Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ramazan KAYAN


Barış ve kardeşlik


Bir bahar günü güzel Diyarbakır'ımızda güzel insanlarla bir arada olmak ve en temel sorunlarımızdan birini tartışmak… İnşallah bu salondan çıkacak hayırlı sonuçlarla tüm insanlığa, gelecek nesillere karşı sorumluluğumuzu yerine getirmek için birlikteyiz. Buna vesile olan tüm kardeşlerimizi yürekten tebrik ediyorum. Baharın barışı mı, barışın baharı mı? İnşallah en önemlisi olan barışın baharını yaşamak için azmettik. Salondaki katılımcıları tanıyorum. Yıllarını bu dava için ortaya koymuş, saçlarını ağartmış, bu ızdırapla insanlığa hizmet etme, insanlığın hakikatle hidayetle buluşabilmesi için çırpınan yüreklerle bir aradayım. Şu kitle bu salona görüntü vermek için gelmedi. Bir fotoğraf sunup çekip gitmek için gelmedi. Dostlar pazarda görsünler hesabına da buraya gelmediler. Günah çıkarmak için de buraya gelmiş değiller. Birilerinden rol çalmak, rol kapmak için de burada değiller… Yıllarca verdikleri mücadelenin nihayetinde bir hüsnü hatimeye tanıklık edebilmek için günün bu saatinde bir araya geldik. İnşallah Rabbim bizi buna muvaffak edecektir. Yani biz buraya akıl vermek için gelmedik. Ortak aklı işlevsel hale getirmek için buradayız… Biz kimseyi sorgulamak, suçlamak, sınırlamak için burada değiliz. Sorunlarımıza birlikte çözüm bulmak için buradayız. Allah bu fırsatları bizlere nasip etmiş… Bundan sonraki adımlarımızı konuşabilmek için buradayız. Farklılıklarımıza rağmen bir arada hareket edebilme ya da ortak bazı sorunlarımızı birlikte çözebilme iradesini gerçekleştirebilmek için buradayız. Özelliklerimiz ayrı olabilir; yapılarımız ayrı olabilir; farklı siyasi tercihlerimiz, tutumlarımız, görüşlerimiz ve fıkhî temayüllerimiz olabilir… Ancak bizi mutlaka ve mutlaka bir araya getirmesi gereken temel sorunlarımız var… İşte bunlardan biri çözüm süreci ve barış meselesidir. İnşallah yeni bir fecri kazibi'de yaşamayız ve bu defa çok daha umutluyuz ve geleceğe çok daha inançlı, güçlü bir iradeyle harekete geçtiğimizi çok rahatlıkla söyleyebilirim… Ancak barış yolundaki dikenleri, dinamitleri, desiseleri ve dönen dolapların da farkındayız… Bu işi sabote etmek için bağnazların, fanatiklerin hâlâ pusuda nasıl beklediklerini de en iyi biz biliyoruz. Ancak mü'minler bir delikten iki defa ısırılmazlar. Barış basiret gerektirir... Barış cesaret gerektirir… Barış hikmet gerektirir… Barış bedel gerektirir… Barış kararlılık ve tutarlılık gerektirir… Ben bu kararlılığı, bu iradeyi, bu iddiayı yüzlerinizden okuyorum. Ve bu kararlılığı hissediyorum. Ancak önce barışın bizim için ne kadar önemli olduğuna kendimizi ikna etmemiz lazım. Bırakın başkalarını ‘Makasıdü'ş- Şeria' dediğimiz şeriatın temel hedefleri arasında neler vardır: Mal emniyeti, Can emniyeti, Nesil emniyeti, Din emniyeti ve Akıl emniyeti… Barış olmadan bu emniyeti nasıl sağlayacağız? Yani İslam'ın bütünlüğünü ele aldığımız zaman barış aslidir, Savaş arizî'dir. Biz mecbur kalınca inancımızın savaşını, direnişini de veririz. Ama bizim için asıl olan nedir? Barıştır. Çünkü tüm insanlara söyleyecek sözü olan biziz… İşte görüyorsunuz beşeri sistemler iflas ediyor. Komünizm çöktü, kapitalizm can çekişiyor… Liberalizm, modernizm ne sunacak insanlığa; her şey ortada!.. Tam da sözümüzü yüksek sesle gündeme getirmenin zaman diliminde herkes barıştan vazgeçse, biz tek başımıza kalsak bile barış için mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz… Asla bundan geri adım atmak yok! Allah Rasülü(sav)'in hayatına bakıyoruz. Bir an için Hudeybiye Savaşı'nı gözümüzün önüne getirelim. Mekkeli müşrikler o kadar ağır şartlar koymuşlar ki, bir noktada tüm sahabe karşı çıkıyor. Allah Rasülü tek başına kalıyor. Hz. Ömer:' Ey Allah'ın Rasülü biz hak üzere değil miyiz? İzzet üzere değil miyiz? Böylesi bir barış anlaşmasına nasıl imza korsun.' Allah Rasülü karar veriyor. Tüm riski yükleniyor. İlk defa Allah Rasülü sahabesiyle karşı karşıya kaldı, barışın hatırı için, barışın maslahatı için; barışın ümmete ne gibi kapılar açacağını en iyi o bildiği için… Hatta Hz. Ömer çok üzerine gidince ‘Ben Allah'ın emrine karşı gelemem' dedi. Ama buna rağmen sahabe ikna olmamıştı. Allah Rasülü ihramlarınızı çıkarın, tıraş olun, kurbanlarınızı kesin demesine rağmen hiç kimse yerinden kımıldamıyordu… O barışı aleyhlerinde görüyorlardı… Bazı kardeşlerimizin de barışla ilgili farklı yorumları olabilir… Barışın diğer adı İslam'dır. Hudeybiye anlaşmasının tüm maddeleri aşağı yukarı Müslümanların aleyhinde gözüküyordu. Ama Allah 19 ay sonra Mekke'nin fethini nasip etti. Şimdi belli unsurlar barışı sabote etmek için-çünkü barış sürecinde kimin etkin olacağı, zaten Müslüman olan halkın tercihinin kimden yana olacağını çok iyi biliyorlar. Bundan dolayı barış sürecinin karşısında olabildiğince savsaklama, geçiştirme, sabote etme, suistimal etme, sömürme noktasındaki desiselerle karşı karşıyayız. Şu ayeti kerimenin altını çizmek isterim. (Bakara, 208) Silm kelimesinin karşılığı barış demektir. ‘Ey iman edenler, topyekün barışa giriniz. Sakın şeytanın adımlarına tabi olmayınız. O sizin apaçık düşmanınızdır.' Barışı sabote edecek şeytanlara dikkat ediniz. Barışı istismar edecek algılara, anlayışlara, sabotelere müdahalelere dikkat etmek lazım… Çünkü İslam özellikle barış ortamında kendini ifade edebilmiştir, mesajını verebilmiştir, misyonunu sürdürebilmiştir, fıtratla temas kurabilmiştir... Şu an tüm İslam coğrafyalarında iç çatışmalarla, kargaşalarla net bir İslami mesaj, İslami misyon devreye girmesin diye alabildiğine tuzaklarla, hilelerle karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz… Ancak barışın en önemli ayağı iç barışımızdır, yani kardeşliğimizdir. Belki bugüne kadar kardeşliğimizin hakkını verememiş olabiliriz; yıpratmış olabiliriz, tüketmiş olabiliriz… Ama kardeş olma dışında da hiçbir çıkış kapımız yok… Akidemizin bize yüklediği bu kardeşliği hamasi, edebi ifadelerin ötesine taşımak da boynumuzun borcu. Kardeşliğin hamaseti, edebiyatı, hitabeti, kitabeti bize lazım değil… Kardeşliğin hakikati, ahlakı ve hukuku bize lazım… Biz bu vesileyle sırası gelince helalleşiriz, tövbe ederiz… Aklı selim neyi gerektiriyorsa, kalbi selim neyi gerektiriyorsa ona da razı oluruz… İnşallah bu barış üzerinden yeni bir kardeşlik sayfası açmayı, Rabbim bu takati, bu mecali, bu gücü, bu kuvveti bizlere verecektir… Yeter ki bu niyetle ortaya çıkalım… Şu barış sürecini hiç kimse kendine yontmaya kalkmasın. Oportünist, pragmatist, bencil ve sığ saflarda hiç kimse kazançlı çıkamaz… Ama barış biterse hepimiz kaybederiz… Hepimiz zarar ederiz… O zaman grupçu, hizipçi, mezhepçi, dar, sığ, fasit yaklaşımlarla şu barış sürecini sakın zemininden, olması gereken seviyeden daha alta çekme yanlışına, gafletine müsade etmeyelim… Bu sürece sahip çıkalım… Şu ülkenin insanlarına söyleyecek çok şeylerimiz var; yüreklere dokunabilecek tarihi bir fırsat… Belki 150 yıl sonra ilk defa böyle bir fırsat önümüze geliyor. Sakın ha sakın… Bu fırsatın zayi olmasına, heder olmasına aklı başında hiçbir mü'minin müsaade etmeyeceğini zaten biliyorum , güveniyorum ve bunun üzerinden inşallah gerekli şeyleri yapacağız. Ancak şunu da ifade edeyim: Barış sadece barış değildir… Barışın içerdiği barış ötesi öyle kazanımlar öyle imkânlar bizi bekliyor ki, şimdiden bunu görebilecek bir feraset arayışına girmemiz lazım. Şimdiye kadar birbirlerine uzak düşen, şu ya da bu vesileyle birbirlerini anlamada tanımada yetersiz kaldığımız zafiyetlerimizi, acziyetlerimizi, aşırılıklarımızı, asabiyetlerimizi de gözden geçirebilmek için tarihi bir fırsat olarak görüyoruz… Bir diğer husus barış bizim için sadece silahların susması değildir. Sadece akan kanın durması değildir. Böylesi bir barış nakıstır… Kusurludur… Özürlüdür… Güdük bir barıştır… Görece bir barıştır… Biz asli bir barış, adalet ve hakkaniyet içeren, insaniyet içeren, ahlak ve edep içeren, erdem içeren bir barış talep ediyoruz… Kardeşlik talep eden bir barış talep etmemiz gerekir… Dolayısıyla bir başkası barışa şu veya bu anlamı yüklemiş olabilir… O bizi ilgilendirmiyor… Benim inancım barış denince neyi yüklenmem gerekiyor… Bu yeni süreçte çok güzel şeylerin bizi beklediğine inanıyorum. Birçok mazlumiyeti, mağduriyeti, mahkumiyeti, mahrumiyeti izale edebilmek, hakkı ikame edebilmek barış olmadan olmuyor… İnsan haklarının, onurunun tazmininin teminine imkân verecek bir barış bizim olmazsa olmazımızdır… Sizlere kardeşlikle ilgili birkaç cümle paylaşmak istiyorum: Şunu da son yıllarda duyduk; Kürt halkının ezilmişliğinin, sömürülmüşlüğünün faturasını İslam'a, İslam ümmetine, İslam kardeşliğine çıkaranlar son zamanlarda seslerini yükseltiyorlar… Hayır, sorun kardeşlik değil, kardeşsizliktir. Eğer kardeşliğin hakkını vermemişsek suçlu İslam değil, suç bizdedir… Hani Muhammed İkbal'in çok güzel bir sözü var: Kusur İslam'da değil kusur bizim Müslümanlığımızdadır, diyor. Biz temsil edememişsek, kardeşliğin içini dolduramamışsak kendimizi sorgulayacağız… Tam da bu noktada ‘Kardeşlerinizin arasını ıslah edin'; kardeşliği imha etmeyin, iptal etmeyin, tahrip etmeyin… Kardeşlerinizin arasını ıslah ediniz, sorusuyla karşı karşıya bulunuyoruz… Biz çağın Firavunlarına karşı bir söylemimiz, eylemimiz olmadıysa; zamanın Musalarının çağın Firavunlarına karşı bir mesajı, misyonu , söylem ve eylemi olacaksa Harun'suz olmaz… Harunsuz yola çıkamayız… Mutlaka Musalarla Harunlar buluşacak… Sorunlarını konuşacak. Bir neticeye bağlayacak. Kardeşliğin üstünü çizmeyeceğiz. Kardeşliğin içini doldurabilmek için dikkat edeceğiz… Bu sorunu çözmede kullanacağımız dil çok önemli. Kışkırtıcı, ayartıcı, itici bir dil değil… Liberal seküler, popüler bir değil… Müteal bir dil bize lazım… Ulvi bir dil bize lazım… Eğer dilimizi doğru kullanırsak anlaşabileceğimizi düşünüyorum. Din dili kullanmayalım kompleksinden de kurtulmamız lazım. Biz bu meselelerde dinimizin dilini kullanmayacaksak nerede ne zaman kullanacağız?.. Bu meseleleri konuşurken şuna da dikkat etmemiz gerekiyor. Özellikle bu süreç içerisinde Müslümanları sürecin dışında tutmak isteyenlerin hesaplarını biz biliyoruz. Ancak biz, biz olduğumuz zaman kimse bizi yok sayamaz. Biz birbirimizi yok saymazsak kimse bizi yok sayamaz. Ama biz birbirimize itibar etmezsek, değer vermezsek, muhatap almazsak her birimiz tek tek yok oluruz. Son olarak şunu söylemek istiyorum: Sorun silahlardan, sandıklardan, sokaklardan, satırlardan önce sadırlarda ve sinelerde çözülür. Eğer sinelerimizde, sadırlarımızda, yüreklerimizde sorunu çözersek köklü çözüm, kalıcı çözüm olacaktır... Ancak kalplerimiz arasında bir ülfete ihtiyaç vardır… Rabbimizden kalplerimize bu ülfeti, ünsiyeti, muhabbeti, vahdeti, uhuvveti vermesi için dua edelim.

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR