Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Deus Ex Machina: Önümüzdeki Seçimler

Murat Çemrek, perspektif.online’da “Deus Ex Machina: Önümüzdeki Seçimler” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.

Deus Ex Machina: Önümüzdeki Seçimler

Seçimler sadece demokrasinin belkemiği, tacındaki elmas olmasıyla değil, tam da antik Yunan tiyatrosunda olduğu gibi her şey sarpa sardığında göklerden inen makineden Tanrı gibi ortalığı en azından bir süreliğine sütliman kılacak olması bakımından da önemli.

 Ezdirmem sana kendimi
Gövdemi yakar giderim
Beddua etmem, üzülme
Kafama sıkar giderim

Türkiye, 3 Mart’ta daha üzerinden bir ay geçmemiş her iki depremin ve artçılarında kaybettiklerinin acılarını teselli etmeye çalışırken İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Altılı Masa’dan ayrıldığını açıklamasıyla bir de siyasi bir depreme tanıklık etti. Akşener’in basın toplantısını izlediğimde, sözlerini Yusuf Hayaloğlu’nun yazdığı ve bestecisi Ahmet Kaya’nın 1998’de ölmeden önce çıkardığı Dosta Düşmana Karşı isimli son albümünün birinci şarkısı olan Giderim’in sonunda üç kez tekrarlanan epigraftaki dörtlüğü aklıma ilk gelen mısralar oldu.

Akşener’in açıklamalarından hareketle yaptığının kendi kafasına sıkmak olduğunu (bu literatüre de senelerdir izlediğimiz Deli Yürek, Kurtlar Vadisi, Kurtlar Vadisi Terör, Kurtlar Vadisi Pusu, Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz ve Ben Bu Cihana Sığmazam dizilerinin sayesinde oldukça vakıfım, haydarinna rinna rinna rinanay) ve sıktığı kurşunun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın da ayaklarına isabet ettiğini düşündüm. Bir an kendimi yokladım acaba çok mu ağır oldu bu yaklaşımım diye ama konvansiyonel ve sosyal medyayı hızlıca tarayınca düşüncemin hiç de yalnız olmadığını gördüm. Zaten konuşmasını bitirirken Akşener de öyle demiyor muydu? “Ezcümle ya tarih yazacağız ya da tarih olacağız…”

Ben eyleminin sonuçları bakımından Akşener’in illa bileşik kaplar formülüne tabi olması gerekmediğini, pek tabii tarih yazarken tarih olacağını düşünüyordum. Zira Akşener, “Milletimizin ortak iyiliği için, iyi niyetle oturduğumuz bu Masa, artık potansiyel adayların tartışılabildiği bir ortak akıl platformu olmaktan çıkmış, tüm alternatiflerin kara listeye alınarak tek bir adayın tasdiki için çalışan bir noter masasına dönüşmüştür” ifadesiyle Masa’yı oluşturan diğer parti liderlerine karşı yaralayıcı bir itham geliştirmişti. Dahası, madem Akşener bir dayatmadan müştekiydi, o zaman da diğer parti başkanlarının bir tanesinin bu dayatmayı yaparken diğerlerini de sessiz kalmakla suçluyordu. Hatta kendisinin önerdiği adaylar kabul edilmediği için Masa’yı terk etmekle asıl dayatmacılığı kendi yapmış olmuyor muydu?

Yerel Demokrasi Eşliğinde Demokratik Konsolidasyon

Akşener’in Altılı Masa’dan ayrılışından dönüşüne kadar geçen süreyi hafta sonu da olması itibarıyla bir aksiyon filmi kıvamında izledik. Akşener’in Masa’ya dönüşünde yukarıda ayaklarına dost kurşunu isabet eden Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanları oldukça diplomatik bir rol üstlendiler ve onların Cumhurbaşkanı Yardımcısı olması şartıyla Akşener’in Masa’ya dönmeyi kabul etmesiyle aksiyon filmimizde mutlu son eşliğinde The End yazdı. Akşener’in Masa’ya dönüşü de Millet İttifakı için adeta Grup Gündoğarken’in 1992’de çıkan albümüne de ismini veren Ankara’dan Abim Geldi şarkısındaki “Ankara’dan abim gelmiş/Evde bir bayram havası” sözleriyle örtüşür vaziyetteydi. Akşener, Masa’daki konumunu olduğundan büyük vehmederek “dengenin dengeleyicisi” olmaya kalkıştı ama buna ne ontolojisinin ne epistemolojisinin ne metodolojisinin ne de özgül ağırlığının yettiğini çok acı bir biçimde öğrendi. İki büyükşehir belediye başkanının durumu kotarmasını Türkiye’de demokratik konsolidasyonun yerel demokrasi eşliğinde gelişeceğine dair hoş bir enstantane olarak yorumluyorum.

Haliyle bu yazıya başlayabilmek için bu üç günlük hengamenin bitmesini beklerken Pazartesi akşamı Türkiye, Berat Kandili ile Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayının açıklanmasını eşzamanlı idrak etti. Yaşanan gelişmeler Süleyman Demirel’in “24 saat siyasette çok uzun bir süredir” ifadesini bir kez daha haklı çıkartırken Türkiye siyasetini alışılageldik şablonlarla anlamanın kifayet etmeyeceğini de hakk-el-yakin şekilde bir daha müşahede ettik. Dahası, mecazen bu üç günlük dünyanın kelimenin tam anlamıyla üç gününde Akşener’in ne derin devlet uzantısı olmadığı kaldı ne kendisinin Truva atı olarak ayrıldığı parti ve genel başkanı tarafından masaya yerleştirilmediği. Eleştirilerim bir yana bu ifadelerin de kendisine karşı büyük bir haksızlık içerdiğini düşünüyorum. Neyse Akşener kalktığı Masa’ya geri döndü de bu yorumları artık bit pazarında ve antika müzayedelerinde göreceğiz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da kabine toplantısı sonrası açıklamalarından öğrendiğimize göre 10 Mart tarihinde alınacak seçim kararıyla Türkiye en azından bir yıldan fazladır fiilen girdiği seçim sath-ı-mailine hukuken de girmiş olacak. Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ise bir kanaviçe gibi ilmek ilmek dokuduğu adaylığı bir yana nev-i-şahsına münhasır bir portre olarak şimdiden Türk siyasi tarihinde yerini almıştır. Bir siyaset bilimci olarak kendisinin bir seri katil soğukkanlılığıyla bezediği sükûnetini, öfkenin belagat olarak servis edildiği bir dönemde korumasını oldukça dikkat çekici bulmuşumdur. Kılıçdaroğlu’nun dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile bir televizyon kanalındaki karşılaşmasında çelikten değil örümcek ağından sinirleri olduğunu gördüğümde irkilmiştim. Ama en çok irkildiğim an kendisine yapılan “Bay Kemal” hitabını göğsünde yumuşatıp bu hitabın hegemonik üstünlüğünü marjinal faydasını artırarak kırmasıydı ve bu da zaman bükücü sükûnetinin uzantısıydı.

Elbette aktif siyaset şizofrenik düzeyde bir inat işidir ve bu konuda sağ olsun Demirel, Özal, Türkeş, Erbakan, Ecevit ve Edibali yaşamları itibarıyla öğretici oldular. Kılıçdaroğlu inatçılığını Adalet Yürüyüşü esnasında bir de atletikliğiyle ispatladı. Bu yüzden Kılıçdaroğlu’nun sanki Türkiye’de değil de bir İskandinav ülkesinde siyaset yapıyor gibi inatçı tutumu sadece CHP’yi değil cürmünce Türkiye siyasetini de dönüştürmektedir. Örneğin, en son helalleşme çıkışını, CHP’nin tarihsel mirasıyla düşünüldüğünde rüyamda görsem hayra yormayacağım bir alamet-i-farika olarak değerlendiriyorum.

“Siyaset Sanatı”

 Siyaset, sadece Aristotelyen anlamda ahlak ile eşitlenseydi en azından biz siyaset bilimcilerin işi epey kolaylaşırdı, hatta bize gerek kalmayıp ahlak felsefecileri gerekli analizleri hepimizin adına yaparlardı. Halbuki siyaset günün sonunda değerlerin yeniden üretildiği pratik boyutu hep daha ağır basan bir yapıdır. Siyasetçiden beklentimiz, iktidarda ise problemimizi çözmesi, muhalefette ise sorunumuzu iktidara duyurmakla kalmayıp onu çözüme kışkırtmasıdır. O yüzden Bismarck’ın siyaseti bir sanat olarak tanımlaması ve sosis yapımıyla bir tutması hiç de yabana atılacak metaforlar değildir. Aynı şekilde siyaset sadece dört işlem matematiği hatta toplumsal mühendislik üzerine kurulu olsa yine vakıaları analiz etmek daha kolay olurdu. Lakin nasıl ki günlük hayatımızdaki bireysel ilişkilerimizde, toplumla olan ilişkilerimizde ve genel olarak tüm ilişkilerde 2+2=4 eşitliğine sahip değiliz, haliyle siyaset de böyle kolay şekillenmiyor. Siyaset bilimcilerin bir handikabı da sosyal bilimciler olarak açık istihbarat ile çalıştıklarında gazetecilere göre şeytanın gizli olduğu detaylara daha az hâkim olmalarıdır. Türkiye veya başka bir ülkenin ekonomisi nasıl ki sadece resmi rakamlarla anlaşılamayacağına göre siyaset de sadece yayımlananlarla açıklanamaz ve daha çok off-the-record bilgiye muhtaçtır.

Ezcümle, önümüzde aslanlar gibi Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimler var. Her birisi yekdiğerinden merdane ittifaklar ve bu ittifakları oluşturan ya da tek başına seçime girecek partiler ve bağımsız adaylar yarışacak. Seçim akşamı infografikler eşliğinde Türkiye haritasının partilerin renklerine göre şehir bazında nasıl renkleneceğini göreceğiz. Seçimler işte bu yüzden önemli; sadece demokrasinin belkemiği, tacındaki elmas olmasıyla değil tam da antik Yunan tiyatrosunda olduğu gibi her şey sarpa sardığında göklerden inen makineden Tanrı gibi ortalığı en azından bir süreliğine sütliman kılacak olması bakımından da önemli.

 

Kaynak: Farklı Bakış



Anahtar Kelimeler: Machina: Önümüzdeki Seçimler

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz