Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Mimar Serkan Akın:Rant ve Kul Hakkı İhlaline Dayalı Dönüşüm Politikalarından Vazgeçilmelidir.

Özgün İrade Dergisi´ndn Rüstem Budak, belediye ve şehircilik konusunda mimar Serkan Akın ile bir söyleşi yaptı.

Mimar Serkan Akın:Rant ve Kul Hakkı İhlaline Dayalı Dönüşüm Politikalarından Vazgeçilmelidir.

İmar Affı´, ?Kentsel Dönüşüm´, ?İmar Barışı´ kentlerimizi sorunlar yumağına dönüştürdü´ diyen Mimar SERKAN AKIN:(*)

Rant ve Kul Hakkı İhlaline Dayalı Dönüşüm Politikalarından Vazgeçilmelidir.

SÖYLEŞİ: RÜSTEM BUDAK

Belediye dediğimizde ne anlamalıyız? Kurumsal olarak belediyelerin işlevi nedir?

Belediye, ?belde? kökünden gelen bir isimdir. Mahalle kavramının günümüzde ülkemizdeki sosyal ve kültürel algıda tam bir karşılığı olmadığı için muhtarlığı hariç tutarsak temel bir yönetim birimini ifade eder. Nüfus büyüklüğü beş bin kişiyi geçen yerleşimlerin kurabildiği ve yerel ihtiyaçların karşılanabilmesi için teşkilatlanan, kendi bütçesi, meclisi ve yönetim şeması bulunan yönetim organıdır.

Belediyeler, o beldede oturan vatandaşların merkezi hükümet tarafından planlanmayan ve karşılanmayan tüm ihtiyaçlarını gidermek üzere bütçe oluşturabilir ve harcama yapabilir.

Altyapı ve ulaşım hizmetleri, sosyal ve kültürel hizmetler, parkların ve donatı alanlarının düzenlenmesi, her türlü inşaat ve işletme ruhsatı verilmesi, ölçü tartı ve pazarın düzenlenmesi, fakirlerin ve ihtiyaç sahiplerinin her türlü ihtiyacının karşılanması bunlara örnek gösterilebilir.

Belediyeleri tanımlarken dünyadaki tecrübeleri Doğu ve Batı olarak ele aldığımızda ve göz önünde bulundurduğumuzda nasıl bir manzara bizi bekliyor?

Bu konuda detaylı bir çalışmam olmamakla birlikte yurt dışına yaptığım seyahatlerdeki gözlemlerime dayanarak bir şeyler söyleyebilirim.
Doğu dünyasında genel bir geri kalmışlık ve yetersizlikten kaynaklanan altyapı eksikliği ile bakımsızlık ve temizlik problemleri göze çarpıyor.

Balkanlarda da bakımsızlık ve altyapı eksikliği olmakla birlikte araçların eskiliği de göze çarpıyor.

Batı dünyasında ise hizmetler açısından merkez ve banliyö ayırımı göze çarpmakta. Metropollerin merkezinde sağlanan belediyecilik hizmetlerinde eksik görünmezken banliyölere vardıkça yol, araç, temizlik ve benzeri eksikler bulunmakta.

Ayrıca yerel zabıta güçlerinin hem Batı´da hem de Doğu´da çok fazla göz önünde olduğunu görüyorsunuz.
Bununla birlikte Batı dünyasında özgürlükler üzerine yaşanan büyük çatışmalar sonucunda yerel yönetimlerin daha güçlü, özerk ve halk tarafından denetlenebilir olduğunu söyleyebiliriz.

Bunun sonucunda halka daha yakın ve halkın içinde belediye yöneticisi profili ortaya çıkmaktadır.

Türkiye´de belediyelerin yönetim anlayışları hangi temellerden beslenmektedir?

Bu çok geniş bir soru olmakla birlikte tarihsel olarak bir ayırıma gidebiliriz:
Osmanlı´nın kuruluşundan Tanzimat yıllarına (19. yüzyılın ilk çeyreği) kadar olan dönem,
Osmanlı´nın son yıllarından (19. yüzyılın ilk çeyreği) Cumhuriyet´in kuruluşuna kadar olan dönem,
Cumhuriyet´in kuruluşundan Demokrat Parti´nin iktidar oluşuna kadar olan dönem,
Demokrat Parti´nin iktidarından 1990´lı yıllara kadar olan dönem, 1990´lardan günümüze kadar olan dönem.

Tüm bu dönemler için söylenebilecek ortak şey ?merkez taşra çatışmasıdır?. Devleti Ali Osmanî´den günümüze kadar adem-i merkeziyetçilik ve merkezi yönetim arasında sürekli gitgeller yaşamıştır bizim toplumumuz.

En başında birçok ihtiyacını kadılar önderliğinde vakıflar, loncalar ve mahalle teşkilatları ile karşılayan mazlum ve mazbut Anadolu halkına 1826 yılında belediyecilik teklif edilmiş ama bütçesizlik, yetkisizlik, merkezi idareden kopma endişeleri ve benzeri birçok sebep yüzünden bu dönem, millete ?bürokratik baskı ve merkezi idarenin ağır işleyişi? olarak zuhur etmiştir. Bu dönemde vergi ve hesap işleri ile vakıf hizmetleri kadılıktan ayrılmış ve ayrı bir bakanlık olmuştur.

Tanzimatla birlikte bugünkü Beyoğlu Belediyesi (6. Daire-i Belediye) olan İstanbul Şehremaneti kurulmuştur.

Bu dönemden itibaren günümüze kadar belediyecilik ile ilgili yapılan çalışmalarda görülen ortak durum hep bir ?batılı etki ve baskının? olmasıdır.

Ne hikmettir ki ilk başta 14 belediye bölgesine ayrılan İstanbul´da, Paris´teki 6. Bölgeden esinlenerek kurulan Beyoğlu Belediyesi´nden sonra kurulması tamamlanan belediyeler: Adalar, Yeniköy, Tarabya ve Beykoz´dur.

Cumhuriyet´in kuruluşu ile birlikte konuşulan sözlerdeki tüm yerelleşme ve yerinden yönetim çabalarına rağmen hep Ankara´nın sözünün geçtiği bir durum olmuştur.

Ayrıca Ankara´nın imarına ayrı bir önem verilmiş, modern Türkiye ve başkenti Ankara´nın tüm ülke topraklarının modernleştirilmesine örnek olarak geliştirilmesi sürdürülmüştür.

Bu açıdan ?belediyecilik hep bir modernleşme aracı olmuştur? ülkemizde.

Bunun halk nezdindeki karşılığı ise soğuk kamu yapılarıdır.

Ayrıca ülkemizde modernleşmenin gerçekleşmesi ?tarihi yapıların yıkılması ve geleneksel şehirlere geniş bulvarlar açılması? şeklinde olmuştur. Halk nezdinde de bu durum, ?belediyeciler imar için yıkım yaptılar? şeklinde dillendirilmiştir.

Tek parti dönemi ve merkezi teşkilatların, dönemin CHP´si üzerinden tüm topluma uyguladığı baskı uygulamaları 1950´li yılların sonlarına kadar devam etmiştir. Belediyeler valiliklerden ancak 1957 yılında çıkarılan kanun ile ayrılabilmişlerdir.

Bu açıdan belediyeler hep ?merkezi idarenin bir şubesi? olarak hizmet vermiştir.

Örneğin bu dönemde belediye başkanları doğrudan seçilmek yerine ya belediye meclisinden seçilmiş ya da merkezi hükümet tarafından atanmıştır. Belediye başkanlarının doğrudan seçilmesi ilk kez 27 Temmuz 1963 tarihli ve 307 sayılı kanun ile gerçekleşmiştir.

Bu arada 1961 Anayasası belediyelere geniş yetkiler tanımıştır.

Bu geniş yetkiler 1970´li yıllarda demokratik sol belediyeciliği getirmiş, bu da yine merkezi yönetim ve belediyeler arasında siyasi ve ekonomik çatışmaları doğurmuş ve oluşan kargaşanın devamında 1980 ihtilali yaşanmıştır.

1980´li yıllarda çok kısa bir ANAP belediyeciliği dönemi yaşanmış. Bu dönem için söylenebilecek acı ironik cümle şu şekildedir: ?yediler ama hizmet ettiler!?

Ancak 1960´lardan 1990´lara kadar köyden kente göç olgusu ?gecekondulaşma? ve devamında sürekli ?imar aflarını? gündeme getirmiştir.

Bu arada 1990´lar Refah Partisi belediyeciliğini toplumla tanıştırmış ve 2000´lerden itibaren AK Parti belediyeciliği ile günümüze gelinmiştir.

AK Parti dönemi ile birlikte de ?sosyal belediyecilik? anlayışı ortaya çıkmış, güçlü iktidar konumlarından kaynaklanan imkânlarla birçok altyapı sorunu çözülmüştür.

Bununla birlikte de toplumu oluşturan tüm katmanlar, taraflar ve siyasi görüşler ile birlikte ?gecekondulaşmadan imar rantına, oradan da betonlaşmaya ve yüksek binalara doğru bir evirilme? gerçekleşmiştir.

Belediyelerdeki siyasi algı ve oluşumların şehirlerin kimliklerine etkisi nasıl olmaktadır?

Türkiye´deki siyasi algıyı en basit şekilde sağ ve sol olarak ayırırsak, toplumun demografik ve siyasi yapısı o beldedeki belediye başkanını ve partisini belirlemektedir.

Bu da bize belediye hizmetlerindeki yansımasını açığa çıkarmaktadır.

Her şehirde bir Cumhuriyet Meydanı, Atatürk Caddesi bulunmakla birlikte sağ bir belediyede Necip Fazıl Kültür Merkezi, sol bir belediyede ise Nazım Hikmet adlı bir kamu hizmet binası bulunabilmektedir.

Dini hizmetler belediyecilik hizmetlerinin ana görevlerinden olmamakla birlikte genel olarak sağ belediyelerin bulunduğu beldelerde hem imar planlarında hem de fiiliyatta daha çok cami olmakta, sol belediyelerin olduğu yerlerde ezan sesi ve cami varlığı gözle görülür oranda az bulunmaktadır.

Gecekondulaşma olgusu 1970´li yıllarda demokratik sol partileri iktidara getirirken 1990´lardan itibaren sağ belediyeleri iktidara getirmiştir.

Sol belediyelerde köy-kent projeleri gibi çalışmalar varken Refah Partisi ve devamında AK Parti dönemi belediyeciliğinde daha çok sosyal belediyecilik ön plana çıkarılmıştır.

1990´larda sağ belediyelerin uygulaması olarak başlayan iftar çadırları zamanla tüm belediyeler tarafından uygulanır olmuştur.

Sendikacılık genel olarak sol dünya görüşünün bir geleneği olmakla birlikte sağ partilerin belediyeleri kazandığı beldelerde yeni sendikaların kurulduğu görülmektedir.

Bununla birlikte köyden kente göç, modernizm ve beton apartmanlaşma olgusu tüm şehirleri yıkıp geçtiği için ne yazık ki hiçbir siyasi yapı bu duruma çözüm üretememiş ve tüm şehirlerimiz birbirine benzer hale gelmiştir. Bugün Diyarbakır, Kayseri ya da Denizli´yi birbirinden ayıramayacağınız benzerlikte sokak fotoğrafları hafızamızdadır maalesef.

Belediyelerde ?kale? anlayışı ile tanımlamalar yapılmaktadır. Şu veya bu siyasi partinin ?kale? si var mıdır? ?Kale? belediyecilik anlayışının tezahürleri nelerdir?

Evet belediyelerde ?kale? anlayışı vardır ancak bu kale anlayışı rekabetin kızışması ve belediye başkanlığı kimliğinin siyasi olarak çok fazla öne çıkmasından dolayı değişmektedir.

Ankara´da daha önce ilçe belediye başkanlığı yapmış ve bir önceki büyükşehir belediye seçimlerini kazanamamış birinin adaylığının gündemde olması ya da İzmir´in uzun yıllar ANAP´lı bir belediye ile yönetilmesine rağmen uzun yıllardır CHP´nin kalesi olarak anılması ilginç yaklaşımlardır. Aynı şekilde merkezi iktidar tarafından çok fazla yatırım yapılmasına ve hizmet götürülmesine rağmen doğu illerinin bazılarında halkın HDP´li belediyelere olan ilgisi değişmemektedir.

Haliyle bu önyargılı siyasi bağlılık, yerel imkânların ve yatırımların halka yansımasını engellemekte ve geciktirmektedir.

Yerel ve merkez ilişkileri açısından bakıldığında belediyelerin yetkilerinin artırılmasının Türkiye sosyo-politiğindeki karşılığı nedir? Özerklik ve bölünme korkularının bu sürece etkisi nasıl olmaktadır? Bunu aşmak için neler yapılmalıdır?

Ta en başından beri, yani Osmanlı döneminden itibaren belediyecilik ile ilgili çalışmalar ya Batılı ülkelerin tavsiyesi üzerine ya da Batılı zihniyetle düşünen Osmanlı aydınlarının Osmanlı şehirlerini Batılı kentlere benzetme çabası olarak gerçekleşmiştir.

Bunun karşısında da doğal savunma refleksi olarak merkezin taşraya tahakkümü ve kontrolü şeklinde gerçekleşen bir yerelleşme hareketi vardır. Bu yüzden yerel yönetimler sürekli merkezi yönetimin bir şubesi olarak görülmek istenmiştir.

1990´lı yıllarda valilerin belediye başkanlarının kenti terk etmesine dahi müsaade etmediği uygulamalar hafızalarımızdadır.
Bu arada gerek Avrupa Birliği uyum yasalarının dönüştürme etkisi gerekse yıllara sâri yerinden yönetim yaklaşımları yüzünden belediyelerin yetkileri ve imkânlarının güçlendirilmesi çalışmaları Refah Partili belediyelerin çoğalması ve devamında AK Partili belediyelerin ülkemizdeki birçok kenti yönetmeye başlamasıyla birlikte akamete uğramıştır. Ancak uzun bir AK Parti iktidarı, AK Parti´nin geçirdiği evreler ve AK Parti´nin merkezi hükümette etkisinin artması ile ülkenin ?vesayetten kurtulmasına? dönük çalışmalarla birlikte devlet yönetimindeki etkisinin artmasıyla oluşan yeni durumda yerellik ve özerklik çalışmaları yeniden hız kazanmıştır.

Ayrıca ülkemizde bir şehir kanununun olmaması, mevcut belediye kanunundaki yerleşim yerlerine ait tanımlar ve büyüklüklerin günümüz ihtiyaçlarını karşılamaması, köylerin boşaltılıp kentlere göçün yüzde 93´lere geldiği ve bu durumun getirdiği sorunların yetkililer tarafından yeterince anlaşılamamış olması büyük bir sorundur.

Bir de ülkemizdeki kentlerin mücavir alanlarıyla birleştirilerek ?büyükkent? olması başlı başına bir yaklaşım sorunudur. Köyleri, mahalleleri, meralar ve otlakları yok eden, demografik yapımızı alt üst eden bir durumdur.

Şu an itibarıyla 30 büyükkent vardır ve ilk fırsatta bu sayı 60 olacaktır. Bu durum kentleri yönetemez hale getirmektedir. Aslı 81 tane olan illerimizin 60 tanesinin büyükkent olarak tarif edilmesi çok büyük bir hatadır.

Ayrıca kentlerimizin mega haline getirilerek nüfuslarının çoğaltılması birçok konuda sorunu beraberinde getirmektedir. Bunlardan bazıları: halk sağlığı, istihbarat, askeri savunma, trafik, emniyet, gıda güvenliği, ahlak, toplumsal barış, ev sahipliği, eğitim, kültür, din, ulusal güvenlik ve benzeri gibi çok temel konulardır.

Maalesef dünyadaki siyasi gelişmeler ve bunun ülkemize yansımaları kısa vadede net bir çözümü ortaya koymamıza engel olmaktadır.

Ulus devletlerin varlığını sürdürmekte çok zorlanacağı gelecek yıllar ülkemizde de bu duruma dair refleksleri ortaya koymaktadır.

Arz-ı mevudçu, evangelist, siyonist, pentagoncu güçle ülkemizin güneyinde bulunan coğrafyalarda açıktan yapılan askeri savaştan kaynaklanan refleks; küreselci, 4. Sanayi devrimci, paganist ekip ve onların makro hedeflerini ıskalamamıza sebep olmaktadır.

Dünyayı dönüştürmeye ve ?blockchain? teknolojisi ile ?tek dünya devleti? olgusunu tüm dünyaya kabul ettirmeye çalışan ?şeytani küreselci akıl? kentleri ön plana çıkararak ve ?ekokent, smartkent, lojistik kent, slowcity? gibi kavramlar ile de kadim duruşumuzu bozmaya çalışmaktadırlar.

Önce bu kavramları tanıyarak ve arka planındaki hedefleri topluma tarif ederek ve toplumu ikna ederek işe başlamamız gerekir.

Son yüzyıl perspektifinde baktığımızda Türkiye´de belediyeciliğin dönüm noktaları nelerdir?

Bu dönüm noktalarını aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:

Cumhuriyetin kurulması,
Tek parti yönetiminin sonu ve Demokrat Partinin iktidara gelmesi,
Sanayileşme ile Truman doktrini ve Marshall yardımları,
Köyden kente göç olgusu ve gecekondulaşma ve betonarme inşaatın her yere yayılması,
Sol belediyecilik ve demokratik sol yılları,
Sağ belediyecilik (ANAP ve Refah Partisi ile başlayan süreç),

AK Parti belediyeciliği.

Bu dönüm noktalarının salt bir tarihsel sıralama olmadığını belirtmek isterim.

Belediyelerin kültür politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye´nin kültürel birikimine nasıl katkı sağlayabilirler?

Belediyelerin kültür politikalarını sakil dağınık ve yetersiz buluyorum. Maalesef uzun yıllar merkezi hükümet ile çoğunluk belediyelerin uyumlu çalışabilme imkânı yeterince verimli kullanılmadı ülkemizde.
Ortada bir imkân ve bütçe problemi olmamasına rağmen toplum yararına kalıcı, etkili ve kabul edilebilir normlarda bir kültür politikası oluşturulamadı.

İçi boş sanat etkinlikleri sadece şirketlere para dağıtılan, istatistiklerde sayı olarak görülen ve kitapçıklarda bulunan etkinlikler olarak kaldı.

Bu dönemde gözle görülür bir kültür atağı, kültür insanlarının üretimine katkı sağlayacak net bir fayda ve dünyaya örnek gösterilebilecek bir aydınlanma dönemi ile dönemimize ait çözüm odaklı kavram üretilmesini sağlayacak net bir etki yakalanamadı maalesef.

İstanbul Büyükşehir Belediyesinin İSMEK çalışmalarını bu eleştiriden ayrı tutmak ve onu ayrı bir kategoride değerlendirmek gerektiğini de belirtmeliyim bu arada.

Belediye denildiğinde özellikle imar ve inşaat alanları akla geliyor. Dikey mimari ve kentsel dönüşümün gündemde olduğu bir dönemde belediyeler yeni bir şehir, yeni bir mahalle, yeni ev kurma hususunda nasıl bir pratik üretebilirler?

Politikacılar tarafından yıllarca sürdürülen popülist uygulamalar sonucunda kurnaz Türk toplumu kolaycılığa alışmış ve sorunların çözümünü oya tahvil eden imar afları, kentsel dönüşüm kanunları ve imar barışı ve benzeri uygulamalar kent sorunlarını içinden çıkılmaz bir hale sokmuştur.

Her şeyden önce toplumsal adaleti bozan, suçluyu ödüllendiren, işgalciyi yasal hale getiren, kaçak inşaat sahibini affeden bu tür uygulamalardan vazgeçilmediği sürece hep birlikte bir yok oluşa gittiğimizi bilmek zorundayız.

Ülke topraklarının yüzde 93´ünün kentlerde yaşaması başlı başına bir problem iken Anadolu´nun boşaltılarak daha çok Marmara ağırlıklı büyük kentlerde ve bilhassa İstanbul´da oluşturulan yığılma, başlı başına stratejik bir problemdir.

Kaldı ki konunun dikey ya da yatay mimari kavramları üzerinden tartışılması da çok büyük bir sakilliktir.

En önce aile mahremiyetinin sağlandığı, komşuluk hukukunun kurulduğu, insanların toprakla barışık olduğu, teknik üretimin ve adil ticaretin mümkün olduğu, şehirlerin büyüklüklerinin sınırlandırıldığı ve mahalle örgüsünden oluştuğu ?faziletli şehirlerin? var olabileceği gerçeğini kabul ederek işe başlayabiliriz.

Bu bir ütopya değildir ve gerçekleşme imkânı mevcuttur. Anadolu yeterince geniş? Ev inşa etme bilgisi ve geleneği hâlâ unutulmamış bir tecrübedir.

Dolayısıyla ranta ve kul hakkına dayalı dönüşüm politikalarından bir an önce vaz geçilmelidir.
Bununla birlikte belediyeler imarlı arsa üretip halkın kullanımına sunmalıdır. Devamında geleneksel ev inşa tekniklerinin tekraren gündeme alınması ile kolaylaştırılması sağlanmalıdır.

İnsanların ev üretim süreçlerine katılımı desteklenmeli ve tüm ülkeyi kapsayacak ve insanımızı heyecanlandıracak finansal çözümün dışında yeni bir yaklaşım ortaya konmalıdır.
KİPTAŞ ve TOKİ gibi kurumların organizasyon şeması ile ifa ettiği hizmetler bu doğrultuda değiştirilmelidir.

Bu açıdan bakıldığında gelecek zamanlarda belediye başkan adaylarının doğala ve geleneksel olana dair politik vaadler ile çok yatırım yapmayı değil mevcut yatırımları rehabilite etmeyi önceleyen vaadler ile halkın karşısına çıkacakları günleri göreceğimizi umut ediyorum.

Belediyelerin çalışma alanlarından biri de şehrin tarihidir. Şehrin tarihini korumak ve yeni bir tarih yazmak hususunda nasıl bir tavır görüyorsunuz?

Tarihin sözler ve sunulan projeler ile korunduğuna dair bir yaklaşım olmakla birlikte politik iddiaların büyüklüğünden kaynaklanan bir ?en?ler kaosu ve metaforu yaşanmaktadır. En büyük bina, en yüksek kule, en uzun köprü, en geniş yol ve benzeri kavramlar ile ortaya konan eserler varlıkları ile tartışma konusu oluşturmaktadır. Hedeflenenin ecdadımız Osmanlı gibi yapmak olduğunu görmekle birlikte sonuç tarihi şehirlere, eski eser yapılara zarar veren bir şekilde gerçekleşmektedir.

Türkiye´nin her yerine aynı tipolojide Adalet Sarayları yapmak, tarihi Bursa´nın merkezine yüksek konutları kondurmak, İstanbul´a Çamlıca kulesini dikmek, geleneksel taklidi kötü cami örneklerinin ülkemizin her yerinde inşa edilmesi bunlara örnek verilebilir.

Ayrıca bir kısım belediyeler tarafından çağdaşlık ve modernlik adına yapılan kurgusu ve kültürel arka planı zayıf ve sakil uygulamalar da toplumsal gerçeklikle bağdaşmamaktadır.

Şehirlerin tarihi bölgelerinin ve eski eser yapılarının rant baskısında kalması sağcısı veya solcusu fark etmeksizin toplumumuzun tüm taraflarının ortak yarasıdır ve ortak bir çözüm yolu bulunmalıdır.

Belediyeler ile halk yönetim ilişkisinde derinlik ve kuşatıcılık nasıl artırılabilir?

?Her şey ? halkı için? şeklinde kullanılan bir söylem vardır. Ancak bu söylem gerçeği yansıtmamaktadır. Uzun yıllar aynı kişilerin belediye başkanlığı yapmasından dolayı ?metal yorgunluğu? açıklaması bile yapılmıştır. Bu açıklama bile sorunu yeterince ifade etmemekte, var olan sorunu yumuşak bir şekilde tariflemektedir. Ortada ciddi bir ?güç zehirlenmesi? vardır ve bunun çözümü 1990´lı yıllardaki yine aynı siyasi ekibin kullandığı, sorunların daha bina girişinde çözüldüğü bir yöntem olan ?beyaz masa? benzeri bir tavra geri dönmektedir. Ayrıca Hz. Ömer´in (ra) ?kamu yöneticileri görevi sırasında zenginleşemez? düsturunun yaşatılması çok önemlidir.

Ayrıca siyasi rekabetten dolayı yok olduğunu zannettiğimiz din ve gelenek düşmanlığı geleceğimize dair bir tehlike ve çatışma alanı olarak pusuda beklemektedir. Bununla birlikte yapılacak belediye seçimleri çok ciddi bir kutuplaşma unsuru olarak önümüzde durmaktadır.

Son olarak ülkemizdeki siyasal kutuplaşma yöneticiler ile halk arasında ve farklı partilere oy veren farklı toplum katmanlarında derin uçurumlar oluşturmaktadır.

Buna rağmen yapılan vaadlerin ve hizmetlerin türü, gerekliliği, büyüklüğü ve bütçesi hususundaki yerindelik denetimi yeterince sağlanamamaktadır.
______________________________________________________________________________________

Serkan Akın Kimdir?

1972 yılında Karadeniz Ereğli İlçesi´nde doğdu.
İlkokulu Alaplı Merkez İlkokulu´nda, Ortaokulu ise Ereğli İmam Hatip Lisesi´nde okudu.
Kabataş Erkek Lisesi´ni bitirdi.
İstanbul Teknik Üniversitesi(İTÜ) Mimarlık Bölümü´nden mezun oldu.
Mimarlık mesleğine bir inşaat firmasında şantiye şefi olarak başladı.
1994-1998 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi´nde çalıştı.
Daha sonra Konak Mimarlık ve Sanat Hizmetleri Şirketini kurdu.
İstanbul´da ve Türkiye´nin muhtelif yerlerinde pek çok yapının mimari projeleri ile eski eser yapıların restorasyon projelerini hazırlamıştır. Bununla birlikte inşaatlar, dekorasyon ve tadilat uygulamaları ile müşavirlik hizmetleri vermektedir.
STK ve derneklerde aktif olarak görev almaktadır.
MMG, TEKDER, Araştırma ve Kültür Vakfı, İstanbul Suriçi Grubu Derneği, TÜMİP, Zonsiad bunlar arasındadır.
2013-2018 yılları arasında İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Mimarlık Bölümünde Öğretim Görevlisi olarak ders vermiştir.
Şu an İstanbul 5 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu üyesidir.
2016 Kasım ayından itibaren Yenisöz Gazetesinde köşe yazıları çıkmaktadır.
Ayrıca muhtelif dergilerde mimarlık, medeniyet, şehir, kent ve benzeri konularda yazıları bulunmaktadır. Bu konularda muhtelif vakıf, dernek, okul ve benzeri yerlerde konferanslar vermekte ve bazı TV´lerde konusunda programlara katılmaktadır.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER