Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Cumhur İttifakı ve korku siyaseti (3)

K24 Türkçe´den yazar Vahap Coşkun´un cumhur ittifakı ile ilgili üçüncü yazısı?

Cumhur İttifakı ve korku siyaseti (3)

24 Haziran´dan sonra Cumhur İttifakı önce bir gitti-geldi. Her iki parti de yerel seçimlere ittifakla girmeyecekleri açıkladılar, hatta birbirlerine ?Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna? dediler. Fakat kısa bir süre sonra keskin bir dönüş yapıldı. AK Parti ve MHP eskisinden daha güçlü bir ittifakla yola devam etme kararı aldılar.

İttifaka dönüşte belirleyici olan Erdoğan´dı. Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin arkasındaki %50´lik oyu ancak MHP´nin desteği ile muhafaza edebileceği düşünüyordu. MHP, Erdoğan´ın bu mecburiyetini iyi kullandı; hem kendisi açısından önem taşıyan illerde istediğini elde etti hem de ittifakın genel stratejisini ve hedeflerini tayin edecek bir güce erişti.

Bugün ?beka? meselesini odağına alan Cumhur İttifakı, AK Parti´den ziyade MHP fikriyatının rengini verdiği bir kampanya ile seçime gidiyor. Peki, bu beka söylemi Erdoğan´a beklediği faydayı sağlar mı?

Türkiye´de toplumsal kesimlerin birbirlerine güven duydukları söylenemez. Geçmişin ağır bir yükü var ve bununla hesaplaşılmadı. Yük orta yerde duruyor, henüz kaldırılabilmiş değil. Böyle bir yapıda, karşılıklı korkuları kaşıyan bir strateji, geçmişte bunu kullananlara yarar sağladı. 31 Mart´ta da belli bir oranda yarar sağlayabilir. Ancak 31 Mart bakımından farklılık oluşturan iki noktaya dikkat edilmelidir:

EKONOMİK KRİZİ HALININ ALTINA SÜPÜRMEK

İlk olarak, artık halının altına süpürülmesi ve görünmez kılınması mümkün olmayan ekonomik krizin insanların gündelik hayatına değmesidir. Kamuoyu araştırmalarında ?Türkiye´nin en önemli sorunu nedir?? sorusuna verilen cevapların ezici çoğunluğu ekonomi ile ilgili. Halkın %70-80´i ekonominin gidişinden yana şu veya bu oranda endişe duyuyor. Dolayısıyla ekonomide iktidar açısından nahoş bir tablo var.

Ekonomideki bu bozulmanın seçimin kaderine ne kadar hükmedeceği tartışılır. Çünkü bazı araştırmacılar, her ne kadar ekonominin iyi gitmediğine dair halkta geniş bir mutabakat olsa da bunun hâlihazırda ittifaklar arası oy geçişini mümkün kılacak bir raddeye gelmediğini belirtiyorlar. Bununla birlikte ekonominin içinde bulunduğu hal, iktidar cenahını iki taraftan zorluyor:

Bir taraftan beka temelli söyleminin tesirini hatırı sayılır bir miktarda düşürüyor. Nitekim aynı kamuoyu araştırmalarında güvenlik ve teröre ilişkin kaygılar alt sıralarda yer alıyor. Yani halk, bekayı tehdit altında görmüyor. Bekaya aşırı yüklenilmesi ekonomideki sıkıntıların üzerini örtmüyor. Diğer taraftan, ekonomiden duyulan memnuniyetsizlik mevcut durumda halen blok değiştirme şeklinde tezahür etmese de blok içinde çözülmeye neden oluyor. Blokta bütünlük zedeleniyor, blokun bütün unsurlarını aynı heves ve şevkle mobilize etme imkanı kalmıyor.

HAMASETİN DİBİNE VURMAK

Beka stratejisinde ikinci olarak, doz aşımına gidilmesinin üzerinde durulmalıdır. Doz aşımı kendini üç noktada gösteriyor: Birincisi, inandırıcılığın yitirilmesidir. Cumhur İttifakı, 31 Mart´ta sırtını negatif bir kampanyaya yaslıyor. Kendisinin iyiliğinden bahsetmektense, rakibinin kötülüğü üzerinden prim toplamaya çalışıyor. Millet İttifakı´nın ne kadar kötü ve tehlikeli olduğuna halkı ikna etmek için de akla hayale sığmaz iddialara başvuruyor.

Mesela Cumhur İttifakı´nın Ankara adayı, muhalefetin Ankara´da seçimi kazanması halinde PKK ve DHKP-C gibi terör örgütlerinin belediyeye hakim olacağı ve su tahsilatını militanların yapacağı mealinde sözler sarf ediyor. İçişleri Bakanı, iktidarın 31 Mart´ta zaafa uğraması hâlinde, 5-6 yaşındaki çocukların eline silah verilip valilik ve kaymakamların alt-üst edileceğini söylüyor. AK Parti´nin Genel Başkan Yardımcısı, PKK´lıların telsizlerden MHP ve AK Parti´nin kaybetmesi için CHP, HDP, İYİ Parti ve Saadet Partisi´nin ittifak kurmaları gerektiğine dair anonslar geçtiğini belirtiyor vs. 

Halkın yarısına tekabül eden bütün bir muhalefeti terör örgütlerinin güdümünde göstermek, insanların zekâlarıyla dalga geçmekle eş anlamlı. Toplumun yarısını terörizmle irtibatlandıracak derecede aşırı terör kullanımı ve hamasetin dibine vurulması hem terör suçlamasının hem de beka sorununun inandırıcılığının altını oyuyor.

HAİN MARKETÇİ

İkincisi, beka tehdidinin öznesi olarak çok fazla kesimin damgalanmasıdır. İktidar, ortaya çıkan herhangi bir olumsuzluğa ilişkin kendi açıklamalarına itibar etmeyenleri ve muhalif bir söz söyleyenleri anında hainlikle itham ediyor. Misal, çarşı-pazarda fiyatlar artığında, döviz kuru dalgalandığında veya faiz oranları yükseldiğinde bunda kendi iktisat politikalarının rolünü zerre kadar tartışmıyor. Her daim doğru yaptığını düşündüğünden, ?Veriler dün böyle değildi, bugün neden böyle? Acaba burada bir yanlışlık mı yaptık?? sorularını kendisine hiç sormuyor. Meselelere serinkanlı bakıp sorumluğunu asla masaya yatırmıyor. Suçu hep başkalarında buluyor ve faturayı hep başkalarına kesiyor.

Ezcümle iktidar kendinde hiçbir noksanlık ya da hata görmezken marketçiden komisyoncuya, pazarcıdan sebze-meyve üreticisine, bankacıdan sanayiciye kadar hemen her kesimi ülkeye kumpas kurmakla itham ediyor. Karşıt cephenin bu kadar genişletilmesi, Cumhur İttifakı´na beklemediği bir maliyet çıkarabilir.

?HDP EŞİTTİR PKK?

Üçüncüsü ve bence en mühimi, Kürt seçmenlere karşı kullanılan dilde ayarın kaçmasıdır. 31 Mart öncesinde Erdoğan HDP´yi PKK ile eşitledi. Meydanlarda ?HDP eşittir PKK, PKK de eşittir YPG. Hiç bunu sağa sola saptırmanın anlamı yok. Gerçek ortada?dedi. Seçim meydanlarında her zamankinden daha sert bir dile müracaat edilir. Bir yere kadar bu normal de karşılanır. Lakin bilhassa hassas mevzularda ağızdan çıkan bir sözün nerelere varacağını hep akılda tutmak ve temkini elden bırakmamak lazım gelir.

Bu bağlamda HDP´nin PKK ile eşitlenmesi ve PKK gibi HDP´nin de terörist olduğunun söylenmesi tartışmayı çok tehlikeli bir zemine çeker. Kaçınılmaz olarak akla yanıtlanması gereken birtakım sorular gelir: HDP´ye oy veren altı milyon seçmeni ne olacaktı? Nereye konacaktır? Nasıl nitelendirilecektir? Verdikleri oydan bu seçmenlerin terörizmin arkasında durdukları sonucu mu çıkarılacaktır?  Teröre destek bir suç olduğuna göre, oy mührünü HDP´ye veren altı milyon vatandaşa suçlu muamelesi mi yapılacaktır?

Erdoğan´ın bu üslubu, HDP´ye oy verenlerin dışında kalan Kürtleri de ağır yaralıyor. Keza ?Türkiye´de Kürdistan yoktur. Kürdistan isteyenler defolup gitsinler? biçimindeki ifadeleri de Kürtlerin ağırlıklı bir bölümünde ?Kobani düştü düşecek? sözlerinden sonra oluşan hissiyata benzer bir hissiyata sebep oluyor. Özellikle İstanbul, İzmir, Mersin, Adana ve Ankara gibi yoğun Kürt nüfusunun yaşadığı büyük şehirlerde, bu hissiyatın seçim sonuçlarına etkisi büyük olması beklenebilir.

KİMİN BEKASI?

Aslında Türkiye´de iktidar mensupları da dâhil olmak üzere herkes ülkenin bir beka sorunu olmadığını çok net biliyor. Sadece Binali Yıldırım´ın bu konuyla ilintili sözleri bile, bekanın bir gerçeklikten ziyade iktidarın içinde bulunduğu müşkül durumdan çıkmak için sarıldığı bir retorik olduğunu anlamaya kâfi.

Velhasıl Türkiye´nin bir beka derdi yok ama iktidarın bir beka korkusu var. Eline geçirdiği ne varsa, önünü arkasını düşünmeden, muhalefetin kafasına fırlatması iktidarın bu korkuyu iliklerinde hissettiğinin bir nişanesi. Ancak şirazeden çıkmış seçim kampanyası bu kez ters tepebilir ve iktidarın derdini daha da derinleştirebilir.

 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz