Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Dr. Ali YALÇIN


BİREYSEL VE TOPLUMSAL KİRLENMENİN ETİYOPATOLOJİSİ

Zira insan görerek ve işiterek hayatın şahidi, gözlemcisi olmuştur. Gözlemlediği hayat aynı zamanda denendiği hayattır. Denenme ise sorumluluk alma/almama dan kopuk değildir.


Birey ve toplum açısından kirlenme nedir?

Kirlenmenin sorumluluk almama ile bir bağı var mıdır?

Arınmanın zıddı olan kirlenme ne tür bir etiyopatolojiye sahiptir? Yani en temelde neler olmaktadır ki birey veya toplum arınmakta veya kirlenmektedir.

Arınmanın görünür verileri nedir ki aksi durumda kirlenme kaçınılmaz son olmaktadır.

Arınmış olmak: Aklederek, kalbinde değişimler başlatmak, bu değişimleri  sorumluluk bilinciyle sürdürülebilir kılmak ve gerçek manada görür ve işitir olarak şükredenlerden olmak!  

Arınmanın kavramlardan kopunca da  körleşerek kirlenmek ve küfredici olmak.

Arınınca şükredici, kirlenince de küfredici insanın haline kısaca değinmek gerekmektedir.

?Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip geçti. Şüphesiz biz insanı karmaşık olan  bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören kıldık . Biz ona yolu gösterdik; şükredici veya küfredici olması artık ona kalmıştır.? ( 70/ İnsan,1?3).

İnsana gösterilen yol; Beled Suresi´nde tanımlandığı üzere sorumluluk içeren, zorlukları olan, Akabe´si olan yoldur.

Zor olan sarp yokuş manasındaki Akabe insanın sorumluluk alma tercihidir. Bu da aklın varacağı bir sonuçtur. Zira akabinde bir değişim söz konusudur.

Tüm değişimler insanın akledip etmemesi veya kalbî değişimleriyle doğrudan alakalıdır.

Sorumluluk duygusu aklın veya akıl yürütmenin en somut çıktısı olduğu için Allah Teala akletmeme ile kirlenmeyi bir zikreder.

?Allah´ın izni olmaksızın kimse iman edemez. Allah, aklını kullanmayanları pislik/rics içinde bırakır? (Yunus/100)

İman etmenin bir süreç olması gibi inkar etmek de bir süreçtir ve görüldüğü üzere kurallara bağımlıdır. Belki bir süre uyum süreci olarak adlandırılabilir ama neticede kişi/toplum bir isim alacaktır.

Uyum süreci tecrübelerinin nasıl oluştuğu da önemlidir.

Kalbi ve akli değişimler?

Değişim, akletme eşliğinde ona inanmışlığın kapılarını aralarken sorumluluk almaya hazır birey/toplum aksi durumda kirlenmiş olacaktır doğal olarak.  

Rahatlıkla diyebiliriz ki insan sorumluluklarından kaçındıkça kirlenecek, sorumluluk aldıkça da arınacaktır. Sorumluluk bilinci geliştikçe şükredici iken aksi durumda küfredicidir. Zira insan görerek ve işiterek hayatın şahidi, gözlemcisi olmuştur. Gözlemlediği hayat aynı zamanda denendiği hayattır. Denenme ise sorumluluk alma/almama dan kopuk değildir.

Yinelersek, insan, bireysel veya toplumsal sorumlulukları dışında bir alanda denenmez.

Denenme sırasında bireysel ve toplumsal sorumlulukları  insan için bir değer taşımaz da Allah´ın sunduğu önerileri  görmezden gelip yaratılışından gelen değerlerin üzerini örtecek olursa,   olumlu bir değişime de taraf olmayacağı kesinleşir ve kirlenmesi onu olumsuz isimlerden bir isme hazırlar. Kirlenme neticesinde alabileceği en kötü isim ?Kâfir? ismidir. Kâfir olan kişi kirlenmeyi bir süreç olarak yaşayıp üzerinde bulunduğu hali kemale erdirince kendiliğinden bu ismi alır. Bu ismi alan birisi için de  başta Allah´ın varlığı olmak üzere, kendisine öneri sunan kitabi ayetlerin, nimetlerin veya hükümlerin bir değeri kalmamıştır. Zamanında yol gösterilen insanın bu noktadan sonra uyarılması da istenilen  değişimi başlatmaz. Artık ona verilen işitmenin ve görmenin de bir değeri yoktur.

?Andolsun, elçilerimiz onlara açık deliller getirmişlerdir. Fakat önceden yalanladıklarından ötürü inanmaya yanaşmadılar. Allah, kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler.? (7/A´râf, 101).

?Kalpleri vardır, ama onlarla gerçeği kavramazlar; gözleri vardır, fakat onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. Hayvanlar gibidir onlar, hatta daha da sapık/yoldan çıkmış...? (7/A´râf, 179).

"Gerçek şu ki, kâfir olanları uyarsan da uyarmasan da onlar için fark etmez;  iman etmezler. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için büyük bir azap vardır." (2/Bakara, 6?7 ).

Değişim geçirenlerin üzerinde bulundukları halin kendisi gerçekten önemlidir. "Bizimle olan anlaşmalarını bozdukları için, onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık." (5/Mâide, 14).

Kişi  yaptığı anlaşmayı bozduğunda  lanete uğramaktadır. Kalbi de bu yeni duruma göre şekil almakta ve ifade edildiği gibi katılaşmaktadır. Bu değişim üzerelerken yaptıkları amelleri de onlara hayır getirmemektedir.

"Yaptıkları şey, kalplerini pasa boğdu." (83/Mutaffifin, 14).

Zira bunların amelleri kirlenmede kısır döngüden başka bir işlev yapmamış sonuçta kalplerini pas kaplamıştır. Küfürle noktalanacak olan bu süreçte nelerin yaşandığını da yine Kur´an haber vermektedir:

"Hiç olmazsa azabımız kendilerine gelince yalvarmaları gerekmez miydi? Fakat kalpleri katılaşmış ve şeytan yaptıklarını onlara cazip göstermişti." (6/En´âm, 43).

Yapılanları cazip görme, akli bir melekenin de bozulmasına önemli işarettir. Kişi hakkiyle düşünmediği zaman kendi mantıksal kurgusu ona doğruyu eğri diye gösterir. Düşünememe halinin kalpteki bir hastalıktan kaynaklandığını da Kur´an´dan anlamak mümkündür:

"Kur´an´ı düşünmeyecekler mi, yoksa kalpleri üstünde kilitler mi var?" (47/Muhammed, 24).

İnsan ki kalbi ve kulakları mühürlenmiş, gözleri de perdelenmiş bir duruma gelmiştir. Hayvanlaşmış, daha da sapıklaşmış ve iman etmemeye kadar sürüklenmiştir. Kirlenme kalpte başlayan bir özgeçmişe sahip olduğu için, takdir gereği bu kalbin üzerine mühür vurulmuştur. Üzerine mühür vurulan kalbin görme ve işitme melekelerinden mahrum bırakılmasıyla da süreç tamamlanmıştır:

"Gerçekten kâfir olanları inzâr etsen de etmesen de (azap ile korkutsan da korkutmasan da) fark etmez . Çünkü onlar iman etmezler." (2/Bakara, 6)

Arınma halini sürdürenlere gelince, akıbet olarak  şükredici müminlerden olmuşlardır:

?? Allah imanı size sevdirdi ve onu kalplerinize güzelleştirdi. Hakikati inkâr etmeyi, günah işlemeyi ve karşı çıkmayı size çirkin gösterdi.? (49/Hucurat, 7)

Değişimin kalp ile olan  ilişkisi gözden kaçırmamak için  burayı azıcık daha açmak gerekmektedir.

Kalbin kendisi (Q-L-B) -Arapça dil bilgisi açısından incelendiğinde- değişim ve dönüşümü ifade etmektedir. İnsan, öğüdü dinleyen ve itaat eden konumundayken kalbinin işitme/(sema) ve görme/(basar ) melekeleri kalbin değişimini iman etme yönünde başlatmaktadır. İşitip isyan eden konumunda da bu değişimin yönü  küfretmeye doğrudur. Yani insan değişiminde ilk değişim noktası kalptir. İsrailoğullarının "işittik, isyan ettik" demeleri yüzünden küfre girdiklerini ve küfürlerinden dolayı kalplerine buzağı içirildiğini (2/Bakara,93); inkâr edenlerin  "kalplerinde maraz/hastalık bulunduğunu" (2/Bakara,10), bu kalbin zamanla ?taşlaştığını? (2/Bakara,74), Kur´an´dan öğrenmekteyiz. Yüce Allah, "Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer?  (8/Enfal,24) buyurmaktadır. İnananların "Rabbimiz, bizi doğruya götürdükten sonra kalplerimizi eğriltme ve katından bize rahmet bahşet" (3/Al-i İmran, 8), şeklindeki duaları,  değişimlerini hayır üzere sürdürme arzularının samimi ifadesidir.

Münafıklaşmanın bir kirlenme sürecinden sonra oluştuğunu hatırlamakta fayda var.

Gerçekte mü´min olmadığı halde bir takım çıkarlarını gözeterek mü´minmiş gibi davranmak.

Davranışların meleke kazanmasıyla da tamamen kirlenmiş olmak?

İnsan   münafıkça  davranarak kalbine yeteri kadar değişim yaşatır ve artık kopup gideceği yerin eşiğine kadar gelir. Kur´an´da, hesap gününün sahnelerinden bir sahne sunulurken bizler de mü´min ve münafık olanların karelerine şahit kılınırız: ?O gün, mü´min erkeklerle mü´min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürüsün. ?Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalacağınız, altından ırmaklar akan cennetlerdir´ işte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. O gün münafık erkeklerle münafık kadınlar, iman edenlere derler ki: ?Ne olur bize bir bakın, sizin nurunuzdan birazcık yararlanalım.´, ?Onlara geldiğiniz yere (dünyaya) dönün de bir nur arayıp bulmaya çalışın´ denilir. Derken aralarına kapısı olan bir sur çekilmiştir. Onun iç yanında rahmet dış yanında azap vardır. Münafıklar onlara seslenirler: ?Biz sizlerle birlikte değil miydik?´ Derler ki: ?Evet, ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz, Müslümanları acı ve yıkımların sarmasını gözetip sonucu gözetlediniz ve şüphe ettiniz. Temennileriniz/beklentileriniz sizi aldattı. O aldatıcı da Allah´ın emri gelinceye kadar sizi  Allah´a karşı yanlış zanlarla aldattı. Artık bugün sizlerden de inkâr edenlerden de bir fidye alınmaz. Varacağınız yer ateştir. Dostunuz da o sizi aldatandır. O ne kötü bir gidiş yeridir.? (57/Hadid, 12-15)

Mü´minlere her türlü baskı, işkence, haksızlık, sindirme operasyonları yapılırken ve onlar her türkü iftira ve karalamalara maruz kalırken, üstelik hayatın her alanından dışlanmışlarken, zayıf ve mahrum bırakılmışlarken kirlenerek münafık ismi alacakların kirlenme süreci elbette önemlidir. Hem mü´minlerden görünüp hem de onlar her türlü bela ve musibetlerle sınanıyorlarken sonucun mü´minlerin aleyhine noktalanmasını beklemek bir süreç olduğu için de incelenmelidir. Bu kirlenme şekli, Hadid Suresi´nde belirtildiği gibi, aşama aşama onları ateşe yaklaştırmaktadır. Kur´an´da münafıkların amellerine vurgu yapılırken onların ?Allah´a bir ucundan ibadet? ettiklerine değinilir.

Kirlenmenin akletmeme ile ilintisine gelince, Kur´an´da pek çok âyet, sapıtan kimselerin akıllarını kullanamayan kimseler olduğunu  belirtmektedir. Cehennemin bekçileri azaba atılan inkârcılara, ?Size uyarıcı bir peygamber gelmedi mi?´ diye sorduklarında, bir uyarıcının geldiğini ancak   yalanladıklarını söylerler (67/ Mülk, 8-9 ) ve devamında , ??ve derler ki eğer  biz işiten ve akleden olsaydık bu çılgın ateşin içinde bulunmazdık.? (67/ Mülk, 10 ) şeklinde önemli bir itirafta bulunurlar. ?Küfredenlerin misali, sade bir çağırma veya bağırmadan başkasını duymaz bir  kulakla haykıranın haline benzer. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler.? (2/ Bakara, 171). ?İçlerinden  seni dinlemeye gelenler de var; akılları olmayan sağırlara sen mi işittireceksin?? (10/Yunus, 42). Gerçekte "Allah katında canlıların en kötüsü  sağır ve dilsiz olup da aklını kullanamayanlardır.? (8 / Enfâl, 22). Rabbimiz tarafından verilen misalleri anlayabilmek için bilmek şartı da önemli bir şarttır.Rabbimiz, ?Ancak bilenlerin akledebileceği? gerçeğine dikkat çekmektedir. (29/ Ankebut, 43).

Bireysel ve toplumsal kirlenmeyi ve neticelerini irdeleyerek günümüz Müslümanlarının içinde bulundukları zor günlerine ışık tutmaya çalışmak belki daha derinlikli bir araştırma ve tecrübeyi gerektirmektedir ancak az da olsa dikkatleri en temeldeki sebep ve sonuçların üzerine (etiyopatolji) çekebildiysek maksat hasıl olmuş demektir?                                                                  

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR