Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Ferhat Özbadem: Mutezile Üzerine Kısa Bir Açıklama

Araştırmacı yazar Ferhat Özbadem´inKitaphaber.com.tr´de yayımlanan ve ele alınışı açısından, konu ile ilgili derli toplu ?araştırma mahsulü´ izlenimi veren bilgileri içeren ?Mutezile Üzerine Kısa Bir Açıklama? adlı analiz yazısı, geçmişe nazaran,bugün hem

Ferhat Özbadem: Mutezile Üzerine Kısa Bir Açıklama

Sözlükte ?ayırmak, uzaklaştırmak? anlamındaki azl kökünden sıfat olan mu?tezile kelimesi ?uzaklaşan, ayrılıp bir köşeye çekilen? demektir.

Sünni kaynaklarında Mutezile isminin, Vasıl b. Ata´nın mürtekib-i kebire konusunda farklı bir anlayışa sahip olan hocası Hasan-ı Basri´nin ders halkasından ayrılması ve onun Vasıl´ın kendilerinden uzaklaştığını (i?tizâl) söylemesi sebebiyle ortaya çıktığı zikredilir. ?Mutezile isminin dini manada kullanılışı Vasıl-b. Ata al-Gazzal ?ın Hasan el-Basri´nin meclisinden ayrılmasıyla başlar. Bu ayrılığın sebebi şudur: bir gün Hasan el-Basri´nin meclisine bir adam gelerek aşağıdaki soruyu sordu: "Büyük günah (kebire) işleyen mümin midir kafir midir? " Bu soruya hocası cevap vermeden önce Vasıl b. Ata şöyle cevap verdi: "Büyük günah işleyen ne mümindir, ne ele kafirdir; o fasıktır" Hasan Basri bunun üzerine "kad i´tezele anna´l-Vasıl" yani "Vasıl bizden ayrıldı" diyerek öğrencisi Vasıl´ı meclisinden uzaklaştırdı. Bundan sonra Vasıl gibi düşünenlere "itizal edenler" anlamına "Mutezile" dendi.?[1]

Mutezile nedir sorusuna verilebilecek en kısa, net ve kesin ifade İslam düşüncesinde ?Akılcılık ekolü? olarak tanımlanabilir. Emevi döneminde zemin bulmuş Abbasi döneminde en parlak zamanlarını yaşamış, İslam düşüncesinin kelami/felsefi anlamda derinlemesine gelişmesine büyük bir katkı sağlamış bir ekoldür. Mutezileyi kendi kaynaklarından okumayanların iddia ettiği gibi Yunan felsefesinden etkilenerek ortaya çıkmış bir ekol değildir. Bu iddianın aksine İslam düşüncesinin kendi dinamiklerinden ortaya çıkmış, diğer felsefi ekollerin donelerini disipline etmiş bir ekoldür.

Bağdat mutezilesi, Basra mutezilesi ve Horasan mutezilesi olarak kendi arasında farklı görüşler savunan alt birim mutezile ekolleri olarak ayırabiliriz.

Mutezilenin akılcılığı ile ilgili bir yanlış anlamayı da düzeltmek gerekiyor. Mutezile batılı felsefenin Rasyonalist anlayışından çok uzaktır. Tabir yerinde ise Rasyonalistler gibi aklı tanrılaştırmaz/putlaştırmaz. Aklı vahyin rehberliğinde, vahyin aydınlık ışığında kullanır. Ayrıca Meşşai ekolünün akli delillerle ortaya attıkları varlık ile ilgili görüşleri, Mutezile ekolü düşünürleri Kur´an merkezli deliller üzerinden red etmişlerdir. Yani Mutezilenin akliliği/akla önem vermesi Kur´an merkezli bir akılcılıktır.

Mutezile için mezhep tanımlaması daha doğrudur yoksa ekol tanımlaması mı daha doğrudur? Sorusuna ekol tanımlaması daha doğrudur diyebiliriz. Gerek yapı olarak gerek oluşum süreci olarak gerekse tarihsel süreç içindeki gelişim süreci olarak bakıldığında bir mezhepten ziyade ekol olarak tanımlanması daha anlaşılır oluyor. Kelami bir mezhep olarak tanımlanması da ayrı bir başlık olarak ele alınabilir.

Mutezile fikir, düşünce ve inanç sistemini oluştururken Kur´an´ı merkeze almıştır. Kur´an´da yer almayan konularda akıl yürütmek suresi ile kelami bir disiplin oluşturmuşlardır. Bu disiplin oluşturulurken yaklaşık olarak şöyle bir metodoloji takip edilmiştir. Kur´an, bir ölçü ve anlayış belirleme ögesi olarak merkeze alınarak, vahyin çizdiği çerçevede akıl temel kriter olarak kullanılmıştır. Tarihsel gerçeklikler, Kur´an´ın ana ruhuna aykırı olmayan ve tarihsel gerçeklikler ile çelişmeyen hadisler ve toplumların akla ve vahye ters olmayan örfleri (maruf) bu disiplin oluşturulurken veri olarak kullanılmıştır.

Mutezilenin genel düşüncesi ve akılcılık yönü ele alındığında (Kendi kaynaklarından-Kendi görüşleri) aklı Kur´an´ın önüne geçirmekten ziyade akıl ile Kur´an´ı anlamak sureti ile Kur´ani ilkeleri toplumsal yasalar haline getirmek gibi bir düşüncelerinin olduğu anlaşılmaktadır.

İlk dönemde, Mutezile kelami ekolüne bağlı olanlar genel olarak amelde Hanefi mezhebi müntesibidirler. Ebu Hanife, Küfe´de bulunduğu yıllarda Mutezile ekolünün önde gelenleri ile sürekli tartışmıştır. Görüşlerini çürütmeye çalışmıştır. Fakat Ebu Hanife´nin Fıkhı Ekber adlı eserine bakıldığında kader ve irade konularını ele alma şeklinden Mutezile görüşlerinden etkilendiği görülmektedir. Bu konulardaki etkileşimden ilhamla bir kısım araştırmacılar Ebu Hanife´nin Mutezile´ye yakın olduğu iddiasında bulunmuşlarsa da bu bir yanılgıdır. Ebu Hanife fikri münazaraların doğal sonucu olarak kabul edilebilecek bir etkileşim yaşamış olsa da Mutezile değildir. Günümüzde Mutezile başlı başına bir ekol olarak mevcut olmamakla birlikte görüşlerinin bir kısmı Şia´nın Caferiyye ve Zeydiyye kolları ile Haricîliğin İbadiyye kolunda yaşamaktadır.

Mutezile ve Şia arasında fikri anlamda ihtilaflar da mevcuttur. İlk dönemlerde karşılıklı yazılan reddiyelerden bunu görebiliyoruz. Mutezileye ilk ciddi reddiye Şia düşünürleri tarafından yazılmıştır. Mutezileye karşı ilk reddiyeyi Ali bin Numan el Kummi el Beceli el Ahval (Ölümü miladi 777) yazmıştır. Eserin adı, Kitabu-r redd alel Mutezile fi İmametil mefdul´dur. Aynı dönemde Mutezile düşünürleri de Şia´nın görüşlerine karşı birçok reddiyeler yazmışlardır.

?Hicri III. asırda Ehl-i hadis ile Mutezile mezhepleri arasında özellikle itikadi konularda amansız mücadeleler yaşanmıştır. Bu asırlarda kaleme alınan eserler incelendiğinde bu tartışmaların izlerini görmek mümkündür.

Ehl-i hadis kendi fikirlerini hâkim kılmak için toplumda oluşan diğer zararlı ideolojileri karantinaya almaya çalışmış, toplumu ifsat edecek olan ideolojilere karşı önlem alma gayreti içerisine girmiştir. Bunu yaparken bir yandan fikri olarak mücadele vermiş diğer taraftan bu duruma uygun eserler üretmiştir. Bu telifata göz atıldığında özellikle Hadis taraftarları ve Mutezile arasında yaşanan güncel problemlerin nasıl esas alınmış olduğu meydana getirilen eserlerin ne ölçüde cedel konularına göre telif edilmiş olduğu çok net olarak görülecektir.?[2]

Mutezile ile Ehli Sünnet arasında çekişme ve karşıtlık olduğu ile ilgili yaygın bir anlayış vardır. Aslında asıl çekişme ve karşıtlık Mutezile ile Ehli Hadis arasındadır. Ehli Sünnet ekolü olup Mutezile ile birçok açıdan uyumlu diyebileceğimiz Maturidilik ekolü vardır.

Mutezile ve diğer ekoller arasındaki etkileşimlere değinilirken mutlaka Eşari´nin Mutezile´den ayrılması konusuna yer vermek gerekiyor. ?Eşari´nin mezhep değiştirmesini, yani akılcı bir kutuptan nassçı diye bilinen muhalif gruba geçmesini, tarihi kaynaklarda aktarıldığı şekilde anlık bir olaya bağlayarak açıklamak kanaatimizce doğru olmayacaktır. Zıt kutuplar arasındaki geçişe sebep olan fikri değişiklik, bu kadar hızlı ortaya çıkıp kısa sürede etkili olmamalıdır. Ani bir şekilde ortaya çıktığını varsaysak da, ancak fikirlerin zihinde bir kuluçka dönemi yaşadıklarını, olgunlaştıktan sonra ortaya çıktıklarını söyleyebiliriz. Bunun zıttı bir durum, temelsiz ani kararlar alma gibi durumlar tutarlı bir şahsiyet tablosu çizmekten uzaktır.

Eşari kırk yaşlarında iken, yani yaklaşık h. 300 yıllarında uzunca bir süre fikri bir bunalım geçirmiş ve Mutezile ekolünü terk etmiştir. Şunu da hatırlatmak gerekmektedir ki Eşari´nin ayrıldığı yıllar Mutezile´nin durakladığı çöküşe geçtiği dönemdedir. Ayrılma olayını sadece bir saf değiştirme olarak görmek meseleyi basite indirgemektir. Sebebi ve şekli ne olursa olsun kesin olan, onun Mutezile´den ayrılması ve bunu yaparken de eski inancını artık kabul etmediğini ilan etmesidir.?[3]

Mutezile ekolü kendisine Mutezile ismini vermez. Bu isim daha çok Mutezile karşıtlarının kullandığı bir isimlendirmedir. Mutezile kendisi için Tevhid ve Adl ismini kullanır.

Mutezilenin gerek tevhid konusunda gerekse diğer konularda aklı öne çıkarmasının arka planına bakıldığında özellikle Basra ve çevresinde Yahudi ve İsevi görüşlerin yaygın olması ve sorular sormaları neticesinde bunlara karşı düşünce ortaya koymak ve cevap vermek gayesi ile deliller ortaya koymuşlardır. Bu delillerin akla dayalı olmasının sebebi ise muhatapların ayet ve hadisleri zaten kabul etmeyen bir güruh olmasıdır. Mutezilenin ilk çıkış sürecinde akli delilleri öne çıkarmasının arka planında bu vardır.

Mutezile mensuplarının genel olarak üzerinde birleştikleri ve kendi düşüncelerinin sistematik hale gelmesinde temel ilke kabul ettikleri beş önemli ilke bulunmaktadır. Bunlar; ?tevhid?, ?adl?, ?va´d ve vaîd?, ?el-menzile beyne´l-menzileteyn? ve ?emr-i bi´l-ma´rûf ve nehy-i ani´l-münker?dir.

Bu ilkeleri kısa ve anlaşılır cümleler ile şöyle izah edebiliriz.

1-´Tevhid: Mutezilenin en temel ilkesi olan tevhid anlayışı, bütün İslam düşüncesinin de temelini oluşturmaktadır. Sadece Mutezileye göre değil, bütün İslam mezheplerine göre önemli bir prensip olup bu, Allah birdir, eşi ve benzeri yoktur, ezeli ve ebedîdir anlamına gelir. Bu konuda Mutezileyi diğerlerinden ayıran husus, Allah´ın sıfatlarına dair tartışmalarda ortaya çıkmaktadır. Mutezileye göre Allah´ın en önemli iki sıfatı "birlik" ve "kıdem" dir. Mutezile Allah´ın sıfatlarını kabul eder, fakat bu sıfatlara Allah´ın zatının dışında bir varlık hakkı tanımaz. Onlara göre "Allah âlimdir" demek doğru; "Allah ilim sahibidir" demek ise yanlıştır. Çünkü ilim, sem´, basar gibi, sıfat-i maaninin kabulü, kadim varlıkların çokluğuna (taadüdü kudema) delalet eder. Hâlbuki tek kadim varlık vardır. O da Allah´tır.

2- Adalet (el-Adl): Mutezileye göre, insan tamamen hür bir iradeye sahiptir ve fiillerinin yegâne sorumlusu odur. Yapmış olduğu iyilik de kötülük de kendisine aittir. Bu nedenle yapmış olduğu iyi amellere karşı mükâfat, kötü amellere karşı da ceza görecektir. Eğer kulun fiillerinde Allah´ın bir müdahalesi olsaydı, o zaman kul yapmış olduğu fiillerden mesul olmazdı. Çünkü bu durumda bir zorlama (cebr) söz konusu olurdu. İnsanı, zorlama altında yapmış olduğu fiillerden sorumlu tutmak ise zulümdür. Bu, Allah´ın adaleti ile bağdaşmaz. Çünkü Allah en adil varlıktır.

3- İyi amellerde bulunanların mükâfatlandırılması, kötü amellerde bulunanların cezalandırılması (el-Va´d ve´l-Va´îd): Güzel amellerin mükâfatla kötü amellerin de ceza ile karışık görmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle Allah, adaletinin bir gereği olarak, iyi amellerde bulunan kullarını cennetle mükâfatlandıracağını (el-va´d); kötü amellerde bulunan kullarını ise Cehennemle cezalandıracağını (el-va´îd) bildirmiştir. Allah´ın, bunun aksini yapması, bu sözünden vazgeçmesi mümkün değildir. Mümin, mutlaka Cennete; büyük günah işleyip de tevbe etmeden ölen kimse ise mutlaka Cehenneme gidecektir. Allah´ın adaletinin gereği budur. Mutezile, bu görüşü ile şefaati reddetmiştir.

4- el-Menziletü beyne´l-Menzileteyn (İki yer arasında bir yer):

Bu prensip, büyük günah işleyen kimsenin imanla küfür arasında bir yerde, yani fasıklık noktasında bulunacağını ifade eder. Bu görüş, büyük günah işleyeni kâfir sayan Haricilerle, mümin sayan Mürcie mezhepleri arasında bir görüşü temsil etmektedir.

5- İyiliği Emretmek Kötülükten Nehyetmek (el-emru bi´l-ma´ruf ve´nnehyu ani´l-münker): Mutezile, toplumda hak ve adaletin sağlanması ve ahlaki yapının sağlıklı olabilmesi için, her müslümanın iyiliği emredip, kötülüğü yasaklamasını gerekli görmektedir.

Mutezile, Ebü´l-Hüzeyl el- Allaf, Nazzam, Cahız, Bişr b. Mutemir, Cübbai, Kadı Abdülcebbar ve Zemahşeri gibi büyük kelamcılar yetiştirmiştir.

Mutezile ve diğer ekoller arasındaki ihtilaflı konulara girmeden temel özellikleri üzerinde durmak sureti ile yaptığımız bu kısa bilgilendirme konuya giriş sayılabilecek bir yazı çalışmasıdır.

[1] İbrahim Agah Çubukçu, Mutezile ve Akıl, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1964, cilt: XII, s. 51-61

[2] Ömer Özpınar, Hadis Edebiyatının Oluşumu, (Ankara: Ankara Okulu Yay., 2013), s.214-252

[3] İsmail ŞIK, Ç. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, Ocak-Haziran 2004



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz