Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Kördüğümü Çözmek: Niçin Türkiye ve İsrail?

Taner AKÇAM - 22. 09. 2018 Cumartesi

Kördüğümü Çözmek: Niçin Türkiye ve İsrail?

22. 09. 2018 Cumartesi

Geçen yazının ana fikri, bölgemizdeki ulus devletler (ve hak arayışı içinde olan ulus-din-kültür grupları) arasındaki bölgesel hegemonya savaşlarının ana sorun olduğu ve bölgenin bu nedenle dış müdahalelere açık hale geldiği idi. Dış müdahaleler ise bölgeyi sadece kaosa değil, kan gölüne çevirmekte ve bu anlamda bölgenin en önemli problemi olmaktadır. Merkezi soru, dış müdahaleyi olanaklı kılan bu yapısal kısır döngünün nasıl kırılabileceği ve dış müdahalelerin nasıl imkân dışı hale sokulacağı idi. Ben, bölgesel hegemonya tesisinin, bölgenin makus talihini-kördüğümü çözecek hamle olduğu kanaatindeyim. Ama hiçbir devletin tek başına hegemonya kuramayacağı, bunun ancak bölgesel bir koalisyon ile sağlanabileceğini ileri sürüyorum.

Fransa-Almanya ortaklığı Avrupa için neyi başardı ise, benzeri bir girişim Ortadoğu´da denenmek zorundadır, diye düşünürüm. Sözünü ettiğim girişimin ?makro-stratejik ortaklık? biçiminde başlaması kuralı yok elbette. Fransa ve Almaya çelik endüstrisi ile başlamışlardı. Bölgemizde de benzeri bir girişim hangi özel alanda ve ne kadar sınırlı bir biçimde başlar veya başlamaz ayrı bir sorundur. Buradaki iddia, bu tür bir bölgesel girişimin olmaması durumunda, zaten mevcut ortamın devam edeceğidir.

Aşağıda sayacağım nedenlerle benim, bölgemizde, Fransa ve Almanya´nın oynadığı rolü oynayabilecek ve bölgesel hegemonya koalisyonunu kuracak adaylarım Türkiye ve İsrail´dir. Elbette başka modeller üzerinde de düşünülebilir ve tartışılabilir. Ama merkezi fikir, dış müdahaleyi imkân dışı hale sokacak bölgesel hegemonyanın bir koalisyon temelinde tesis edilmesidir.

1. Türkiye ve İsrail bugün gerek rejimlerinin karakteri gerekse bünyelerindeki büyük ulus-din gruplarına karşı gündeme getirdikleri politikalar nedeniyle ciddi sorunlara sahip olsalar bile, en fazla demokrasi deneyimine sahip iki ülkedir. Şu andaki Hükümetler, birbirlerini düşman olarak görseler ve/veya bölgesel sorunları çözmek yeteneğinden uzak olsalar bile, ileri sürdüğüm politikayı savunacak siyasi akımların ve/veya ekiplerin bu ülkelerde işbaşına gelme potansiyeli vardır. İki ülkenin yerleşik siyasi teamülleri ve geleneği farklı siyasi seçeneklerin (burada hegemonya tesisi için bölgesel koalisyon) seçim yoluyla iş başına gelmesine imkân tanır.

2. Her iki devlet de birbirlerine çok benzeyen güvenlik endişelerine sahiptirler. Bünyelerinde tehdit olarak algıladıkları ulus-din grupları, bir tek kendi ulus devletlerinin sınırı içinde yaşamamaktadırlar. Ve komşu ulus devletler bünyesinde de vardırlar. Her iki devlet de diğerinin bünyesindeki ulus-din gruplarının haklarını savunmaya son derece önem vermektedirler (Türkiye-Filistin; İsrail-Kürtler). Bu iki devletin birbirine yanaşması, bünyelerindeki ulus-din gruplarının sorunlarının çözümü için uygun bir ortam yaratabilir.

3. Kürtler ve Filistinlilerin (hangi biçimde olacağından bağımsız) özgürlükleri sorununun, bölge istikrarındaki merkezi önemi biliniyor. Bugün, Kürtler ve Filistinliler hak arayış mücadelelerini, esas olarak diğer (bölge veya bölge dışı) devletlerden aldıkları destekle içinde bulundukları ulus devlete karşı savaşarak sürdürmeye çalışıyorlar. Şu andaki resimle kıyaslandığında, bölgesel koalisyon arayışları, bu iki ulusa yeni imkanlar ve potansiyeller sunma şansına sahip olabilir. Türkiye Filistinlilerin, İsrail Kürtlerin temel taleplerinin sağlanmasında olumlu bir rol oynayabilirler. En azından, bu iki ulusun hak arayışlarının bir tehdit olarak algılanmasının önündeki, ne kadar gerçeklik olduğundan bağımsız, kamuoyu nezdinde yaygın olarak kullanılan engellerden birisi (İsrail veya Türkiye´nin karşılıklı olarak birbirlerini zayıflatmak için Kürtlerin veya Filistinlilerin taleplerini destekledikleri iddiası) önemli ölçüde ortadan kalkabilir.  Kürtler ve Filistinliler, bu iki ülkenin bir araya gelmesini imkân dahiline sokabilecek olumlu potansiyel güçler olarak görülebilir.

4. Her iki devlet, kuruluş hikayeleri itibarıyla da birbirlerine benzemektedirler. Bugünkü devlet sınırları dışında, geçmişte yaşanmış tecrübeler, her iki devletin kuruluş hikayesinde önemli yer tutar. Türklerde kaybedilmiş imparatorluk toprakları ve Balkan ve Kafkaslarda Müslümanlara yönelik katliamlar, İsrail´de Holokost, nitelikleri ve boyutları çok farklı olgular olmakla beraber, kurulan devletin inşasında önemli bir varlık gerekçesi haline getirilmiştir. Kuruluş öncesi yaşanmış travma, ?yaşanmışı bir daha asla yaşamamak? biçiminde hem önemli bir ?kurucu misyondur? hem de bu travmayı aşamamak kendi içlerindeki ulus-din gruplarının sorunlarının çözümsüz hale gelmesinin en önemli nedenlerinden birisidir.[1]

5. Bölgesel kuşatılmış ve yalnızlık duygusu (ne kadar gerçekliği yansıttığından uzak) bu iki ülkenin güvenlik stratejilerinde merkezi bir yer tutmaktadır. Birbirlerine verecekleri garantiler bu kuşatılmış ve yalnızlık duygusunun aşılmasında çok önemli siyasi ve psikolojik bir rol oynayabilecektir. En azından bir diğer devletin bunu kullanma şansını azaltacaktır.

6. Bu iki devlet de Batı dünyası ile en gelişkin ilişkilere sahiptirler. Bu iki devletin birbirine verecekleri destek, Batının bölgeye müdahalelerini en aza indirebilecek potansiyele sahiptir. Türkiye, tüm sorunlara rağmen NATO´nun bölgedeki temsilcisidir. İsrail, Batının günahının bölgede yarattığı devlet olması nedeniyle başta ABD olmak üzere, Batı´dan büyük desteğe sahiptir. Bu iki devletin Batıya olan yakınlıkları, onları, Batının bölgeye müdahalesini en sorunsuz bir tarzda aza indirme şansını verir.

7. Bölgenin şu anki istikrarsızlığının en önemli nedeni başta ABD ve Koalisyonunun (ağırlıklı Avrupa ülkelerinin) bölgeye müdahalesidir. Dünya dengelerindeki değişmeler nedeniyle, ABD ve Avrupa, kendilerine belli güvencelerin verildiği koşullarda bölgeyi, bölgesel hegemonyayı sağlayacak bir koalisyona terk etme fikrine soğuk bakmayacaklardır. Gerek ABD ve gerek AB´nin ana kaygıları, bahane/gerekçeleri güvenlik (ABD için ?terör´ ve AB için ?terör´ ve mülteciler) sorunlarıdır. Türkiye ve İsrail bu konuda doğrudan garanti verme kapasitesine sahip iki ülkedir.

8. Rusya açısından da benzeri durum söz konusudur. Bölge Rusya´nın arka bahçesidir. Özellikle soğuk savaşın sona ermesi ile ?egemenlik alanları? saldırıya uğramış ve NATO (Batı) tarafından kuşatma altına alınmıştır. Rusya´nın 1990 sonrası gelişmeleri kendisine yönelik doğrudan tehdit ve saldırı olarak algıladığı örneğin Ukrayna veya Gürcistan´ın NATO´ya dahil edilmesi gibi gelişmeleri böyle okuduğu bilinmektedir. Bu nedenle Rusya, Ortadoğu´da kendisine yönelik bir kuşatmanın azaltılması sonucunu doğurabilecek bir girişime olumlu bakma potansiyeline sahiptir. Türkiye´nin de İsrail´in de şu dönemde Rusya ile son derece sıcak ve dostane ilişkiler geliştirmeleri aslında bir tesadüf değildir.

9. Her iki ülke sadece ekonomik olarak değil, askeri olarak da güçlüdürler. Bölge enerji kaynaklarının, öncelikle bölgenin ihtiyaçları doğrultusunda kullanılması ve birbirlerine karşı hegemonya savaşının bir parçası haline getirilmemesi böylesi bir koalisyon arayışı sürecinde kuvvetli bir seçenek haline gelebilecektir. Bu iki devlet arasındaki ekonomik-siyasi ve askeri koalisyon hem bölge hem de küresel güçler üzerinde caydırıcı bir etkiye sahip olabilecektir.

10. Eğer bölgede demokrasi ve insan haklarına saygı duyan, güçler ayrılığını esas almış hukuk devletlerinin varlığı nihai hedef olarak konuyorsa, böylesi bir koalisyonun yaratabileceği istikrar ortamı, diğer seçeneklerle kıyaslandığında, bu hedefe daha kolay ulaşılmasını temin edebilecektir.

Nedenleri daha da artırmak mümkündür. Ama eğer dış müdahalelerin kendisi ve bunu mümkün kılan yapısal ortam bölgenin en büyük sorunu ise ve Türkiye ve İsrail bu dış müdahalelerin oluşmasında önemli yer tutan iki orta büyüklükte devlet iseler, birbirlerine verecekleri destekle, dışardan müdahale potansiyelini zayıflatabilir ve bölgeyi birlikte düzen ve istikrara kavuşturabilirler.

Önerim bir nevi, sınıfın en yaramaz iki öğrencisinin, sınıf mümessili atanmaları gibidir. Yaramazların, düzen ve istikrar için yaramazlıktan vazgeçmeleri ve sorumluluk almaları bölge sorunlarının çözümünde en büyük başlangıçtır.

Elbette burada ileri sürdüğüm fikirlerin tam tersi iddiaları da ileri sürmek mümkündür. Zaten fazlası ile bilindiğini tahmin ettiğim bu fikirleri de sıralamadan geçmek istemem:

En temel karşı fikir, dışardan müdahalelerin sorunların kaynağı değil sonucu olduğunu ileri sürmektir. Bölgenin ana sorunu

a) Arap diktatörlük rejimleri (Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Mısır vb.)

b) rejimlerinin karakteri ne olursa olsun izledikleri politikalar ile Türkiye ve İsrail´dir. Dolayısıyla, Arap diktatörlük rejimleri demokratikleşmedikçe Türkiye ve/veya İsrail mevcut politikalarını değiştirmedikçe bölgedeki istikrarsızlıklar ve müdahaleler sona ermeyecektir. Örnek vermek gerekirse, İsrail ve Türkiye´nin, Filistin ve Kürt sorununu çöz(e)memeleri, bölgenin de-stabilize olmasının en temel nedenlerinden birisidir. Ayrıca eklemek gerekir ki, Irak, Suriye ve Mısır gibi rejimlerinin kaos ve savaş içine düşmeleri ve zayıflamalarında da İsrail ve Türkiye´nin önemli rolleri olmuştur.

Ne Arap rejimlerinin demokratikleşmesi imkân dahilindedir ne de Türkiye ve İsrail´in mevcut politikaları değişecektir. Özellikle devletsiz iki ulus, Filistin ve Kürtler kısa sürede bir devlete kavuşma imkanına sahip olmadıklarına göre, bölgeye huzur gelmeyeceğini kabul etmek gerekir. Bölgesel hegemonyanın tesis edilmesi önerisi, bölgenin temel sorununun dış müdahaleler olduğu yanlış tespitine dayalı yanlış bir çözüm önermesidir. Bu nedenle bölgesel hegemonya tesisi gibi fantezilerle uğraşmaya gerek yoktur.

Artık çoğumuzun ezbere bildiği ve benzerlerinin de eklenebileceği bu görüşleri burada tekrar etmemdeki amaç şudur:

Orta Doğu´da bir kısır döngü ve kördüğüm vardır. Ve yukarda saydığım tezler, zaten ilk aklımıza gelen ve bize mevcut kördüğümün nedenlerini anlatan tezlerdir. Ve bunlar mevcut kördüğümün niçin devam edeceğinin gerekçesi olarak da okunabilirler. Önerim, kaosu tarif etmenin ötesine gitmeyen alışılmış düşüncelerimizi tekrar etmek değil, bunun dışındaki seçeneklerin neler olabileceği konusunda kafa yormaktır.

Tezimi şöyle tekrar edebilirim: Eğer bölge devletleri birbirleri ile hegemonya savaşını her şeyin merkezine koymaya devam eder ve bölgesel hegemonya için bir koalisyon arayışına girmezlerse dış müdahaleler ve bölgesel savaşlar kaçınılmaz kader olmaya devam edecektir. Bölgesel hegemonya kördüğümü çözecek bir başlangıç noktasıdır ve bu koalisyonu kurmaya en yakın iki devlet ise Türkiye ve İsrail´dir.

İşe yarar bir tartışmaya katkısı olacağı umuduyla...


[1] Burada, Holokost ile toprak kaybı ve Balkanlar ve Kafkaslardan Müslüman-Türk topluluklara yönelik etnik temizlikleri aynı düzeyde ele almadığımın altını yeniden özel olarak çizmek zorundayım. Belirtmek istediğim husus, Türk yönetici elitlerinin Cumhuriyet öncesi yaşananları, Cumhuriyetin önemli bir varlık gerekçesi olarak kurguladıklarıdır. Ermeni soykırımının inkarındaki en temel faktörlerden birisi budur.

 

 


Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER