“Tuhaf zamanlarda yaşayasınız” diye zamanında hangi Çinlinin bedduasını aldıysak, sonu gelmeyeceğini düşündüğümüz tuhaflıklar içinde debelenip duruyoruz. Türkiye’ye özgü tuhaflıkların yakın zamanda son bulacağını ileri sürenler arasında ise neredeyse yakın tarihimizin her siyasi döneminde tartışmalı olmuş bir isim var; akademisyen kökenli yazar Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne.
Türköne’nin son dönemdeki analiz ve iddialarının her zamandan daha fazla dikkat çeker hale gelmesinin başlıca sebebi ise Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin metinlerinden yola çıkarak yazdıkları. Malum, çoğumuz Sayın Bahçeli’nin aynı anda pek çok şey söylediği uzun ve türlü metafor barındıran metinlerinin aslında ne anlama geldiğini çözümlemekte kifayetsiz kalabiliyoruz. Sonra bakıyoruz Mümtaz’er Türköne tek cümleyle özetliyor Bahçeli’nin meramını. Mesela Bahçeli’nin 14 Nisan tarihli İmamoğlu mesajı için herkes “Yargı süreci uzamasın, sahici deliller dosyaya ivedilikle eklensin diyor” yorumu yaparken, Türköne çıktı ve yekten “Serbest bırakılsın diyor” yazdı.
17 Nisan tarihinde yayınlanan ‘Bir yıl sonra…’ başlıklı yazısında ise bir gelecek senaryosu üzerinden siyaseten öngördüklerini kaleme aldı. Türköne’nin senaryosuna göre Kasım 2025’te erken seçim yapılmış, CHP’li bir cumhurbaşkanı seçilmiş, AKP ana muhalefete düşmüş ve parlamenter sisteme dönüş için müzakereler başlamıştı.
Kuşkusuz Türköne’nin anlattığı bu senaryonun mümkün olabilmesi için iktidar cenahının iki kudretli isminden birinin erken seçim kararı alması gerekiyor. CHP Genel Başkanı zaten erken seçimin bu yıl yapılması için bastırmaya başladı. Hâl böyle olunca son günlerde herkesin aklına “Acaba Bahçeli daha önce de yaptığı gibi yine erken seçim çağrısı yapar mı?” sorusu düştü. Bu soruyu “Evet yapabilir” diye yanıtlayan Türköne’nin Bahçeli ile hukukunu hatırlatmaz isem bu söyleşinin neden yapıldığını tam izah edememiş olabilirim.
Mülkiyeli olan Mümtaz’er Türköne ülkücülükle çok genç yaşta tanışıyor ve kendi deyimiyle bir ‘ülkücü militan’ oluyor. Bahçelievler katliamının emrini veren Abdullah Çatlı Ülkü Ocakları’nda İkinci Başkan, Muhsin Yazıcıoğlu da başkanken Mümtaz’er Türköne Yönetim Kurulu üyesiydi. İleri sarıp 1990’lara geliyoruz Türköne dönemin Başbakanı Tansu Çiller’e gayriresmi danışmanlık yapıyor ve o dönemde Çiller, Susurluk skandalında Çatlı’nın rolü için “Devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de bizim için şereflidir!” diyor. Yine ileri sarıyoruz 2000’lerde Türköne’nin AKP ile flörtü başlıyor, hatta 2011’de İstanbul’dan milletvekili adayı oluyor. O sıralarda Zaman gazetesi yazarı. Sonra yine devran dönüyor ve 2016’da Türköne diğer bir grup eski Zaman yazarıyla birlikte tutuklanıyor ve ‘silahlı terör örgütüne üye olma’ suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm ediliyor. Yine ileri sarıyor ve geliyoruz 2020’ye, Devlet Bahçeli bir gün “Dileğim bir haksızlık varsa bunun acilen düzeltilmesidir… Pek çok sorunlu kişinin masum gösterilmeye çalışıldığı bir yerde şehit ağabeyi Mümtaz’er Türköne’nin davası tekraren ve titizlikle değerlendirilmelidir” diye tweet atıyor. Sadece üç ay sonra Türköne serbest kalıyor.
Ve Mümtaz’er Türköne bugün Bahçeli’nin iktidar ortağı Erdoğan’a verdiği mesajların anlaşılması için adeta bir dekoder vazifesi görüyor. “Bahçeli’yi iyi tanıdığım ve camianın düşünce kodlarını bildiğim için anlıyorum, yoksa istihbari bir bilgim yok” dese de belli ki bugüne kadar MHP’den bir uyarı almamış ki el arttırarak devam ediyor. Bakalım işin soru nereye varacak!

Mümtaz'er Türköne
“Çözüm süreci, Türklerle Kürtlerin tek millet olduğu yeni bir ulus devlet inşasıdır”
- Türkiye çok stresli bir aydan çıktı. 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarına yapılan baskın ve sonrasında yaşananların ardından siyasetin ana aktörlerinin pozisyonlarına ilişkin statüko sarsılmasa da sallandı diyebiliriz herhalde. 19 Mart ile Saraçhane protestoları arasındaki o kritik günlerde Devlet Bahçeli henüz hasta yatağından kalkmamış ve tek kare görüntü vermemişti. O beklediğimiz fotoğraf ancak 4 Nisan’da geldi. Ancak Bahçeli gerekirse denklem değiştirebileceğine ilişkin ipuçlarını aslında nispeten yeni vermeye başladı. Dikkat çeken ilk açıklaması 14 Nisan’da X’te yayınlanan mesajında geldi. “Ekrem İmamoğlu’yla ilgili mahkeme süreçlerinin ivedilikle görüşülüp karara bağlanması gerekmektedir” dedi. İkinci ve çok daha sert ifadeler kullandığı açıklama ise 17 Nisan’da yine X üzerinden geldi. “CHP'ye kayyum hem doğru değil hem de mümkün değildir” ifadesini kullandı. Bu mesajları iktidar ortağına, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’a veriyor herhalde değil mi?
Devlet Bahçeli için bugün işin ana damarı çözüm süreci. Bahçeli çözüm sürecinde ısrarlı, tavizsiz bir şekilde ısrar ediyor ve bu süreci aksatacak her şeye karşı tavır alıyor. Buradan yola çıkarsak diğer detayların bu tablonun içinde nereye yerleşeceği belli. Bahçeli şu anda Türklerle Kürtlerin tek millet olduğu bir projeyi yürütüyor. Bakın bunu ilk defa ifade ediyorum ama inandığım bir şey. Çözüm süreci dediğimiz şey Türklerin ve Kürtlerin tek millet olduğu bir projedir.
- Tek millet mi?
Evet. Bir ulus devletin tek ulusunun olduğu bir projeyi yürütüyor. Yani aslında 100 yıllık ulus devleti biz yeniden inşa ediyoruz bugün. Kürtlerin Kürt olarak var olabilecekleri, Türklerin de Kürtlerin Kürt olarak var olduklarını kabul ettikleri bir ulus devlet.
“Bu yeni cumhuriyet projesinin belirleyici unsuru hukuka ve insan haklarına saygı”
- Bu yeni ulus devlette adlar ne şekilde ifade edilecek? Türkiyelilik tanımı üzerinden mi gidiliyor sizce?
Adlarla alakalı kısmı o kadar önemli değil. Onunla ilgili uzun bir tartışma yürütebiliriz ama önemli olan şurası; yeni bir cumhuriyet kuruluyor. Proje o kadar iddialı. Ve bu yeni önemli cumhuriyet açısından belirleyici olan devletin hukuka ne kadar bağlı olduğu olacak.
- Siz adlarla, kimliklerin yasal metinlerde ifade edilme şekliyle ilgili tartışmanın şu aşamada önemli olmadığını söylüyorsunuz ama şüpheci Türkler de şüpheci Kürtler de ilk buraya bakmayacaklar mı?
Onu da konuşuruz. Ama şu an bu yeni cumhuriyetin temel insan haklarına ne kadar saygılı olacağı daha önemli. Kürtler etnik olarak değil ama sayısal olarak az oldukları için tek başına iktidara gelme şansları yok. Ancak bu koalisyonun ortağı olabilirler. Ve bu şartlar altında, Kürtlerin büyük çoğunluk karşısında yegâne güvenceleri, anayasaya, hukuka ve temel insan haklarına saygılı bir devlettir. İşte bunun inşa edilmesi lazım. Yani hukuk temelli bir ortaklığın Türklerle ve Kürtlerle kuvvetlendirildiği, adeta yeni bir ulus tanımı gibi mezcedildiği bir süreç bu. İki kimliğin tam anlamıyla imtizaç edildiği bir ulus tanımı ve buna dayalı bir cumhuriyet inşası sürecinden geçiyoruz şu anda. Ve Bahçeli bu konuda tavizsiz.
“Bahçeli mimarı ama bu onun tek başına kotardığı bir proje değil, bir inisiyatif devrede, aynı amaca hizmet eden bir de Öcalan faktörü var”
- Bahçeli’nin bu projede başrolde olduğu zaten muhakkak da asıl kimin projesi bu?
Bunun mimarı olarak öne çıkan isim Bahçeli ama şüphesiz bu, Bahçeli'nin tek başına kotardığı bir proje değil. Türkiye'nin bölgenin içinde bulunduğu nesnel şartlardan bu sonucu çıkartmış olan bir akıl devrede, bir inisiyatif devrede. Ve Bahçeli de buna bütün varlığıyla destek veriyor. Bu projenin karşı tarafında da aynı amaca hizmet eden bir Abdullah Öcalan faktörü var. Yani proje tek taraflı bir proje değil. Öcalan'ın 27 Şubat tarihli açıklaması da bunu teyit ediyor. Türkiye, bütün dünyadaki modern ulus devletlerde olduğu gibi, tam anlamıyla anayasaya bağlı, kuvvetler ayrılığı prensibinin uygulandığı, yargının bağımsız olduğu, temel insan haklarının garanti altında olduğu, hukuk temelli bir iş birliğinin, uzlaşmanın ve ortaklaşmanın gerçekleştiği bir devlet düzenine geçiyor. Bu aynı zamanda Orta Doğu'da yakalanmış tarihi bir fırsat. Suriye'deki gelişmelerle olacağı söylenen şey de buydu.
“2002 ile bugün arasındaki temel fark Orta Doğu’daki gelişmeler”
- Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara geldiği 2002 yılını da bu söylediğiniz tarzda bir devlete geçişin miladı olarak görenler vardı. Hatta uzun süre bunun propagandası yapıldı. Şimdi yine böyle büyük laflarla iddialı bir proje konuşuluyor ise yaşanmışlıkları hatırlatmak istedim. Hani bu tür büyük projeler yolda devrilip ters gidebiliyor ya….
O gün ile bugün arasındaki farkları anlatmak için birçok şeyi tek tek sıralayabilirim ama en önemlisi bölgemizdeki gelişmeler. Orta Doğu'daki gelişmelerin yol açtığı bir farklılık var.
- Orta Doğu denklemini tek cümlede hatırlatmak gerekirse… İsrail belki tarihinin en aşırıcı en şuursuz hükümeti tarafından yönetiliyor, ABD’de bu ekibe sempati duyan bir Trump başkanlık koltuğunda oturuyor. ABD zaten Suriye’de YPG’ye neredeyse düzenli ordu kurdurmuş durumda, Irak’taki Kürtlerin özerk bölgesi var. İsrail de Türkiye’ye karşı Kürtleri kollama niyetini apaçık gösterdi. O halde Bahçeli’nin başını çektiği bu aklın temel motivasyonu Kürtleri bu sizin ‘yeni cumhuriyet’ dediğiniz şeye ortak ederek başka ittifaklara girmesini engellemek mi?
Bu söylediğiniz geçmişte kalmış bir şey. Onlar aşılalı çok oldu.
"Kürtlerin iki alternatifi vardı: Ya kaos ya kozmos"
- Eğer devlet için buralar çoktan aşıldıysa, konu bu değilse, Devlet Bey’i bütün siyasi kariyerinin tam ters noktasına fırlatarak Öcalan açılımına önderlik etme noktasına getiren ‘gerçek tehdit’ nedir?
‘Tehdit’ kelimesi yanlış, ‘fırsat’ dememiz lazım. Tarihi bir fırsat bugün Orta Doğu’daki durum ve bu fırsatı yaratan da aslında Kürtlerin içinde bulunduğu nesnel şartlar. Sadece Türkiye Kürtlerinin şartlarından da bahsetmiyoruz. İran'ı hariç tutarsak Irak, Suriye ve Türkiye Kürtlerinin içinde bulunduğu nesnel şartlardan bahsediyoruz. Kürtlerin kendi kaderleriyle ilgili bir karar vermeleri gerekiyor. İki tane ihtimal var. Birincisi İsrail'in güvenliğinin sürekli devam eden bir kargaşa ve kaosla sağlanacağı alternatif. Netanyahu'nun Suriye'de savaşı 13 yıl boyunca desteklemesinin sebebi buydu. Kürtlerin ikinci alternatifi ise bir kozmos, bir düzen. Bu düzenin de vazgeçilmez ve temel dayanağı Kürtler ve Türklerin ittifakı. Kürtlerin bu kader seçiminde güvenebilecekleri bir Türkiye muhatabının olması lazım. Buna karşılık Türkiye'nin de Kürtleri bugüne kadar şikâyet ettikleri konuların tamamında ikna edecek, tekerleme olarak söylenen ‘onurlu ve eşit vatandaşlar’ hususuna hukuk temelinde garantileri sağlayacak noktaya gelmesi lazım. Yani Türkiye’nin tüm Kürtleri kendi hinterlandında, sempati alanı içinde tutacak bir çözüm üretmesi gerekiyordu. İşi bu noktaya getiren çok önemli bir şey var. Artık bölgede İran diye bir faktör yok. İran perişan vaziyette, oyundan düşmüş vaziyette. Bunu Hakan Fidan kendisi söyledi, Suriye’de etkisi olanlardan bahsederken ‘iki buçuk devlet’ dedi. Amerika, İngiltere ve Fransa’dan bahsetti.
“Bu yeni düzen çalışmasının ortakları İngiltere, Amerika, Fransa ve Türkiye”
- Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın o açıklamasına atıfta bulunarak şunu söylüyorsunuz; Suriye’nin kaderini Türkiye ile birlikte ABD, İngiltere ve Fransa belirleyecek, dolayısıyla Kürtlerininkini de…
Türkiye'nin de dahil olduğu, İsrail'in doğrudan doğruya Amerika himayesinde veya Amerika'nın süpervizörlüğünde dahil olduğu bir düzen oluşturulmuş Orta Doğu'da. Ve burada bu düzenin temel direği de yine Türklerle Kürtlerin ittifakı. Ben o ülkeler arasında daha çok İngiltere'yi önemsiyorum.
- Konu tam da pek çok kişinin zaten şüphelenmekte olduğu yere geldi. Sizin analizinize göre Orta Doğu’da içinde Türkiye, ABD ve himayesindeki İsrail ve İngiltere ve Fransa’nın koordinasyonunda yeni bir düzen oluşuyor. Buna paralel olarak da devlet içinde Bahçeli’nin başını çektiği bir ‘akıl’ Türk- Kürt ittifakına dayalı yeni bir cumhuriyet projesi üzerinde çalışıyor. Yani iki süreç birbirinin üzerine binmiş durumda… Hatta ikisi de aynı projenin parçaları. Öyle mi?
Üst üste binmenin çok ötesinde birbiriyle bağlantısı var.
“Bahçeli’nin Netanyahu ve Likud cephesi hariç batıyla kavgalı bir söylemi yok” - Ve bunu tüm muhalefet partilerine ‘emperyalist’ yaftası yapıştırmaya çalışan, her fırsatta yerlilikten ve millilikten dem vuran bir iktidar koalisyonu yapıyor! Devlet Bahçeli daha geçenlerde CHP’nin olağanüstü kurultayını hedef alırken ‘dış mihrakların tertibiyle gerçekleşti’ gibi ifadeler kullandı. Ama siz şimdi diyorsunuz ki Bahçeli’nin önderlik ettiği Öcalan projesi üç emperyalist ülkenin Orta Doğu düzeni ile bağdaşık. Bu tabloya bakınca benim gördüğümü mü görüyorsunuz siz de acaba?
Bahçeli’nin İsrail'deki Netanyahu ve Likud cephesi hariç batıyla kavgalı bir söylemi yok. Retorik olarak açıklamalarında birçok şey bulabilirsiniz. Ama durum şu; HTŞ'nin ileri harekatıyla Suriye'de hâkim olması konusunda da ve sonrasında HTŞ'nin meşruiyetini dünyaya kabul ettirme konusunda da Türkiye çok kritik roller oynadı, oynuyor. Bence biz toplum olarak retoriğe, işin edebiyat kısmına bazen çok fazla takılıyoruz. Yeni bölge gerçekleri üzerine özellikle İngiltere'nin mimarlığını yaptığı bir düzen inşa ediliyor ve Türkiye bir partner olarak bu düzenin bir parçası.
“Türkiye’nin içerdeki söylemiyle dışarıdaki eylemleri farklı”
- Retoriğe elbette takılıyoruz. Gece gündüz iktidar tarafından ‘dış mihraklar’ ya da işte ‘bizden olmayan emperyalizmin maşasıdır’ gibi bir retorik boca ediliyor toplumun üzerine. Ama sizin anlattığınıza göre ne Devlet Bahçeli ne de iktidar ittifakı emperyalistlerle yeni bir Orta Doğu inşası içinde partner olmakta bir beis görmüyor. O zaman siz de bu analiz ile iktidar bloğunun Türkiye toplumuna söylediği şeylerle aslında yaptığı şeyler arasında derin bir çelişki olduğunu teyit etmiş oluyorsunuz, değil mi?
İki şeyi ayırırsak aslında sıkıntı kalmıyor. Türkiye'nin Orta Doğu’daki ve dışarıdaki eylemi ile bu alanlarda içerde kullandığı söylemi ayırmak lazım çünkü ikisi birbirini tutmuyor. Ve doğrusunu isterseniz de söylem kısmı gerçeklerle çok alakalı değil. Halkın psikolojisiyle, halkın ikna edilmesiyle veya parti rekabetiyle alakalı kısım o söylemler. Ama eylemlerde herhangi bir tereddüde kapılmanızı gerektirecek en küçük bir ayrıntı bile yok.
“Erdoğan hegemonik gücünden vazgeçerse yok olur ama bu dikta alternatifinde Bahçeli’nin onu desteklemesi de mümkün değil”
- Şimdi artık söyleşinin başına ve Bahçeli’nin İmamoğlu operasyonuna bakışına ilişkin soruma dönelim lütfen. Bu sorum üzerine siz uzunca bir ‘çözüm süreci’ analizi yaptığınız için ben şöyle anlıyorum; siz aslında “Bahçeli’nin tek derdi ‘terörsüz Türkiye’ projesi ve onu tökezletecek hiçbir şeyden hoşlanmayacaktır” demiş oluyorsunuz. Yani 19 Mart operasyonuna, kendi projesini sabote edip etmeyeceği merceğinden mi bakıyor sadece?
Bahçeli’nin de derin bir vizyonu olduğunu söyleyebilir miyim? Erdoğan'ın iki alternatifi var, önünde iki seçenek var. Birincisi egemenlik yetkilerini yargıyı da içine alacak şekilde bugünkü gibi kullanan, ülkeyi hegemonik güç olarak yöneten Erdoğan olarak kalmak. İkinci alternatifi de hukuka dönmek, anayasal düzeni evrensel hukuk çerçevesinde kuvvetlendirmek ve bu zemin üzerinde bu çözüm sürecini neticelendirmek. Zaten bu ikinci seçeneğe döndüğü takdirde ortada otokrasi kalmıyor, ‘diktatörlük’ diye eleştirilen şeylerden hiçbiri kalmıyor.
- Ne güzel işte… Sizce yapamaz mı o dönüşü?
Öbür tarafta devam etmezse yok olur. Otokrasiden, insanların üzerinde oluşturduğu o baskı ve korku ortamından vazgeçerse, yok olur. Halk desteği zaten yok, ekonomi zaten kötü durumda. Şu ortamda baskıyı devam ettirmezse, bir sürü insanı tutuklayarak otokratik araçlarını daha etkili bir şekilde kullanmaya devam etmezse, yok olur. Ancak bugün tam tersini yapmaya devem ediyor oluşuna, dikta eğilimlerini daha da güçlendiriyor oluşuna da ekonomi dayanmıyor. Yani aslında bu dikta alternatifinde Bahçeli'nin onu desteklemesi mümkün değil. Bahçeli'nin destekleyebileceği tek alternatif çözüm sürecini taşıyacak bir zemin olarak Türkiye'nin hukuka dönmesidir. Erdoğan’ın çözemediği paradoks da bu.
“Hukuksuzluk zemininde ‘terörsüz Türkiye’nin başarılı olma ihtimali yok, Bahçeli bunun bilincinde”
- Hukuksuzluk zemininde bu ‘terörsüz Türkiye’ sürecinin başarılı olma ihtimali yok, bunu diyorsunuz…
Hiç yok. Öyle bir şey söz konusu değil. Zaten Bahçeli’nin o Türkgün’de çıkan yazıların sonuncusunda özellikle hukukla, anayasayla, özgürlüklerle, temel haklar düzeniyle alakalı söylediklerini hatırlarsanız…Bahçeli bunun farkında, bunun bilincinde ve bu konuda çok net bir tavır alıyor. Bahçeli iktidar gücü elindeyken, iktidarın ortağı iken, durduk yerde böyle vurgulamalar yapmazdı. Çözüm sürecine odaklı, çözüm sürecini adeta pergelin sabit ucu gibi alıp oradan daireler çizen bir siyasi aktör olarak, bir devlet adamı olarak hukuku vurguluyor. Çünkü başka bir şey taşıyamaz çözüm sürecini, süreç çöker. Hiç kimseyi peşine takıp götüremezsiniz.
Bakın siz de ben de üzülüyoruz Sırrı Süreyya Önder'in rahatsızlığına. Allah şifa versin. Kendisi biliyorsunuz 2013- 2015 çözüm sürecinde elini taşın altına sokanlardan ve bunun cezasını gördü. Başına gelenleri hatırlıyoruz. Hukuk olmadığı zaman, hukuki güvenceler olmadığı zaman, bugün de bu işin altına elini koyanların hepsinin başı belaya girer.
“Hukuk sorunu Türkiye için artık bir beka sorunu”
- Ve hepsi de bunu biliyor. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan kendisiyle yaptığım söyleşide, “Biliyoruz ki bu sürecin başarısızlıkla sonuçlanması halinde günah keçisi yine biz olacağız” demişti.
Hepsi de bunu biliyor. Tek güvence hukuk. Hukuk düzeni bir beka sorunu Türkiye için artık. Yeni bir ulus bilinci inşa edilecek, devlet kanadının perspektifi bu, Devlet Bahçeli’nin temsil ettiği perspektif de bu. Yeni bir ulus bilinci inşa edilecek, yeni bir cumhuriyet inşa edilecek. 100 yıl sonra Kürtlerin de tam anlamıyla tatmin olduğu, razı olduğu, rıza gösterdiği bir ortaklık şeklinde yapılacak bu. Bunun detayları içinde aklınıza gelebilecek her şey olabilir. Öcalan gerçi kültüralist politikaları bile dışarıda bıraktı ama her şey olabilir. Ve bundan Kürtler de Türkler de Türkiye de bölgedeki bütün Kürtler de çok kârlı çıkacaklar.
“Bahçeli ‘İmamoğlu davası siyasidir, bir an önce bitirilsin’ diyor”
- Tam buradan tekrar İmamoğlu operasyonuna dönersek… Devlet Bahçeli İmamoğlu konusunda “Suçsuzsa beratı, değilse tecziyesi maşeri vicdana muvafık halde mutlaka ve olabilecek en kısa sürede temin edilmelidir” dedi. Ne demek istiyor yani?
“Bitirilsin” diyor.
- Ama bunu iktidar adına ekranlarda yorumlama telaşında olanlar da çıkıp “Sayın Bahçeli de bilir ki Türkiye’de bir dava dört, beş seneden önce bitmez. ‘Hızlansın’ demek istedi” gibi şeyler söylediler. Bahçeli sürecin hızlandırılmasından ve bu yapılırken de bir an önce dosyaya somut delillerinin eklenmesinden bahsetmiş olamaz mı?
Bence Bahçeli tereddüde yer vermeyecek şekilde net bir şeyi söylüyor. Bahçeli'nin söylediği şu; “Bu dava siyasi bir davadır, siyasi olarak bitirilmelidir.” Söylediği şey bu kadar net.