Ahlak, adalet ve insan olmak arasında özdeşlik derecesinde yakın bir ilişki vardır. Herkes, kendisinin ahlaklı ve adil bir insan olduğu iddiasındadır. Ancak ahlak ve adalet, soyut bir iddia olmanın ötesinde herkesin hayatında uygulaması gereken, insan olarak var oluşuyla bütünleştirmesi gereken değerlerdir.
Ahlak ve adil olmak, mükemmel, eksiksiz ve hatasız olmak demek değildir. Ahlak ve adil olmak, hatalarımız ve eksiklerimizin farkında olarak insan olarak kalmak ve daha iyi olmaya çalışmak demektir. Ahlak ve adalet, insan olarak kendimizi var kılmayı ve ahlaki olarak var olmayı gerektirmektedir.
Ahlaklı ve adil insan olma çabası, hayatımızın bir noktasında veya aşamasında biten bir tecrübe değildir. Ahlaklı ve adil olmak, hayatımızda sürekli olarak gerçekleştirmemiz gereken açık süreçlerdir. Hayatımızda yapmış olduğumuz her işte, yaşadığımız her duyguda, sahip olduğumuz her düşüncede ve ortaya koyduğumuz her davranışta ahlaklı ve adil olmak sorumluluğumuz vardır. Ahlak ve adalet tecrübesi, olup biten şeyler değil, sürekli geliştirilmesi, beslenmesi, gürlenmesi, güçlenmesi ve yukarı doğru doğrultulması gereken asli yaratılış halidir. Ahlak ve adalet tecrübemizin donuklaştırılması, dondurulması ve katılaştırılması, insan olarak varlığımızın ve hayatımızın her tarafının yozlaşmasına ve çürümesine neden olan çok tehlikeli bir kötülük durumunu temsil etmektedir. İnsan, sürekli olarak ahlak ve adalet tecrübesini geliştirmenin, yenilemenin ve tazelemenin peşinde olmalıdır. Her tecrübemizi, ahlak ve adalet açsından bizi güçlendirip güçlendirmediği açsından sorgulamalıyız.
Ahlak ve adalet açısından insanın önünde iki önemli model vardır. Birincisi Ebu Cehil modelidir. Ebu Cehil, ahlak ve adaletten tamamen arınmış, baskının, zulmün ve vahşetin esas alındığı bireysel ve toplumsal düzenin devamı için uğraşan cehalet ve vahşet tipini temsil etmektedir. İkinci model ise, kendisinde bütün insanlık için güzel bir örneklik bulunan Muhammed´ül Emin modelidir. Muhammed´ül Emin paradigması, ahlakın, hukukun ve hikmetin insan hayatına hakim olması için sürekli olarak uğraş veren fıtrat, Tevhit ve aydınlanma modelidir. Muhammed´ül Emin, ahlakıyla, hukukuyla ve hikmetiyle insana güven veren ve herkesin kendisinde güven bulduğu güvenlik ve özgürlük modelidir. Hz. Peygamber´i daha peygamber olmadan önce Muhammed´ül Emin yapan değer, ahlak ve adalettir. Ebu Cehil modelinin ahlaksızlığından ve zalimliğinden kaçınmak, Muhammed´ül Emin modelinin adalet ve ahlakını hayatımızın her alanında uygulamak insan olmanın olmazsa olmazıdır.
Muhammed´ül Emin modeli, ahlaklı ve adil olmak için aklın sürekli olarak aktif ve verimli bir şekilde kullanılmasını gerektirmektedir. İyi ve kötü, tevhit ve şirk, adalet ve zulüm seçenekleri karşısında aklını etkin bir şekilde kullanan, ahlak ve adalet değerlerini içselleştiren bir kişinin ahlaklı ve adil bir yaşam sürmesi mümkündür. Cahiliyeyi yaşam tarzı edinmiş, taklit ve fanatizmi hayatın merkezine oturtmuş bir anlayışın akıldan, adaletten ve ahlaktan nasiplenmesi mümkün değildir. Muhammed´ül Emin modeli, aklın, ahlakın ve adaletin bütünlüğünü ve birliğini esas almaktadır.
Neyin ahlaklı ve adil olduğunu bilmek ve dini inanışlara sahip olmak kişi ve toplumun ahlaklı ve adil olacağı anlamına gelmemektedir. İnançlı ve bilgili olduğunu söyleyen birçok kişinin ve grubun ahlak ve adalet dışı davranışlarını görebilir ve skandal yaşamlarını medyadan okuyabiliriz. Siyaset, medya, ekonomi, iş, bürokrasi ve magazin dünyasından çok ünlü isimlerin skandal boyuttaki ahlak ve adaletle bağdaşmayan davranışları, sıklıkla gündemimizi işgal etmektedir. Toplum, siyaset ve ticaret dünyasından birçok ünlü kişi, kurum ve grup için, ahlak ve adalet içi boş kelimelerden başka bir şey değildirler. Onlar, ahlak ve adaletin içini boşaltırken, menfaatlerini ve hırslarını en karmaşık akıl oyunlarıyla meşrulaştırmanın ve kendilerini en ahlaklı insanlar olarak sunmanın peşindedirler. Hiç bir menfaat, hırs, hakimiyet, şehvet ve şöhret, ahlak ve adaletin içini boşlatacak, onları önemsizleştirecek ve değersizleştirecek güçte değildir. Şark kurnazlığıyla ahlakı, adaleti ve hikmeti, siyaset, ticaret, şöhret, şehvet ve hakimiyet adına değersizleştirenler, aslında kendi insani durumlarında derin bir karaktersizlik ve yozlaşma üretmekten başka bir şey yapmamaktadırlar.
Dini, ahlaki ve manevi değerleri benimsediklerini iddia eden bazı kişi ve grupların, ahlakla, adaletle ve insanlıkla bağdaşmayan tutum, davranış, ilişki ve kazançlarının nasıl açıklanacağı çetin bir soru olarak önümüzde durmaktadır. Bu sorunun varlığı, her şeyden önce, bir dine sahip olmanın, ahlaklı ve adil olma anlamına gelmediği gerçeğiyle bizi karşı karşıya getirmektedir. Din adına bir takım faaliyetlerde ve örgütlenmelerde bulunmanın, hiçbir kişiyi, kurumu ve grubu otomatik bir şekilde ahlaklı ve adil hale getirmemektedir. Bir kişinin veya grubun ahlak ve adalet düzeyi, sahip olduğu inançlarla ilgili olmaktan ziyade, sahici anlamda ahlaklı ve adil olmaya ne ölçüde önem ve öncelik verdiğine bağlı olarak değişmektedir.
Kişilerin ve grupların ahlaki ve adil ölçülerin dışında davranmalarını ve faaliyet göstermelerinin nedenini, onların oluşturdukları kimlikte aramak lazımdır. Kişi ve gruplar, sahip oldukları kimlikten ahlakı, adaleti, hikmeti ve Tevhidi uzaklaştırdıkça, ahlak dışı, adalete aykırı, cahili ve Tevhit´le bağdaşmayan bir yola girmektedirler. Başka bir ifade ile ahlaki ve adil kimliğin yokluğu, kişilerin ve grupların siyasi, ticari, sosyal, ekonomik, örgütsel ve düşünsel alanlardaki çıkarlarını ve hırslarını her şeyin üstüne çıkarmalarına, ahlak ve adaletten uzaklaşmalarına neden olmaktadır.
Ahlaki ve adil davranma konusunda belirleyici olan ahlaki adil kimliktir. Ahlaki adil kimlikten ne anlaşılması gerektiğinin ortaya koymaya ihtiyaç vardır. Ahlaki adil kimlik, ahlak ve din alanında yapılması gerekenler ve gerekmeyenler şeklinde birtakım kuralların, emirlerin ve ritüellerin bilgisine sahip olmak demek değildir. Ahlaki adil kimlik, bunları aşan fıtri varoluşsal bir durum demektir. Ahlaki adil kimlik, adalet, yardım, merhamet, fedakarlık, cömertlik gibi değerlerin, kişinin varlığının merkezini oluşturması demektir. Başka bir ifade ile ahlak ve adaletin, kişinin ve toplumun bizzat varlığının kendisi olmasına ahlaki adil kimlik diyoruz.
Ahlak ve adaletin kimlik ve fıtrat düzeyinde insanın varlığıyla ve varoluşuyla özdeşleşmesinin ve bütünleşmesinin çok derin bir değeri vardır. Ahlakı ve adaleti kimlik ve fıtrat olarak içselleştiren kişiler ve toplumlar, ahlaki ve adil olana her şeyin üstünde asli önem ve öncelik verme eğiliminde olurlar. Ahlaki kimlik, kişileri çok güçlü bir şekilde adil ve ahlaki olana uygun davranmaya yöneltmektedir. Ahlaki adil kimlik, kişinin akli olarak erdemli olanın bilgisine sahip olmasını, tutarlı, sürdürülebilir ve sürekli bir şekilde ahlaka uygun bir yaşam sürmesini, ahlaki ve adil olanın asli öncelik olmasını, ahlak ve adalet dışı olandan kaçınmanın insan olmanın doğal gerekliliği olduğu unsurlarını içermektedir.
Ahlaki adil kimlik, adaletin, erdemin, hikmetin ve Tevhid´in asli önemde ve öncelikte sürekli olarak gözetilmesini esas almaktadır. Adalet, hikmet ve Tevhit yerine farklı değerlerin ikame edilmesi kişilerin ve grupların ahlak ve adalet dışı yollara sapmasına neden olmaktadır. Bugün dini veya seküler olduğunu iddia eden birçok kişi veya grup, ahlaki adil kimlik yerine ahlaksız zalim kimliği içselleştirmektedir. Ahlaksız zalim kimlik, aidiyete, şehvete, hakimiyete, servete ve şöhrete adaletin ve ahlakın üstünde önem ve öncelik vermektedir. Bugün bir çok kişi ve grubun, ahlak ve adalet dışı yollara sapmasının, grup aidiyetini taassup haline getirmesinin, liyakat yerine aidiyeti esas almasının, devlet içinde hakimiyet mücadelesi vermesinin, insan ve toplumu ihmal ederek servet ve güç edinmeyi amaç edinmesinin arkasında ahlaksız zalim kimliğin değerlerini asli amaç düzeyine çıkarmaları bulunmaktadır.
Ahlakın ve adaletin cehaletle ve zulümle karartılmasını esas alan Ebu Cehil modeli, ahlakın ve adaletin birey ve toplum hayatında asli öneme sahip öncelik olmaktan çıkarılmasını amaçlayan sapkın bir anlayışa dayanmaktadır. Adalet ve ahlakı asli değer olarak benimseyen Muhammed´ül Emin modeli ise, ahlakın ve adaletin hayatın her aşamasında sahici ahlaki adil kimlik olarak yaşanmasını öngörmektedir. Ahlaki adil kimliği olgun bir şekilde hayatında uygulayan Rahmet Peygamberi Muhammed´ül Emin´in ?Erdemliler Sözleşmesi´ olarak bilinen ?Hilf´ul Fudul´ cemiyetine üye olmasının sahih bir şekilde anlaşılması lazımdır. Rahmet Peygamberi, Hilfu´l Fudul cemiyetine her zaman katılacağını ifade etmiştir. Ahlakı ve adaleti kimlik olarak içselleştiren ve yaşayan Rahmet Peygamberi´nin asli önceliği, Kur´an ahlakını yaşamak ve güzel ahlakı tamamlayan güzel bir örnek model ortaya koymaktır.
Her kişi ve toplum, ahlaki adil kimlik ile ahlaksız zalim kimliğini tercih etme seçenekleriyle yüz yüze bulunmaktadır. Ahlak ve adaleti sahici anlamda asli önceliğimiz haline getirmediğimiz sürece ahlaklı adil insan ve toplum olamayacağımız gerçeğini unutmamalıyız. Allah, insanlık için vasat ümmet olarak nitelendirdiği toplumun asli kimliğinin ahlak ve adalet olduğunu vurgulamaktadır. ?Vasat ümmet´, ahlaklı ve adil toplumdur. Ahlak ve adaleti öncelik ve kimlik olmaktan çıkardığımız zaman bütün kötülüklerin hayatımızı çürüteceği tehlikesiyle yüz yüze kalmaktayız. Ahlak ve adaleti asli önemde öncelik ve kimlik haline getirmek insani, İslami ve varoluşsal sorumluluğumuzdur.