Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Hasan POSTACI


Ajitatif Algılar Anaforunda ´Referandum´

Dünyada yaşanan bağımsızlık deneyimleri çoğu zaman çok sancılı ve uzun yıllar süren süreçler olmuştur.


Birleşmiş Milletler dâhil dış politik dünya da hemen hemen tüm etkili ülkelerin ?referandumu erteleyin´ veya ?iptal edin´ çağrılarına karşılık Irak Bölgesel Kürt Yönetimi 25 Eylül 2017 tarihinde yapmayı planlayıp ilan ettiği bağımsızlık referandumunu gerçekleştirdi. Korkulanın aksine çok büyük çatışma ve kaos yaşanmadan oylama süreci tamamlandı. Referandumu sadece Türkmenlerin protesto edip katılmadığı bilgisi bağımsız gözlemciler ve ajanslar tarafından ilan edildi. Yapılan açıklamada katılımın yüzde 72 düzeyinde gerçekleştiği, sonuçlarda beklendiği gibi- resmi açıklamalarla henüz teyit edilmese de- ezici bir çoğunlukla bağımsızlık yönünde ?evet´ olarak çıktı.

Referandum öncesi ABD´de gerçekleşen Birleşmiş Milletler toplantısına katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan çok keskin ve net bir dille referandumun yapılmaması noktasında açıklamalarda bulundu. Mesut Barzani´ye referandumun iptal edilmesi için son çağrılarını yineledi. Bu açıklamalar yapıldığı zaman eş zamanlı olarak Irak sınır bölgesinde askeri tatbikatlar silahlı kuvvetler tarafından başlatıldı. Bu tatbikatın referandum tutumuna karşı hoşnutsuzluğun somut bir adımı ve mesajı olarak görülebilir.

Benzer açıklamalar Irak Merkezi Hükümeti ve İran tarafından da yapıldı. Biraz daha yumuşak bir tonda olsa da benzer çağrılar ABD, Almanya, İngiltere gibi ülkeler tarafında da yinelendi. Ancak Mesut Barzani düzenlediği kitlesel mitinglerle ve yaptığı barış ve diyalog çağrılarıyla referandumun iptal edilmesinin veya ertelenmesini mümkün olamayacağını kararlı bir şekilde gösterdi. Goran gibi kimi iç muhalif gruplar da son anda referanduma katılım göstererek destek kararı almaları Irak Kürdistan´ında tüm toplumsal kesimlerin sahiplendiği, bu konuda sadece Kerkük´te Türkmenler dışında tüm kesimlerin referanduma güçlü bir katılım ve sahiplenilmesi bundan sonraki siyasi sürecin seyrinde etkili olacağını belirtmek gerekir.

Referandum sonrası açıklamalar ve ilk yaptırımlar kendini göstermeye başladı. Irak Merkezi Hükümet Başbakanı İbadi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip

Erdoğan, ?´referandum yok hükmündedir´´ açıklamasının ardından, dış işleri bakanlığı, KYB temsilcisinin Ankara´ya dönmemesi ve temsilciliğin muhatap alınmayacağını bundan sonraki süreçte tek muhatabın Irak merkezi hükümeti olacağı açıklamaları geldi. Irak merkezi hükümeti Kürdistan Bölgesel Yönetimindeki hava alanlarının devredilmesi çağrısı yaparak aksi durumda tüm hava alanlarının uçuşlara kapatılacağı yaptırımını deklare etti.

Irak sınırında devam eden askeri tatbikata Irak askerleri de katılarak Türkiye ve Irak bayrakları ile bu yaptırımların sembolik mesajları verildi. Erdoğan askeri müdahale dahil tüm seçeneklerin ihtimal dahilinde olduğu açıklamasını yaptı. BM´den referandumla ilgili kınama kararı gelirken Rusya dahil bir çok ülke Irak´ın toprak bütünlüğünün korunması yönünde açıklamalarını tekrarladılar. ABD krizin büyümeden merkezi hükümet ile diyaloga geçilerek çözülmesi yönünde tavsiyelerde bulundu.

Konuyla ilgili daha önceki analizlerimde de ifade ettiğim gibi dünyada yaşanan bağımsızlık deneyimleri çoğu zaman çok sancılı ve uzun yıllar süren süreçler olmuştur. Temelde bağımsızlık talebinin kabul görmesi için güçlü ülkelerin desteklerinin alınmasının yanında birçok bölgesel konjonktürel çıkarın ortak siyasi ve stratejik bir payda da buluşması gerekiyor. Öte yandan Osmanlı sonrası yenidünya düzeni bağlamında yüzyıllık bir talep olarak ortada duran, emperyalist ülkelerin böl-parçala- yut sömürü stratejisine kurban edilen Kürt Devletinin kurulması sorunu, atılan bu yeni adımla yeniden dünya gündemine gelmiştir.

Sadece bölgesel yönetimin sınırlarında 35-40 milyona varan nüfusuyla hâlâ devletleşememiş yeryüzünde başka bir halk yoktur herhâlde. Nüfusu yüzbinlerle ifade edilen devletçiklerin bulunduğu bir dünyada binlerce yıldır yurt edindikleri topraklarda kendi devletlerini kuramayan Kürt halkının varlığı çağdaş dünya için yüzkarası derin bir paradokstur. Tabi bu durumun temel nedeni petrol ve enerji kaynaklarının bu coğrafyada paylaşılamama sorunu olduğunun da altın çizmek gerekir.

Devletlerin siyasi hesapları bağlamında yeni bir devletin kurulması problemi çok farklı nedenlerle istenmeyebilir. Ancak sivil toplumsal kesimlerin, medyanın milliyetçi iklimin kuşatmasında üretilen cinnet anaforundaki ajitatif algıların oluşturduğu mahalle baskısını anlamak asla mümkün değil. Bir topluma hakarete ve aşağılanmaya dönüşen, lider ve yöneticilerine haddini bildirmeye çalışan, alay etme, tehdit ve argo düzeyindeki saldırılarla bu konu üzerinden tüm toplumun vicdanını ve eleştirel aklını ipotek altına alan yaklaşımları iptidai, derinlikten yoksun, sığ ve kabul edilemez olduğunu belirtmek gerekir. Oluşan bu atmosferde konuyu çeşitli boyutları ile tartışmak nerdeyse imkânsız hale gelmiş ve konu Kerkük Türkmenleri üzerinden tek boyutlu, dar bir koridora sıkıştırılarak ajitatif bir algı anaforuna mahkûm edilmiştir. Bu konuda yaşanan akıl tutulmasına çok az da olsa itirazlar yükselmiştir. Hakan Albayrak´ ın konu ile ilgili yazdığı iki makale, Akif Beki´nin çelişkilerle dolu paranoyaya dönüşen yaklaşımlarla ilgili analizleri ve bir siyaset bilimci olarak Vahap Coşkun gibi az sayıda aydın ve akademisyenlerin yaptığı analizler ve birçok çevreden 100 civarında aydının referanduma destek amaçlı yayınladıkları bildiri çok az da olsa tarihe şahitlik etme bağlamında değerli çıkışlar olduğunun altını çizelim.

 

Referandumum ile ilgili olarak gündeme getirilen temel önermelerin analizini yaparsak,  öncelikle projenin Büyük Ortadoğu Projesi (BOB) kapsamında planlanan bir süreç olduğu konusunu ele alalım. BOB projesi Ortadoğu´nun yeniden dizayn edilmesini, sınırların yeniden çizilerek küçük, zayıf devletçikler üzerinden, Ortadoğu başta petrol olmak üzere diğer tüm kaynaklarının yönetilebilmesini amaçladığı söylenir. Yeni bir Kürt devletinin kurulmasını bu kapsamda görmek gerekir. BOB Eş Başkanlığını İspanya ile beraber Türkiye´nin de üstlendiğini bir kenara not ederek eğer bu emperyalist hesabı bozabilecek alternatif bir program ve duruş sergileme bağlamında referanduma ve sonrasında oluşabilecek sürece karşı çıkmak anlamlı bulunabilir.

Ancak şimdiye kadar zaten fiilen Bölgesel Kürt Yönetimi kendi içinde ayrı bir devletmiş gibi davranıyordu ve bu durumu daha da pekiştiren ve defacto olarak meşrulaştıran en güçlü tutumu Türkiye sürdürüyordu ve bu nedenle merkezi hükümet ile de ciddi sorunlar yaşadı. KYB temsilciliğinin Ankara´da açılması, Erbil´de temsilciliğin karşılıklı olarak bulunması, Mesut Barzani´nin devlet protokolü ile ağırlanması ve daha ileri bir adımla parti kongrelerine davet edilmesi ve ortak mitinglere katılması, petrol alım ve satışında doğrudan Bölgesel Kürt Yönetiminin muhatap alınması gibi uygulamalar sanki bir an önce bir Kürt Devletinin kurulmasını ister bir pozisyonu beraberinde getiriyordu. Ortadoğu´nun mevcut halinin yine bir emperyalist paylaşım projesi olduğu gerçekliği ile hali hazırda bu coğrafyada devam eden birçok siyasi sorunun kaynağında bu durumun olduğu düşünülürse, BOB veya başka bir proje fark etmez, kaçınılmaz görünen değişim sürecine kendi çıkarlarımız, geleceğimiz medeniyet değerlerimiz ve ortak bir kaderi paylaşma duyarlılığında bir barış ve kardeşlik hedef ve özlemi ile olaya bakılmalıdır.

İkinci önemli karşı çıkış önermesi olarak Irak´ta kurulacak bir Kürt Devletinin Türkiye´de yaşayan Kürtlerle ilgili bir rol model olacağı ve Türkiye´nin de bölüneceği kaygısıdır. Bu konu ile ilgili olarak Türkiye Kürtlerinin entegrasyonu ve birlikte yaşama iradesinin çok güçlü olduğu ve PKK dahil hiçbir çevrenin bağımsızlık gibi bir talebinin şimdiye kadar olmadığını görmek gerekir. 90´lı yılların en sancılı ve çatışmalı dönemlerinde, köylerin, şehirlerin kitlesel göçlerle boşaldığı bir süreçte 30-40 km uzaklıktaki Irak veya İran Kürdistan´ına gitmek yerine yüzlerce km uzaklıktaki İstanbul, Mersin, İzmir vb. şehirlere gitmeyi tercih etmeleri birlikte yaşama iradelerinin güçlü reflekslerinden biri olarak görülebilir.

Dünyanın birçok yerinde etnik unsurlar kendi bağımsız ülkelerini tercih etmeden de bulundukları coğrafyalarda yaşamayı seçmiş toplulukların örneklikleri ile doludur. Yanı başımızda İran´da azımsanmayacak bir Azeri nüfus Azerbaycan bağımsız devletinin varlığına rağmen bulundukları ülkede yaşamayı seçmişlerdir. Lüksemburg, Belçika, İsviçre vb. ülkelerde birçok etnik unsur başka bağımsız devletleri oldukları halde bulundukları ülkelerde herhangi bir bağımsızlık veya ilhak talepleri olmadan yaşamaya devam etmektedirler.

Üçüncü itiraz noktası olarak daha bölgede ikinci bir İsrail´in kurulacağı endişesi üzerinden kendini göstermektedir. Bunun en güçlü gerekçesi olarak ta İsrail´in referandumu ve sonrasında oluşacak bağımsız Kürt Devletini tanıyacağını, destekleyeceğini deklare etmesi gösterilir. Uluslararası ilişkilerde psikolojik savaş stratejileri kullanılır. İsrail´in hangi saikle bu sürece destek verdiğini kesin ve net olarak tanımlayabilmek zordur. Ancak yaygın bir anlayışla Büyük İsrail´i kurmanın bir adımı üzerinden oldukça duygusal ve ütopik bir yaklaşımla olaya bakılmasının da zayıf bir yaklaşım olduğunu belirtelim. Tersine belki de İsrail Türkiye´nin bu sürece radikal ve keskin bir tonda karşı çıkmasını sağlamak için de böyle bir strateji takip etmiş olabilir. Kaldı ki politik söylem ve duruşu sadece İsrail karşıtlığı üzerine indirgemek ayrıca önemli bir açmazdır. Öyleyse İsrail ile ilişkileri yeniden Türkiye´nin normalleştirmek zorunda kalmasını açıklayamazsınız. İsrail´in iş tuttuğu, müttefik olduğu ülkelere karşı da benzer bir duruşunuzun olması gerekir ki bu bakış açısı kendi içinde bir paranoyadan başak bir şey üretmez.

Konuyla ilgili haklı noktalardan biri Kerkük´ün durumu ve burada yaşayan Türkmenler ile ilgili haklı kaygılardır. Irak Anayasasının 49. Maddesi Kerkük gibi tartışmalı bölgelerde referandum yapılmasını öngörüyordu. 2005´te kabul edilen anayasal düzenleme referandumun 2007´de yapılması takvimini karara bağlamıştı. Ancak aradan 10 yıl gibi bir zaman geçmesine rağmen hâlâ bu referandum gerçekleşmedi. Bu durum merkezi hükümetin sorumsuzluğunun veya zayıflığının bir göstergesidir. Bu süreçte Türkmen nüfusun göçe zorlandığı, kentin demografik yapısının Kürtler tarafından zorla değiştirildiği gibi iddialar gündeme geldi. Referandum öncesi Bölgesel Kürt Yönetimi ile Türkiye´nin ilişkilerinin çok güçlü olduğu biliniyor. Böyle bir etnik temizlik kaygı verecek boyutlarda olsaydı sanırım çok daha önce bir siyasi kriz olarak kendini gösterirdi. Kaldı ki Kerkük IŞİD işgali ve tehdidi altında tüm kentte yaşayan sivillerin göçünü beraberinde getirmişti.

Eğer referanduma karşı çıkış gerekçesi olarak Türkmenlerin durumu ile ilgili kaygılar söz konusu ise bu durum diyalogla çözülebilirdi. Ayrıca Irak Merkezi Hükümetinin bu konuda sicili de çok temiz değil. Her durumda Kerkük ve Türkmenler sorununun etkin bir diplomasi ve diyalogla çözülebileceğinin altını çizmek gerekir.

 Dördüncü karşı çıkış noktası olarak özellikle İslami çevrelerin gündeminde olan ümmetin bölünmesi paranoyasıdır. Daha önce de çeşitli vesilelerle bu konuyla ilgili değerlendirmelerde bulundum. Ulus devlet paradigmasının bir şirk ve küfür temelinde şekillendiğinin altın çizerek inisiyatif üretemediğimiz, bizin irade ve gücümüzün dışında şekillenen bir gerçeklik üzerinden durumu değerlendirmek zorundayız. Bu yaşanan ulus devlet gerçekliğini meşru görmek anlamına gelmiyor. Bu konuyu hikmetli bir bakış açısıyla analiz eden Cemalettin Afgani ve üstat Sezai Karakoç, 22 bağımsız Arap devletinin var olduğu paramparça olmuş bir İslam coğrafyasında ancak aynı medeniyet ikliminde bir İslam Birleşmiş Milletleri kurulmasıyla yeni bir siyasi vahdet oluşturulabileceğini görmüşlerdi. Bu konuda ilk somut adımları D-8 projesiyle atan Erbakan da bu gerçekliğin somut koşullarını geleceğe dönük değiştirme çabasından geçtiğini fark edenlerdi. Bu koşullar altında yurtları dört ulus devletin topraklarına bölünmüş, inkâr ve asimilasyon politikaları ile kendi kültürel, sosyal, politik varlıklarını bir özneye dönüştürememiş tüm nüfusu yüz milyona ulaşmış Kürtlerin bir devlet kurmalarını sadece ?ümmet parçalanıyor´ argümanı üzerinden değerlendirmek hikmeti İslami mücadele duruşu ile bağdaşmaz.  Bu yaklaşımın ayrıca tutarlı olmadığının da altını çizmek gerekir. Filistin´inin, Çeçenistan´ın, Bosna- Hersek´in, Kosova ve Makedonya´nın, KKTC´nin, Doğu Türkistan´ın bağımsızlığını savunmak ve hatta bunun için gidip oralarda savaşmayı göze alacaksın, her türlü psikolojik, lojistik, medyatik, politik desteği verecek ve çalışacaksın, Müslüman Kürtlerin benzer taleplerine histeri düzeyinde karşı çıkacaksın! Bu paradoksal durumu sağlıklı görmek asla mümkün değil.

Sonuç olarak referandum sürecinde ve sonrasında oluşan ve hâlâ devam eden duygusal, hikmetli, ferasetli, soğukkanlı duruştan uzak ajitatif algıların anaforundan bir an önce kurtulup sağlıklı bir söylem ve duruş üretmek gerekir. Bunun için özgür ve eleştirel akılların üzerinde oluşan ve nerdeyse bir paranoyaya dönüşen havanın, iklimin, mahalle baskısının kalkması gerekir. Hâlihazırda bir devlet pratiği yaşayan Irak Bölgesel Kürt Yönetiminin bundan önce bir felaket oluşturmadığı, tersine sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik olarak önemli faydalar sağladığımız, bölgede etki gücümüzü arttıran bir dinamik olarak yararlandığımızın farkına vararak bundan sonraki süreci hamasetten uzak daha sağlıklı, hikmetli yürütmenin imkân, şart ve yöntemlerini üretmeye çalışmalıyız.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR