Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


İsmail Hakkı Güleç


CEMAAT ve CEMAATLAR ÜZERİN BİR ELEŞTİRİ

İsmail Hakkı Güleç'in yeni yazısı; Cemaat; cem olmak, bir olmak, beraber olmak, toplu ve toplum olmak, toplanmak gibi anlamlara gelen Arapça İslami bir kavramdır... CEMÂDAT


 

(Ar. cemād ve çoğulu ﺟﻤﺎﺩﺍﺕ) i. eki -āt ile cemādāt) Cansız cisimler: Canlıların derdi yetmiyormuş gibi üzerime bir de cemâdâtın azâbını yüklenmiştim (Refik H. Karay).

            İslam toplumları, bir cansız gibi, özünü, ruhunu, aklını, fikrini, kalbini, ilmini, irfanını, karakterini, kalitesini, ahlakını, edebini, kişiliğini, karakterini, duruşunu, onurunu, izzetini ve de haysiyetini kaybetmiş, nesneleşmiş, keyfiyetten ziyade kemiyete bürünmüş, etkisiz, yetkisiz, çapsız, çaresiz, çözümsüz, kimliksiz bir ceset gibidir...

           Bu açıdan da bugünkü İslam ümmetine, cemadat demek çok daha doğrudur...          

            İslam; ortak akla, toplumun görüşüne, istişareye, danışmaya, birlikte karar vermeye ve ortak akla önem veren bir dindir... 

          Bencillikten ve bireyselleşmekten Ziya’de, toplu hareket etmeyi, toplum olmayı, istişare ile iş yapmayı esas alır... 

          Bu açıdan da, cemiyet ve cemaat olmak, imani, insani ve İslami bir durumdur... İnsanlar toplu olarak yaşayan varlıklardır... Yalnızlık Allah'a mahsustur... 

         Toplum, cemiyet ve cemaat olmanın, belli kural, kaide, ilke ve prensipleri vardır... 

          İnsanları rastgele, behemehâl bir araya getirmek, bedenen cemaat olmak için yeterli değildir... Bir cemaatin cemaat olabilmesi için, mensuplarının bir potada (inanç, fikir, düşünce ve eylem vb.) eriyebilmesi, aynı hedefe doğru kenetlenip, istenilen bir takım insani ve ulvi hedefleri gerçekleştirebilmesi için, mutlaka bir ruh, fikir, düşünce, eylem planı, hareket tarzı ve de hedef ortaya konmalıdır... 

         Belli bir mefkuresi, düşüncesi, usul, üslup, metot, inanç, ilke, değer, prensip, bakış açısı, sabite, plan ve programı olmayan kişilerden oluşan topluluklar asla cemaat olamaz... 

         Cemaat olmak, birlik olmak, kader birliği yapmak, iyi kötü günde, zor ve kolay zamanlarda omuz omuza verip, birlikte her şeyi paylaşmak ile mümkündür... 

          Cemaat olmanın temel şartlarından birisi de insanların birbirini sevmesi, güvenmesi, birbirlerine karşı hüsnü zan beslemeleri, kendi ihtiyaçları olduğu halde kardeşlerini kendilerine tercih etmeleri, iyilik ve takvada yarışıp, kötülük ve günah da ise birbirlerini ikaz, inzarda bulunmaları, düşenin elinden tutup, zorda olana el atmaları gerekir... 

          Aynen binlerce tuğlayı bir araya getirince, bir bina yapmış olunmadığı gibi, binlerce insanı da bir yere getirip, yan yana dizmekle de bir cemiyet ve cemaat oluşturulamaz... Aynen tuğlaları bir arada tutan tutkal ve harç gibi, insanları da bir arada tutan şey inanç, mefkure, metot, duygu, düşünce, ideal, iddia ve ortak hedeflerdir... 

          Ülkemizde, FETÖ ile beraber, birçok kutsal kavram da olduğu gibi, "cemaat" kavramı da büyük yara almış, içi boşaltılmış ve toplum cemaat ve cemiyetlere karşı kışkırtılıp itibarsızlaştırılmıştır... 

         Diğer yandan, 28 Şubat sonrası derin devlet ve rejim, cemaatleri kendi laik, seküler sistemin merkezine çekmiş ve sistem, cemaatleri çeşitli isimler (STK, parti, ılımlı İslam vb.) adı altında içini boşaltmış, hedefinden saptırmış, ruhunu öldürmüş, amacından uzaklaştırmış ve de cemaatleri ayakta tutan, inanç, mefkure, metod, düşünce, ideal ve iddialar yok olmuştur... 

        Eskiden Müslümanlar, aynı cemaat mensupları ile, hatta farklı cemiyet, cemaat mensupları birçok hususta ortak hedefe kitlenirler ve ortak bir tavır ve tutum ortaya koyarlar ve de eylemlerde bulunurlardı... 

         Ancak, bugün aynı cemiyet ve cemaat içerisinde 30-40 yıl birlikte olmuş, aynı havzadan beslenmiş, aynı usul, üslup ve metoda sahip insanlar bile, bir araya gelmekte, birlikte yol yürümekte, fikir, düşünce, usul ve üslup oluşturmakta, hedeflere kitlenmekte sorun ve sıkıntı yaşanmaktadır... 

         Cemaat ve cemiyetlerin, içi tamamen boşaltılmış, altı oyulmuş, sadece tabeladan ibaret, ilim, irfan, ahlak, edep, erdem, tevbe, takva, fikir, ruh, inanç, kardeşlik, düşünce ve de derinlikten yoksun, içi boş, çürük, çözümsüz, sığ, kof, etkisi, yetkisi olmayan, kimliksiz yapılara dönüştürülmüştür...

           Bugün cemaatlerin birçoğu gettolaşmış, belli meslek gruplarının birbirleriyle görüşüp, iletişim sürdürdükleri, alt üst, zengin fakir, makamı yüksek olan olmayan vb. bir nevi cahili bir yapıya bürünmüş, yine bir çeşit menfaat ve çıkar şebekesine dönüşmüşlerdir...

          İnsanların cemaat içerisindeki konumunu, durumunu, mevkisini belirleyen şey; ilimleri, kişilikleri, takvaları ya da ortaya koymuş oldukları gayretlerinden daha ziyade, ellerindeki ekonomik varlıkları, siyasi güçleri, sosyal konumları ya da makam ve mevkileri olmuştur... 

           Bugün birçok cemiyet, cemaat, yapısı, anlayış, STK, parti, grup, tarikat kendisinin dışındaki diğer yapı, cemaat, grup, parti ya da tarikata kapısını tümüyle kapatmış, aradaki kanallar kapatılmış, ilgi, ilişki, iletişim, sevgi, hoşgörü, muhabbet bağları tamamen koparılmış, bu yapılar arasındaki olması gereken dayanışma, yardımlaşma ilgi, alaka, sevgi ve muhabbet yerini hasmane ve düşmanca bir durumu dönüşmüştür... 

         İslam'ın bir potada ki; (ilim, irfan, iman, takva, edep, irfan, muhabbet, marifet, Kuran ve Sünnet potası) eritip kardeş yaptığı ve kardeşliği de imana bağladığı Müslümanlar ve cemaatler, adam çokluğu, imkan bolluğu, siyasi imtiyazların ve de imkanların konuşulduğu takva yarışından daha ziyade, menfaat yarışının ya da menfaat devşirmenin yerleri haline gelmiştir...

          Kardeşliği baltalayıp, yok eden, yıkan, ortadan kaldıran haset, gıybet, kin ve nefret kurumları haline gelmişlerdir... 

          Hiç kimse, hiçbir cemiyet ya da cemaat, diğerinin toplantısına, dersine, ortamına, programına iştirak etmemekte, değer vermemekte, katkı sunmamaktadır...

         Her cemiyet ya da cemaat, kendisini kurtuluşun cennete girmenin tek adresi ve yolu olarak telakki etmekte, kendi dışındaki cemiyet, cemaat, anlayış, hizip, grup, parti, tarikat ya da STK'ları en ağır şekilde tahkir, tenkit, tecrit, tekfir etmektedirler...

          Ümmetin imkanları ki; (maddi, manevi, insani vb.) enerjisi bu şekilde yok edilip, tüm bu imkanlar, menfaat düşkünü, riyakar, çıkarını ilah edinmiş, ehliyet ve de liyakat, ilim, feraset ve basiretten yoksun, çapsız, çözümsüz, ahlak yoksunu, çürük, çaresiz bir takım insanların elinde heba edilmektedir... 

             Tefrika sonucu, ümmet paramparça edilmiş, ümmetin onur, izzet, haysiyeti, güç ve şerefi yok edilmiştir...

            Biz Mü'minlerin farklı yapı, anlayış, metod, görüş, grup, tarikat, cemiyet ve cemaatlere sahip olmamız, asla birbirimiz hakkında kötü, olumsuz, suizan içeren, ümmeti birbirine düşürüp, düşman eder bir hale getirmemelidir... 

            Ümmetin, cemiyet, cemaat, grup, parti STK, tarikatları Tevhid, Takva ve Kur'an etrafında bir araya gelmeli, asli fonksiyonları olan ümmeti ayağa kaldırma, tevhid-i önceleyip, önemseyerek, hak hukuk ya da takva'da yardımlaşma, kötülük, günah, isyan, hukuksuzluk durumlarında ise, birbirlerini inzar, irşat, inşa ve ikaz etmekle mükelleftirler...

           “Ey iman edenler; Allah’ın ipine hep beraber/topluca tutunun ve ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın! Bir zamanlar düşmandınız da Allah kalplerinizi birbirine ısındırmıştı. O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz ateş çukurunun kenarındaydınız da sizi ondan kurtarmıştı. Hidayete eresiniz diye Allah ayetlerini sizin için açıklamaktadır.” (3/Âl-i İmran, 103)

          Bugün, bu ülkede, birçok tarikat, cemaat ya da sivil toplum kuruluşu daha çok büyümek, güçlenmek ve etkili olmak adına, birçok temel ilke, değer, prensip, inanç, düşünce, usul, üslup ve metodundan vazgeçmiştir...

           Çokluk duygu ve düşüncesi aklımızı başımızdan almış, bu fasit basit, menfi, şeytani duygu ve düşünceler, bizdeki tüm inanç, ilke, izzet, sağduyu, feraset, basiret, hassasiyet ve prensiplerimize olan güven ve de bağlılığımız yıkıp, yok edip, koparmıştır... 

           Bu şekilde inanç, ilke, değer ve prensiplerinden kopan yapılar, vahiyden kopmuş, cahiliyenin sunmuş olduğu birtakım yemlere aldanıp, tav ve av olmuşlardır... 

          Var olan ki; beşerî, laik, seküler, tağuti şirk, zulüm ve İslam düşmanı bir rejimle iç içe, onu meşru, mübarek, mebrur, adil, reel, olması gereken olarak gören, böylesi bir rejime karşı, hiçbir sözü, söylemi ve eylemi bulunmayan, statik, silik, sönük ve soluk bir üslup ile ve de durumu koruyup, kurtarmak adına! Mevcudu adına ve de daha çok büyümek adına bütün bu ilke, değer, düşünce, prensip, usul, üslup ve metotlarından vazgeçmişlerdir... 

          Yine bu ceberut, laik, seküler, beşeri, tağuti ve de İslam ve insanlık düşmanı sisteme karşı, alternatif hiçbir şey üretememekte, onurlu, izzetli, haysiyetli, karakterli, şahsiyetli bir dürüst bir kişilik ve duruş ortaya koymamaktadırlar...

          Bu açıdan da kendi medeniyetinden, kaynağından, kitabından ve beslenmedikleri için, toplum nazarında da hiçbir etki, yetki meşruiyet ve kıymeti harbiyeleri kalmamıştır... 

            “Ey iman edenler! (Peygamber) size hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman, Allah'a ve Resûl(ün)e icâbet edin! Ve bilin ki şüphesiz Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve(siz) muhakkak O'nun huzuruna toplanacaksınız! (Enfal -4)

           Mevcudiyetini, meşruiyetini ve mübarekliğini kitabından, inancından, ilke ve prensiplerinden almayan, Kur'an ve Sünneti seniyye'ye dayanmayan hiçbir hareket, ne Rabbimiz (cc) katında, meşru, mebrur ve makbul bir hareket kabul edilebilir, ne de toplum nezdinde ve vicdanın da varlığına saygı, sevilip, güvenilen, saygı duyulan bir konumda bulunabilir...

           Çözüm; İslami yapıların, özellikle akidelerini sahihleştirip, net bir söylem eylem ve çizgi geliştirmeleri, duruş ortaya koymaları, usul ve üslup ve de metot ortaya koymaları ve kitaba sımsıkı sarılarak, Kur'an'ın ortaya koymuş olduğu, hareket metodunu hayatın temel hareket metodu kabul edip, hareket, cemiyet, cemaat, STK ve tarikat mensuplarının da Kur'an ve Sünnet çerçevesinde bir kimlik ve kişiliğe sahip olmaları ile, ancak bu kötü, zelil, mezellet, meskenet halimiz sona erer ve de bu kötü gidişat olumlu ve müspet manada düzeltilebilir...

        Yoksa, var olan ve bizim inancımıza ve kitabımıza göre meşru olmayan laik, seküler ve şeytani, tağuti ve beşerî bir sistemden daha çok yurt, yuva, ekonomik destek ve meşruiyet alacağız adına, tüm bugüne kadar savundukları, inanç, ilke, iddia, değer prensiplerinden vazgeçerek hem dünyada, hem de ahirette rezil ve rüsva olmaya, zelil bir pozisyonda yaşamaya mahkum olacaklardır... 

          İslami hareketin, temel çalışma anlayışında daha çok bir şeylere sahip olma ya da ne adına olursa olsun, güçlü olmak diye bir şey yoktur... 

             İslami hareket; inanç ve düşüncesinden taviz vererek bir yere de varamayacaktır... 

          İslami hareketin Sahibi ve Maliki Alemlerin Rabbi olan Allah'tır...

           Şayet, bizler ne kadar samimi, salih ve sadık kullar olur isek, Rabbimiz bizi destekleyecek, tüm kaygı, korku ve de endişelerimizi giderecek, yeniden bizi zalimlere karşı tarihte olduğu gibi, bize İzzet, onur, şeref, haysiyet ve bu toplumu adilane bir şekilde yönetme yetkisini verecektir... 

             “Medine’ye dönersek (devlet ve hükümete yerleşirsek), daha üstün ve şerefli olan (bizler), daha güçsüz ve zelil olanı (sadık mü’minleri) oradan mutlaka çıkarıp atacaktır” diyorlardı. 

            Oysa (gerçek) izzet, haysiyet ve üstünlük, (ancak) Allah’ın; Peygamberin ve (samimiyetle ve bütünüyle İslam’a) inananlarındır. Ne var ki münafıklar bunu bilecek (ve idrak edecek akli ve vicdani dürüstlükten uzaktırlar).” (Münafıkun-8)           

           Ama biz bunu hak etmiyoruz isek ki; şu an hakketmiyoruz, ne kadar dünyevi anlamda imkanlarımız çok olsa da hedefe varamayacağız, istemiş olduğumuz toplum ve sistemi asla oluşturmaya da müstahak olamayacağız demektir... 

          “Allah, içinizden iman edip salih amel işleyenlere vadetti: Onlardan öncekileri yeryüzünün halifeleri kıldığı gibi onları da yeryüzünün halifeleri kılacak, razı olduğu dinlerinde kendilerine iktidar/güç verecek ve korkularından sonra onları emniyete kavuşturacaktır. (Bu vaatte bulunduklarım) bana ibadet eder, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Kim de bundan sonra kâfir olursa işte bunlar, fasıkların ta kendileridir!” (24/Nûr, 55)

           İslam’ın yeryüzüne hâkim olması ve Allah’ın (cc) müminlere vadettiği zaferin/iktidarın gerçekleşmesi dört şarta bağlıdır:

         a. İman. (bk. 1/Fâtiha, 5)

          b. Salih amel. (bk. 18/Kehf, 110)

          c. Yalnızca Allah’a ibadet. (bk. 6/En’âm, 162-163)

          d. Hiçbir şeyi O’na ortak koşmamak. (bk. 4/Nisâ, 48)

         Bu dört şarta karşılık üç vaatte bulunulmuştur: Hilafet, dinde güç ve iktidar, emniyet.

         Ayet-i kerime zımnen başka bir hakikate işaret eder: Bu şartlardan biri veya tümü ihlal edildiğinde başkaları tarafından yönetilme, mustazaf duruma düşme ve korku içinde yaşama kaçınılmaz sondur...

         Rabbimizden temennimiz; aynen Peygamberlerde ve Son Peygamber Hz. Muhammed Aleyhisselam da olduğu gibi, Rabbimizin (cc) istemiş olduğu şekil ve metot ile, Tevhid ve takva üzere bir toplum oluşturmak ve de yönetim oluşturmak arzumuzun, bir an önce gerçekleşmesi ümit ve temennisi ile... SELAM VE DUA İLEİLE... ulec2312 @gmail.com 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR