Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Bayram YILMAZ


Çiçero ?Bir gün bir Türk??

Zulüm sadece mazlum üretmiyor aynı zamanda zalimde üretiyor, günümüzün dünyasında en büyük zalimler mazlumlardan çıkıyor. Keşke ne zulüm olsa, ne zalim olsa ne mazlum olsa. Dünyamız kimsenin ötekileştirilmediği, barış içinde yaşayabildiğimiz yer olsa?


Milli Eğitim bakanlığının bir öğretmen projesi kapsamında Almanya /Berlin ziyaretimiz olmuştu. AB fonlarından finanse edilen bu eğitim projesinde fırsat üretip birkaç yeri gezme görme imkânımız da oldu. Bunlardan biri de Hitlerin 2. Dünya savasında kullandığı karargâh idi. VanSee gölünün kenarında iki katlı bir bina. Bizi aslında daha çok bahçe düzenlemesi etkilemişti ama binanın içinde muhafaza edilen arşiv belgeleri, fotoğraflar, kısmen savaşı anlamamıza yarayan dokümanlar ve materyaller ve bunların kompleksiz ve ücretsiz olarak sergilenmesi önemliydi. Müze olarak kullanılan karargâhın ziyaretçileri bizim şehir müzelerimizde görmeye alışık olmadığımız bir fazlalıktaydı.  

Her ziyaret ettiğimiz (toplama kampları da dahil) bina ve mekanda dikkatimizi çeken bir detay da Alman mühendisliği olmuştu. Bina girişleri, binanın çevreyle uyumu, merdivenlerinden bahçe düzenlemesine kadar gözetilen estetik kaygı şaşırtmıştı. Benzer bir şaşkınlığı; daha öncesinden okuduğum bizzat Hitlerin kaleme aldığı Mein Kampf (Kavgam) kitabından öğrendiğim Hitlerin mesleğinin desinatörlük ve ressam olması çok ilginç gelmişti. Hitlerin çok ince bir zevk gerektiren formasyonların yanında Almanlar haricindeki (ve dezavantajlı Alman çocukları da dâhil) herkesi ötekileştiren bir anlayışa sahip olması ve bunun için de herkesi ateşe atmaktan çekinmeyen bir zihne sahip olmasını garipsemiştim.

Eğitim Araştırma gezisi kapsamında 18.09.2015 tarihinde Berlin şehri dışında bulunan bir ?Toplama Kampı?nı da görme imkânımız oldu. İkinci dünya savaşı yıllarında toplam 200.000 insanın yaşadığı bunların 100.000 kadarının işkence ve açlık gibi insanlık dışında muamelelerle hayatını kaybettiğinin tanıkları olmuş binaları, aletleri, gözetleme kulelerini gördük. Kamp ziyaretimizin sonunda video kayda da aldığımız görüşlerimizi; ? Zulüm sadece mazlum üretmiyor aynı zamanda zalimde üretiyor, günümüzün dünyasında en büyük zalimler mazlumlardan çıkıyor. Keşke ne zulüm olsa, ne zalim olsa ne mazlum olsa. Dünyamız kimsenin ötekileştirilmediği, barış içinde yaşayabildiğimiz yer olsa?? temennisiyle bitirmiştik.

Hitler ve Nazi zulmünün biraz fazlasını Bu zulme en çok maruz kalmış Yahudi/Siyonist toplumun yaptıklarında görüyoruz. Neden böyle sorusunun bende cevabı fazla karışık değil. Birine kötülük yapmak için önce kendinizi üstün ve ayrıcalıklı görmeniz, başkalarına tanımadınız ayrıcalık ve hakları kendinizde bulmanız, sonrasında istemeyerek de olsa muhatap olmak zorunda kaldığınız kişi ve toplumu ötekileştirmeniz gerekir.

Yakın tarih ve günümüzde; Almanlar aryan ırk derken, Yahudiler seçilmiş millet diyor.  Nacizane olarak bizce; bunlar onların kuruntuları, çok da ciddiye almıyoruz, çünkü bizim kitabımızda ?İnsan neyden yaratıldığına baksın...? Tarık (86.sure)/5 diye yazar.

***

/resimler/2019-2/8/1054546578515.jpg

Çiçero filmi literatüre de girmiş olan İkinci Dünya savaşı içerisinde, Türk casus olan İlyas Bazna´yı merkeze alan kısmen gerçeğe çoğunlukla da kurguya dayanan bir casusluk hikâyesi.

Filme alınan tüm casusluk hikâyeleri gibi asla sağlamasını yapamayacağınız, doğrulama imkânınız olmadığı için yalanlayamayacağınız bir kurgusal hikâye (aklıma geldi mutezilenin büyük günah işleyenlerle ilgili olarak ?kâfirdir demek, müslümandır demekten daha az hatalı bir görüştür? diye farklı bir yaklaşımı var. -bir film eleştirisi içinde de mutezile den bahsettik yala?-)

İlyas Bazna 1904 yılında Priştine´de doğan. Yaşıtları içerisinde Balkan ve Birinci dünya harbinde hayatta kalmayı başarabilenlerin sığınılacak son liman olarak Anadolu´ya yöneldikleri bir çocukluk. Filmin başında 1918 yılında Piriştine´de Müslümanlara yaşatılan vahşetinin gerçekçi, gerçek olduğu içinde ekrana yansıyan görüntülerin midenizi zorladığı bir giriş.  O tarihlerde Balkanlarda yaşananları ciddi tarih kitaplarından da okumuşsanız ekran yansıyan vahşetin birebir olarak yaşandığını biliyorsunuz. Ben en son Amerikalı Akademisyen Benjamin C. Fortuna´nın Kuşçubaşı Eşref Bey´in biyografisini belgelere dayanarak anlattığı (Timaş Yay., 2018) kitapta 19. Yüzyılın başlarında Balkanlarda öldürülmenin yaşamaktan çok daha kolay olduğunu söyler.

Film etkileyici bir açılış yapar. Tüm dehşetin içinde İlyas Bazna´nın çocukken bile çift taraflı bir casus olarak hayatta kalır.  

Sahip olduğu kişisel özellikleri ve filmin sonunda anlayacağımız bağlantılarla büyükelçiliklerde özel uşak olarak çalışır. 1943 yılında İngiliz Büyükelçisinin özel uşağı olarak İngiliz büyükelçiliğinde çalışmaya başlar. Gerçekte hangi amaçla olduğunu bizim bilemeyeceğimiz bir motivasyonla -kurguda önce para için sonrasında büyük bir görev duygusuyla- İngiliz büyükelçisinin kozmik sırlarını Almanya´ya satar. Hikâye bu belgelerin çalınması, taşınması, teslimatı gibi tüm casusluk hikâyelerinin olmazsa olmazları ile bunun ürettiği gerilim üzerinden ilerler. Yine tüm kurgu casusluk filmlerinde olan aşk ve kadın casus figürü burada da filmin merkezinde bir konuma yerleştirilmiştir.   

Kurguda Almanya´ya büyükelçiliğinde çalışan öğrenme güçlüğü çeken bir evlada sahip anne ile aynı özelliklere sahip kardeşini çocukken kaybetmiş İlyas Bazna´nın yakınlaşmaları. Farklı taraflar için casusluk faaliyetinde bulunmaları, insani duygularla sevdiklerini koruma çabaları bizleri koltuklarımızda otururken devletlerden değil de insandan yana taraf tutmaya zorluyor. Felaket filmleri gibi; dünya yok olmakta, milyonlarca insan ölmekte ama biz ?bir tanecik? ailenin hayatta kalma çabasına odaklanırız?

/resimler/2019-2/8/1055178454234.jpg

Çiçero´da dönem filmi olarak steril bir Ankara havası görürüz. Mekan kullanımlarını, kalabalık ortam çekimlerini başarılı bulur takdir eder, yapımcının (Mustafa Uslu) önceki işlerindeki başarısının tesadüf olmadığını yaptığı işi emek ve tutkuyla yaptığını hissederiz. Ayla filminde bize hissettirdiği ?içimizde ne kahramanlar var? duygusunu filmin Tarsus/Yenice tren istasyonunda Dönemin İngiliz başbakanı Corcill ile T.C. Cumhurbaşkanı İsmet (Paşa) İnönü arasındaki konuşmada İnönü´nün ??müzakere etiğimiz bu vagonda Anadolu´ya sürdüğünüz Yunanlılar 16 kahraman askerimiz yaktılar. Hepsi benim dostumdu?? deyip isimlerinin tek tek sayılması şahsen benim sinema koltuğunda içimi titretirken filmin yapımcısının bu bilgiyi bizimle paylaşma/aktarma hassasiyetine büyük bir saygı duydum. Beni en çok etkileyen bu skensta; filmin ana fikri olan ?Savaşın kazananı olmaz? mottosunun felsefi, sosyal ve tarihsel altyapısını okuruz.

Film son bölümünde başarılı bir makyaj ve çalışmayla Atatürk´e yapılan bir güzellemeyle sona erer?

Alt metin olarak çok başarılı, uyandırdığı öğrenme isteğiyle faydalı, millet olarak özgüven duygumuza katkı sağlayan, temposuyla hızlı, kurgusuyla dünya standartlarında, dönem filmleri yapmayı düşünenlere cesaret veren başarılı bir sinema filmi izlemiş olarak sinema salonundan çıkarız?  

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR