağanı olan toprak ağalığı çerçevesinde kendine toprak cinsinden maddi değerler devşiren aşiret ağalarının, varlıklı kimselerin, kendi çocuklarının düğününde, ´hışır´ olarak tanımlayabileceğimiz altın cinsinden emtianın, evliliğin ve düğünün en ağırlıklı ´maddesi´ ve konusu olduğu, bu postmodern dönemde, özellikle de sosyali ile birlikte, medyada kendine yer bulmakta olup bir akıl tutulmasını ele veriyordu.

Yine toplumun birçok kesiminde, sanayileşme olgusu ile burjuvalaşan ´elit´ kesimin, evlilik merasimlerinde, ipin ucunu kaçırdıkları, har vurup harman savurdukları da toplumsal bir farklılaşma olarak okunuyordu.

Hatta bunlara bir de, genel anlamda Müslüman kesimden sayılan, ama gelinen süreçte ideolojik/dünya görüşü açısından muhafazakârlaşan, ya öteden beri varlıklı ya da zamanla çeşitli iktisadi çalışmalarla varlıklı olan kesimlerin düğünlerini, hiç de diğerlerini aratmayacak şekilde saray türü yerlerde ve her tür israfın kol gezdiği oranda yapmaları da aynı akıl tutulmasına işaretti.

Tabii ki her insan kendi çocuğunun mürüvvetini görmek isterdi. Ama maddi imkânı ne oranda olursa olsun, işin en tasarruflu, en albenisiz, en göze batmayan, en sade ve en ´ah!´ işittirmeyen tarafından olmalıdır.

Onlarda öyle olurken tabii ki, o kesimle kıyaslandığında artık orta direk sınıfından dahi sayılmayacak insan gruplarının da onlar kadar olmasa dahi, altın, para, döviz kabilinden maddi karşılıklarla borçlandıkları da bilinen bir vaka, sosyal bir olgu ve aynı zamanda büyüyen bir yaraydı.

Bunun acısı, daha sonra çıkmaktadır. Tabiri caizse, balayından, cicim aylarından sonra dünyanın rengi ve tadı, taraflar için olmadık oranda sıkıntılı bir şekilde değişmekteydi.

Eğer bir de altınlar kredi kartıyla alınmışsa, bu kez bankaya mahkûm olunuyor, onunla uğraşılıyordu.

Anadolu´nun birçok yöresinde eskiden beri devam ettiği şekliyle, düğün için harcanan paralar tefeciden, yeni trendle söylersek, yaptıkları iş haram olmasına haramdı, ama belli bir yasallığının oluşup oluşmadığı pek sarih olmayan faktoring şirketlerinden çek, senet kırdırma suretiyle alınmışsa, düğünde çekilen halaylar, oynanan oyunlar, söylenen türkü ve şarkılar, yerini ´ah ulan ah biz ne yaptık!´lara ve matem havasına bırakıyordu.

Bir de, bunlara ek olarak, çoğu kez yapılan düğünlerin bitiminde, ya da başka bir zamanda, ´kız evi, erkek evi´ muhabbeti(!) sonucunda, aslında bir iki gram altın için, silahlar çekiliyor, mermiler sıkılıyordu. Bu esnada, mermi kime denk gelirse gelsin, hatta ölen kişinin gelin ve damat ve yakınlarından birileri olduğu da işin en acı tarafını oluşturuyordu.

Biz bu türden manzaraları, sanki bizim dışımızda, olup biteni, o insanları, haşa Allah´ın, ibretlik için yarattığı, bizlere gösterdiği, onlara bakma suretiyle seçkin hata ve günah olgusundan beri olduğumuzu hatırlamamızı sağlayan bir güruh olarak mı değerlendirecektik, ya da onların bizim bir parçamız olduğunu mu?

 

Tabii ki de hayır! 

Onlar, bizim bir parçamız idiler, ama dünya imtihanının hangi evresinde olurlarsa olsunlar, bizler gibi, yaşayan, hayalleri olan, ama bu hayalleri öncelikle cehaletin koyu karanlığında kaybolan, bizlerle birlikte onları da yönetme saadetinde bulunan ´büyük ve küçük´ güç gruplarının tahakkümü altına diğerleri iç edilen, ellerine avunmaları için bir iki şey tutuşturulan ve bunlarla avunurlarken, gelecekleri ipotek altına alınan ve ´Allah bilir´ ahiretleri de heder edilmek istenen mustazaflardı, yani zaafa düşürülenler sınıfından olarak...

Bunların zengin, ya da fakir olmalarının da bir önemi yoktu aslında! Birisi, koca servetler peşinde, diğeri ise, düğünde oğluna kızına takılan küçük bir altın parçasının peşinde, çoğu kez de can alarak, kan akıtarak...

İnsan bunları görünce, bu insanlar, tamam birileri tarafından kandırılıyorlardı, ama hiç mi hakikatin sesini dinlemiyor, hissetmiyor diye düşünesi geliyordu...

Cehalet böyle bir şey olsa gerekti. 

Zaten İslam anlayışına göre, cehalet teknoloji üretememek değil, bilakis, kişinin yaşadığı sürece Kur´an´ı kendine rehber edinmemesi, şeytanın iğvaına kapılıp onun fısıldadığı boş sözleri kalıp ideoloji, yaşam şekli ve dünya görüşü olarak alıp değerlendirmesi ve hayatında haktan, İslam´dan ve en önemlisi de kendini yaratan Rabbinden geleni dikkate almaması ve sözde iyi zeminlerde rezalet bir hayat yaşamasıydı.

 

Cehalet buydu oysa...

Buna karşı Müslümanın duruşu ise mutlaka farklı olacaktır.

Merhum Âkif ne diyordu;

"Allah´a dayan sa´ye sarıl hikmete râm ol

Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol..."

Ya da yine merhum Necip Fazıl´ın dediği üzere; "Anladım işi; Sanat Allah´ı aramakmış, marifet bu gerisi yalnız çelik çomak imiş!"

Kısacası, İslam´a göre ´cahil´ Allah´ı tanımayan, bilmeyen, ya da bildiği halde, O´na hayatında yeterince yer vermeyen, O´nun yerine, başka ´ilahları´ devreye sokan -deist, ateist vb.- kişidir. Cehalet ise, bu şekilde davranışın Kur´an´da belirtilen adıdır.

 

Bu iş, hem din/itikadi/ideolojik ve hem desosyaldi.

Yukarıda bahsetmeye çalıştığımız, aile kurma ve evlilik konusu üzerinden söylersek, burada cehalet, birbirine bağlı olarak başta, mesajla muhatap olma açısından dinî, sosyal ve yapılan, seyreden işin sonucunda da yine ´dinî´ bir çerçeveye sahipti.

Aile kurma sadece evlenecek çiftleri, onların ebeveynlerini ve yakınlarını kapsamıyordu. Onlardan hareketle tüm toplumu kapsıyor ve etkiliyordu. Zira aile sosyolojik açıdan bakıldığında, toplumun en küçük, belirleyici ve o kadar da dinamik ve esaslı bir parçasıdır. Yani onun tamamlayıcısı, mütemmim cüz´ü idi...

 

O olmadan toplum olmazdı.

Toplum kurucu bir kurum olan ailenin inşasında, aslında, salt tek başına düşünüldüğünde, ´duyuru ve icabet´ temeline oturtabilecek olan, ama yukarıda belirtmeye çalıştığımız üzere, toplum kurucu öge olmanın dışında, toplum yıkıcı bir şekil kazandığı gözlemlenen evlilik merasimlerinin, mantık olarak ele alınması, değerlendirmesi, kritik edilmesi ve mümkün mertebe bir meşruiyet zeminine kavuşturulması gerekirdi.

Bunu yaparken illa bir ifrat ve tefrit içerisinde, onu oluşturan birçok ´modern´ doneye rağmen, "İslami düğün!" söyleminin cazibesine kapılmamak icap ederdi.

Unutmamak gerekir; din sabit ve şeriat dinamikti. Ayrıca, her toplumun kendine has bir kültürü, geleneği ve göreneği vardı. Ve insanlar, her konuda olduğu, olması gerektiği üzere, bu konuda da makuliyet temeli üzerinden hareket etmeliydi.

Sizin, ister kastı aşılmış olsun ya da olmasın, her tür eyleminiz mutlaka Kur´an´a, sünnete dayanmakla birlikte, örfe de dayanabilirdi. Bunda bir sakınca ve sıkıntı yoktu evvel emirde...

Örf yasalarla belirlenmemiş olan, halkın kendiliğinden uyduğu gelenek, adet, aklın ve dinin güzel, hoş gördüğü şeylerdi.

Ayrıca, örf ile marifet de aynı kökten gelmekteydi. Yani arif olmak, irfan sahibi olmaktı sonuçta...

Dedik ya, evlilik merasimi için duyuru ve icabet yeterli olan ilk adımdır. Ondan sonrası ise, evliliğin salt Allah rızasına yönelik, O´nun istediği bir aile temel düşüncesi adına prototip olma, oluşturma gayreti söz konusu olacaktır.

Bu ilk adımdır. İkinci adım ise, eşlerin, evlilik hayatı içerisinde hem kendileri hem de çoluk çocukla birlikte, adım adım toplum kurucu olma yolunda, ailenin yüklenmesi gereken yükü yüklenecek ruhi yapıya sahip olunmasındadır...

Biz ikinci adım, kendi tecrübelerimizi de yer ve zaman kaydı düşmeden, bundan sonraki dönemlerde, elimizden geldiği oranda anlatmaya ´azami´ gayret göstereceğiz...

Şatafata, balayına gerek yoktu! Sadece ilk adımı atarken ´bismillah´ diyerek atmak ve her adım atarken, tedbiri elden bırakmamaktı esas marifet olan...

Maddiyat ise, işin sadece ´ufak´ bir tarafıydı aslında...

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR