Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Çin, Hindistan ve Batı: West meets East mi?

Süleyman Seyfi Öğün, Hint asıllı birinin İngiltere’de başbakan olması ile önümüzdeki dönemde bir Hintlinin ABD başkanlığını kazanma olasılığı ve Çin’in ekonomik açıdan daralması üzerinden bir değerlendirmede bulunuyor.

Çin, Hindistan ve Batı: West meets East mi?

ÇKP’nin son kritik toplantısında çok mühim açıklamalar yapıldı. Çin, reel mânâda dünyânın en büyük üretim gücü olarak kapanma karârı aldığını dünyâya duyurdu. Bunu mutlak olarak değerlen-dirmemek gerekir. Elbette Çin’in Asya’dan Afrika’ya, Lâtin Amerika’ya kadar yatırımları topyekûn durmuş değil. Ama sınırlandığı çok açık. Çin’in resmî siyâsetleri bundan sonra, “içeride”, Çin toplumunun kalkınma süreçlerinden etkilenen, bâzen uçurum seviyesindeki dengesizlikleri tâmir etmeye mâtuf şekillenecek. Hoş, Tek Yol Tek Kuşak açılımının kilit noktalarında ortaya çıkan huzursuzluklar, çatışma ve savaşlar da bunu tetikliyor. Neticede, 2019 Krizi, pandemi, dünyânın GSMH’sindeki azalmalar, enerji piyasalarındaki daralmalar ve tedârik zincirindeki istikrarsızlıklar üst üste geliyor. Çin bunlarla savaşmıyor. Durumu kabûl edip, içine kapanıyor.

Bu kapanmanın üç temel çıktısı var. Çin bundan sonrası için ilk olarak iç tüketimini merkeze koyuyor ve toplumsal eşitsizlikleri gidermeyi amaçlıyor. İkinci olarak ordusunu güçlendirecek adımları atacağını söylüyor. Üçüncü olarak ise teknoloji yoğunluklu yatırımlarını yoğunlaştıracağını belirtiyor.

Aslında bu manzaranın, 2008 Krizi sonrasında ortaya çıkan manzaradan kökten farklı olduğunu iddia edebiliriz. 2008 Krizi sonrasında, ekonomiler düşüşe geçmiş, çok sayıda şirket batmanın eşiğine gelmişti. Finans çevreleri onları yüzdürmek, yaşatmak için olağanüstü bir parasal genişlemeye (qe) gitmişti. Bu karârın, Batı açısından, üretimi canlandıracak ümitvar bir tarafı yoktu. Yapılan, âdeta pansuman tedâvi gibi bir şeydi. Yoğun bakım ünitesindeki ümitsiz hastaları sun’i bir bakım yapıp yaşatmak gibi bir şeydi bu. Tam bu esnâda Çin devreye girdi. Onlar da parasal bir genişlemeye gittiler. Ama bankaları eş anlı olarak kaynaklarını hem üreticilere hem de tüketicilere aktarmasını zorunlu kıldılar. Yâni, hem arz hem de tâlebi kışkırtacak bir atılım yaptılar. Çin ekonomisi tekmil dünyâdan, çok yüksek hacimlerde enerji ve hammadde talebinde bulundu. Meselâ daralan Avustralya ekonomisi mineral yakıtlar başta olmak üzere çok sayıdaki hammaddeyi Çin’e ihraç etmeye başladı. Benzer olarak Şili’nin o meşhûr bakır yataklarını Çin kapattı. Rusya’da Putin’i başarılı kılan da, Almanya ve Çin’in başını çektiği enerji kaynaklarına dönük yoğun talepti. Çin’in yaptığı bir bakıma dünyâ ekonomisinin yeniden canlandırılmasıydı. Bu sûretle daralan ekonomi küresel mânâda nefes almaya başladı. Parasal genişlemenin Batı’da bir karşılığı olmamış, üretime dönüşmemiş; istihdam genişlemesine yol açmamıştı. Ama Çin’de, tam aksine, bir şekilde karşılık bulmuştu. Ama Çin’in de bir sorunu vardı. Bir aşamadan sonra üretimi, başta konut olmak üzere, çeşitli alt yapı sektörlerine kaydı. Kaynaklar, kentsel ekonomi (urban economics) denilen müteahhitlik temelindeki sektörlere kaydı. (Türkiye de bu sıçramadan nasibini aldı Hatırlayalım, bir zamanlar, çok da doğru olarak krizin Türkiye’yi teğet geçtiğini, Çin’den sonra dünyânın ikinci büyük müteahhit ekonomisine sâhip olduğumuzu söyler dururduk). Çin, ilk kertede ekonomiyi zincirleme canlandıran bu faaliyetlerin orta vâdede verimsizlik doğurduğunu gördü. (Çin’deki satılamayan sayısız siteler, on binlerce konut üretilip kurulan, ama elde kalan ölü şehirleri hatırlayalım). Durumu gören Çin hızla sermâye ve teknoloji yoğunluklu yatırımları başlattı. Bunun hediyesi de 5G teknolojisi oldu. (Türkiye’nin geciktiği ve yapamadığı da buydu). Tayvan, Hindistan gibi Çin’in rakipleri ise doğrudan bu işlere girdi ve büyük bir avantaj yakaladı. O aralar Silikon Vâdisi’nin hızla boşaldığı haberleri gelmeye başladı. Batı, bilhassa ABD elindeki yegâne üstünlüğü kaybediyordu. İşte o zaman düğmeye basıldı. Batı doktriner bir katılaşmaya evrildi. Çin ve Rusya’yı şeytanlaştırma teşebbüsleri başlatıldı. Batı, ekonomik rekâbetin “güzellikleriyle” başaramadığını ideolojik-askerî bir “zorbalıkla” başarmayı seçti. (Ukrayna savaşı doğrudan bunun neticesidir). Bunun da Batı’ya bir hayrı olmayacağı, “Katı olan her şey buharlaşır” kânunu mûcibince kaybedecekleri âşikâr. Ama şu aralar başka bir yatırım peşinde koştuklarını hissediyorum. Açalım…

Çin, sermâye ve teknoloji yoğunluklu sektörlerde yaptığı onca atılıma rağmen emek yoğunluklu sektörlerin kamburunu sırtında taşıyor. Henüz bunlardan kurtulmuş değil. (Vietnam bile bunları kabûl etmiyor). Bu heterojen ekonomiyi ayakta tutmak adına neomerkantilist siyâsetlere yöneliyor. Bu da Çin’in geleceğini karartıyor. Hindistan öyle değil. Onun, çok kolay işlenebilecek ve küresel düzlemde karşılık bulabilecek farklı yorumlara müsâit, hâlihazırda bile çok rağbet gören renkli hikâyeleri var. Çin’in aksine Hindistan demokratik bir devlet ve toplum. Elyevm Rusya’nın arkasında duruyor. Batı’nın şu aralar derdinin, sessiz ve derinden Hindistan’ı kazanmak olduğunu düşünüyorum. (Hindistan düşerse Rusya ve Çin’in düşmesi mukadderdir). Kendisini “enterne” eden Çin’i, “ekarte” etmek büyük ölçüde bir Batı-Hindistan işbirliğine bağlı görünüyor. Bir zamanlar çok ses getiren, efsâneleşen, keman virtüözü Yehudi Menuhin ile sitar virtüözü Ravi Shankar’ın, West meets East konseri sanki bunun işâret fişeğiydi. Birleşik Krallığın Hint asıllı Başbakanı R. Sunak ile kasım sonlarında ABD Başkanı olmaya namzet olan Hint asıllı Kamala Harris’in eşleşme ihtimâli tesâdüf müdür acaba?..



Anahtar Kelimeler: Hindistan : meets ?

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz