Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Evlilik, Çocuklar, Maddiyat ve Toplum

O halde bu tür yaklaşımlardan kaçınmak, yine Allah´ın verdiği rızk içerisinde bolluk ve darlık bağlamında, temkinli, tutarlı, ahlaklı, ölçülü ve ilerisi için hesap verilebilir bir konumun elde edilmesini gerektirirdi.


-Evlilik konusu üzerine üçüncü yazı- 

 

Daha düne kadar toplumda evlenen çiftler için bir iyi dilek ve aslında niyet düşüncesi olarak "bir yastıkta kocasınlar" ifadesi kullanılırdı.

İnsan için dünya hayatı her ne kadar geçici olarak düşünülüp değerlendirildiği halde, bu düşüncenin bir açıdan doğru olduğu var saymamız ile birlikte, dünyayı ahiretin tarlası olarak değerlendirdiğimizde, o boş olarak düşünülen dünya hayatında makuliyet temeli baz alınarak insanlar arası birçok birlikteliğin oluştuğunu görmekteydik.

 

Bu birlikteliklerin sayıca en küçüğü olan, ama içerdiği anlam ve üstlendiği görev ve işlevsellik açısından, hatta diğer makul birlikteliklere prototip olması açısından en önemli birlikteliğin evlilik yoluyla oluşan, aile olduğu görülecekti.

 

Bundan önceki iki yazımızda, elimizden geldiği kadarıyla evlilik, aile kurma, aile olmanın anlamı, önemi ve bu işin gerçekleşmesi sırasında, birisi gelenek/örf olan, diğeri ise bizzat Kur´an´ın emri olan mehir olayından, o olgulardan; onların toplumsal planda nasıl değerlendirildiklerinden bahsetmiştik.

 

İnşaallah okuyucu kardeşlerimiz nezdinde faydalı olmuşuzdur. Bu, daha doğrusu -şimdilik kaydıyla- son yazımızda, elimizden geldiği kadarıyla ve yazımızı, fazladan detaya girmeden, bol örnekler vermeden evlilik, daha açıkçası çocukların boy attığı, geliştiği, hemen her alanda yer kaptığı, görev ve sorumluluk üstlendiği vasata denk geldiğini, gelebileceğini düşündüğümüz dönemle ilgili düşüncelerimizi serdetmeye çalışacağız...

 

- - -

 

İnsanın, hayatı boyunca, maddi ve manevi alanda yapıp ettiklerine koşut olarak "ne verirsen elinle, o da gelir seninle..." kabilinden bir karşılığın olacağı gerçeğine bakıldığında, ebeveynin, belki de ahirette karşısına çıkacak olan yapıp ettiği bir şey olarak nasıl evlatlar yetiştirdiği, onlara hangi hayat anlayışını, felsefeyi, dini inancı sunduğunu, verdiğinin karşılığını göreceği bir hakikat olarak anlaşılmalı ve kabul edilmelidir.

 

Yüce Allah (c) kitabından şöyle buyurmaktadır; "Kendinizi ve aile efradınızı cehennem ateşinden koruyun!" (1)

 

Hz. Peygâmber (s)´de şunları söylemektedir; "Hepiniz, bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmezseniz, mesul olursunuz."(2)

 

Yukarıda alıntıladığımız bu ayet ve hadislere bakıldığında, ebeveynin hemen her şeyden önce, başta kendileri olmak üzere çocuklarını cehennem azabından, mutlaka, ama mutlaka korumaları gerektiği vurgulanmaktadır.

 

Bu durumun, ebeveyn tarafından, onların rızklarını temin, eğitim işi de dâhil olmak üzere onlara ´iyi´ bir gelecek kurma düşüncesinden de öncelikli ve en önde geldiği, gelmesi gerektiği çok açık bir şekilde belirtilmektedir.

 

Bununla birlikte, bu gerçek ya hiç tahsil edilmeden, ondan habersiz bir şekilde, kendilerini İslâm´a nispet eden, belli bir kaygı taşıyan ve giderek arınma ve ıslah neticesinde her açıdan İslamcı olmaya çalışanlar içerisinde var olup olmadığını bilmediğimiz -inşaallah yoktur- kitle dışında kalan epey yekûn tutan insanların, daha çocukları doğmadan, onlar adına banka hesabı açıldığı gerçeği bir vahamet örneği olarak, cehennem ateşinin yakıcılığını öne almadığı vakalarla da karşı karşıya idik...

 

Bu tür örnekleri, İslamlaşmanın henüz tamamlanmadığı, ama bunun yanında kendini, çoğu kez belirli belirsiz bir şekilde ´manevi´ olarak dine bağlı olarak gören, ama imanının gereğini yerine getirme konusunda birçok eksiği olan insanlar; yakın akraba çevre ve toplum üzerinden verebilirdik.

 

Yine ne acıdır ki, bunca İslamlaşma ve hatta, süreç içerisinde giderek topluma önderlik etme saadetinde bulunduğu gözlemlenen ´kendi´ insanımızın da, maişet derdi düşüncesinden hareketle, daha çok para kazanım, lüks, daha lüks mekânlarda yaşama, lüks içerisinde bulunma düşüncesinin tetiklediği ve aslında kapitalist sistem için ehven olan durumlara kapılan insanımızın, henüz daha doğmamış çocuklarına bankada hesap açmış olsa dahi, babanın sürekli para kazanma düşüncesi, elbette çocuğu da, olumlu ve olumsuz olarak etkileyecekti.

Hem de epey zamandır yaşadığımız İslamlaşma sürecinin bitiminde(!) aramızdan nice babayiğidin(!) çıkıp, soluğu kapitalist duraklarda aldığı düşünüldüğünde, ebeveynler olarak belki de çocuğu açısından "yediği önünde, yemediği arkasında" türü bir yaklaşımın çocuğu maddi olarak ziyadesiyle gönendirecekti, ama ahireti açısından bunun ne anlamı ve müspet karşılığı olacaktı?

 

Bu tür hadiseler ve yaklaşım tarzları hem ebeveynin ve hem de çocuğun gününü, geleceğini ve ahiretini riske sokacaktı.

 

O halde bu tür yaklaşımlardan kaçınmak, yine Allah´ın verdiği rızk içerisinde bolluk ve darlık bağlamında, temkinli, tutarlı, ahlaklı, ölçülü ve ilerisi için hesap verilebilir bir konumun elde edilmesini gerektirirdi.

 

Darlıkta da yoklukta da temkinli, tutarlı, ahlaklı, ölçülü olmak gerekirdi. Şükreden, israf etmeyen ve elindeki ile hayır ve hasenata koşan Müslüman/Mümin bir zengin ile, sabreden, elindeki ile yetinmeye çalışan ve kendisi de imkânı ölçüsünde, hayır adına sadece bir liralık yardım etmeyi bilen fakir kişi de aynı akıbeti görecekti. O halde, her iki Müslüman insan tipinin de çocukları ile olan ilişki biçimi, sonucu da belirleyecek ve etkileyecekti.

 

Zira zenginlik de fakirlik de Allah´tan olup bir imtihan vesilesi idi. Bu imtihanı zenginlik ve şatafat içerisinde kaybetmek, ya da fakirlik içerisinde kaybetmek vardı. Hatta bunun tam tersi de mümkündü. Yani bir insan(ebeveyn) fakirdi diye, hiçbir çaba sarf etmeden, Allah için bir şey yapmadan cennete büyük bir ihtimalle gidemeyeceklerdi.

 

İslam´da sınıf yoktu ve aslında zenginlik de fakirlik de izafi idi sonuçta. Zenginlik; eğer temeli hakka ve hukuka dayanıyor ise, makbuldü, bunun yanında fakirlik ise; bir boş vermişliğin eseri ise asla kalıcı değerlere sahip olmayıp arızî idi.

 

- - -

 

Yukarıda dile getirmeye çalıştığımız mevzu, içerik açısından tarihin her döneminde ve hemen her toplumda varit olan hadiseler bütünlüğünde bir değerlendirmeyi içerse de özellikle de gerek dünyada ve gerekse de ülkemizde İslam´la pek ya da hiçbir ilişkisi bulunmayan (sağcı-solcu vs.) ve hatta Müslüman; muhafazakâr / İslamcı cenahı da içerisine alacak şekilde karşımızda durmaktaydı...

 

Diğer kesimleri bir an sarf- nazar ettiğimiz olaya ve olguya Müslümanlar açısından baktığımızda, bunun yürürlükte olan ve hakimiyetini giderek pekiştiren kapitalist sistemin, aynı zamanda, Müslüman şahsın nefsini okşaması, onu kabartması meyanında görebilirdik.

 

Zengin ama maddi konuda ölçüsüz davranan Müslüman ebeveyninin, bu konuda oluşan zaafı, büyük bir ihtimalle kendi çocuklarını olduğu kadarıyla, kendi Müslüman, ama fakir ebeveyninin maddi konuda yetersizliğini gören ve o durumu bizzat sofrada ve hayatında yaşayan diğer çocukları da etkileyecekti.

 

Bu durumun izalesi için, belki bir tek kişinin ve bir gurubun üstesinden gelemeyeceği doğru olmakla birlikte, kapitalist sistem içerisinde, ona zıt ve aynı zamanda muhalif bir dil, söylem ve icraatı içeren bir yapının oluşumu için çaba sarf etmek pek ala mümkündü.

 

Bu her ne kadar, geçici ve palyatif bir tedbir olarak düşünülen yardım kuruluşları, devletin bu konu ile ilgili oluşturduğu kurumları ile birlikte, maddi paylaşımda, sadece Müslüman/İslamcı çevreyi değil, toplumun tüm kesimlerini içerisine alacak oranda adil ve hakça, ama ´kendisi için bir fırsat aracı olarak gördüğü´ siyaset kurumunu sadece insana hizmet için değerlendiren, ama onu bir ihale aracı olarak değerlendirmeyen bir yaklaşım tarzının geliştirilmesini gerektirirdi.

 

- - -

 

Bu olumsuz anlayış devam ettiği sürece, büyük bir ihtimalle ´üzüm, üzüme baka baka kararır´ fehvasından hareket edildiğinde, Müslüman, ama ihaleci bir ebeveynin -çoğunlukla baba- çocuk için, ´yine Allah bilir- ahiret duygusundan ve onunla bağlantılı olan hayatın birçok ayrıntısından ziyade, zengin olmada, onu korumada, elde tutmada prototip olma riski her zaman mevcut olacaktı...

 

Bu şekilde yetişen bir çocuğun -ki hiçbir ihtiyacı eksik kalmıyor olsaydı dahi- vebalinin izale edilebilmesi adına dünyalar kadar maddi servet harcansa, o harcanan emtia, maksat açısından olumluluk anlamında yerini bulabilir miydi?

Demek ki zenginlik belki gerekli idi, ama fakirlikte o kadar gerek fakir düşen kişinin şahsı olarak oluşturduğu olumsuz manzara açısından arızî idi, ama toplumun sadece bir tek kişinin gayretli çabası, çalışması ile düzlüğe çıkamayacağı gerçeğinden hareketle, herkesin elini taşın altına atması, nefse hoş gelse ve hatta "ilgilisi için" ´gelecek vadeden sisteme rağmen´ zenginliği topluma yayma ve onun kurumsallık bazında kalıcı kılma düşüncesini oluşturmak ve ona kalıcılık kazandırmak, hem o kişileri, ailelerin, çocukları ile birlikte, bazı esirgemeler sonucu maddi imkânlardan mahrum bırakılan toplumun geri kalanını da gönendirecekti.

 

Bu en başta hem devletin ve hem de elinde imkân olan herkesin, özellikle de Müslümanların göreviydi.

 

Kaldı ki Allah´ın Kur´an da belirtiği üzere şunları söylemiyor muydu"...ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz" (3)

 

Toplumsal adaletle ilgili belirtilen hiçbir ilahi emrin, yürürlükteki sistem ne olursa olsun, Müslüman kişi o sistemin imkânlarından yararlanıp zenginliğine zenginlik, gücüne güç katıp toplumsal konumunu alabildiğine yükseltme isteğine rağmen -bu durum aslında bir kandırmaca ve oyalamacadan ibaretti oysa (4) -elde olan malın dikey olarak değil, yatay olarak tüm topluma yayılması gerekirdi.

 

Kısacası, evlenmek, çocuk sahibi olmak, zenginlik ve fakirlik içerisinde bulunmak geçici bir durum olup bu geçici durumlar içerisinde kişinin kendisi, ailesi, çocukları (evlad-u iyal) ve toplumun geleceği ve bunlarla birlikte, Müslümanlar için ahiretteki durumlarını da içereceğinden önemsenmeli, ıskalanmamalı ve yapılacağı söylenip düşünülen işlerin muhayyel bir geleceğe ötelenmemesi gerekirdi.

 

Zira gelecek yoktu. Hesabı verildikten sonra geçmişte yoktu, ama içerisinde yaşanılan an, aslında geleceği de belirleyecekti,

__________________

DİPNOTLAR:

1) Tahrim; 6

2) Sahiih-i Müslim

3) Bakara; 219

4) En´am; 32

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR