Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Beka Sorunsalı Gölgesinde Yapılan Seçim ve İslamcı Kürtlerin Alternatif Arayışları

Sait Alioğlu´nun Özgün İrade Dergisi 2019 Nisan(180.) sayısında, yapılan 31 Mart yerel seçimlerinin değerlendirildiği, konu ile ilgili dosya içerisinde yayımlanan ?Beka Sorunsalı Gölgesinde Yapılan Seçim ve İslamcı Kürtlerin Alternatif Arayışları´ başlık

Beka Sorunsalı Gölgesinde Yapılan Seçim ve İslamcı Kürtlerin Alternatif Arayışları

Tek parti iktidarının sona ermesi ile birlikte başlayan, çok partili sürecin ta başından günümüze, ulusal iktidarlarda vuku bulan ?el değişiminin yerel yönetimlerde (belediye, yerel meclis üyeliği hatta muhtarlıklarda dahi) demokrasinin ruhuna aykırı bir şekilde cereyan ettiği bir ülke ve toplum klasiği; daha doğrusu, işin esprisini anlamama üzerine kurulu bir ?doğu klasiği´ olarak sürüp gitmektedir.

Bununla birlikte o günden bugüne, kıran kırana geçtiğine şahit olduğumuz yerel seçimlerin, hiç ama hiçbirisinde, bugün aşırı derecede vurgu yapılan bir beka meselesi, sorunsalı nedir cari değildi ve bununla birlikte, demokrasi gölgesi altında işlene gelen aculluklara rağmen ciddi bir beka meselemiz olmamıştı.
Hatta şimdi ?var olduğu´ şu ya da bu şekilde bizlere belletilmeye çalışılan beka meselesi, onun bir ucundan tutan AK Parti´nin 2002´den

2015´e kadar yapılan gerek yerel ve gerekse de ulusal seçimlerin ne arifesinde ve ne de sonrasında varit olmamıştı.
Kaldı ki 1920´lerden, 30´lardan miras kalan jakoben karakterli yönetim anlayışının, onlarca yıl sonraki versiyonu sayılması gereken ve ?örtülü darbe yılları´ olarak hafızamıza kazınan doksanların bir nevi rövanşının alınmış olduğu AK Parti´nin ilk dönemlerinde, hemen her toplumsal kesime nefes aldırdığı düşünülen ?özgürlükçü´ ortamların içerisinde, bürokratik devletin var olan yapısını ?toplum istiyor´ düşüncesiyle değiştirme mücadelesi verdiği bilinen AK Parti´nin ortaya koymaya çalıştığı bu iyi çabalarının daha da ilerletilmesi gerekirken, birden bire beka meselesine indirgenmesi gündemin esaslı meselesi haline gelmiş oldu?

Anlaşılan, bugünden sonra atılan her adımın gerek iktidar cephesi ve gerekse de çeşitli tonlarıyla muhalefet cephesi açısından beka meselesi üzerinden bir karşılığı bulunacaktı. Görünen o ki şimdilik kaydıyla bunu söylemek mümkün. Zira iktidar kanadı, bir açıdan kendini devletin esas sahibi konumunda gören bir siyasi yelpazenin kıyısına çekilmişti?

Sanal ya da gerçek, bu durumun oluşumuna neler etki etmişti diye sorarsak, buna verilecek cevapların bir kısmının, bizzat devletin kendini çeşitli gerekçelerle rektifiye ettiği gerçeğinden hareketle, kendi vatandaşları arasından kendine ?düşmanlık besliyor/ediyor´ vehmini soyuttan somuta çıkarma gayretleri ile birlikte, birbirini besleyen birçok sebepten ötürü Müslümanların iktidarı kendi kucaklarında görmelerinin bir sonucu olarak, ?dost güçlerle´ çalışma istek ve istidadının faturasını muhalefet saikiyle beka meselesine dönüştürmesi gerçeği ile karşı karşıyaydık, artık?

Yani beka meselesi yukarı, beka meselesi aşağı idi, sonuçta?

Gündemde tutulan beka meselesinin ne anlama geldiğini görebilmek için, her şeyden ziyade AK Parti iktidarının zaman içerisinde oluşan karnesine bakmak gerekirdi?

Beka meselesine etki eden unsurların mahiyeti

Bunları kabaca ikiye ayırabiliriz. İlki, AK Parti iktidarının, aslında, karşı taraf ya da tarafların(özellikle de PKK ve yasal partileri) esas amacının ne olup olmadığını merkeze almadan Kürt sorununun ?nihai´ çözümü için topyekûn Kürt halkının, tüm kurum, kuruluş ve kanaat önderlerinin bilgi, öneri ve isteklerine bakılarak, mevcut şartlardan hareketle çözümü öncelemek yerine, hiçbir yasal karşılığı olmadan PKK´yi, sözde mecliste bulunan partisi üzerinden muhatap almasından kaynaklanan yanlışlar ve bunlara bağlı olan eksiklikler?

İkinci olarak, modern paradigmalara bakıldığında, siyasi bir parti hüviyeti içerisinde olmayıp ve buna bağlı olarak, yapıp ettikleri açısından sigaya çekilmelerinin/çekilmesinin hiçbir yasal karşılığı bulunmayan ?THE CEMAAT´ ve cemaatlerle birlikte iktidarı, bir nevi ortaklaşa sürdürme düşünce ve çabasının getirmiş olduğu ?acı´ sonuçlar.

Biz bu iki durumda da kaybedecek hiçbir bir şeyleri bulunmayan cemaate (hatta cemaatlere) ve örgüte aşırı derecede önem verme, onları ciddiye alma yanlışlığından kaynaklanan bir sonuçla yüzleşmiş oluyorduk.

Yine görünürde, bunun faturası, düşünüldüğü kadarıyla devletle birlikte topluma kesiliyordu, ama işin künhüne vakıf olduğumuzda, bunun faturasının resmen ve ?cebren´ toplumun bizzat kendisine, özellikle de öteden beri ontolojik olarak elde tutmaya çalıştıkları İslami kaygılarına binaen, Müslümanlara, cemaatlere ve oluşan yanlışlardan dolayı kasten İslamcı kesime, İslamcılığa hatta bu işi tepe tepe kullanmaya çalışan birçok laik ve sol çevre tarafından İslam´ın kendisine kesilmek isteniyordu.

Böyle bir ortamın oluşması ile birlikte, AK Parti iktidarının kendine çeki düzen verme uğraşısı sonucunda, iktidar, halktan, toplumdan, cemaatlerden ve dolayısıyla Müslümanlardan oy almasına rağmen, bu olan bitenin farklı bir şekilde değerlendirilmesi sonucu elde edilen muhafazakârlık sonucunda, devletin ?bekası´ adına, bir beka sorunsalı kendiliğinden vücut bulmuş oluyordu.

Yukarıda da işaret ettiğimiz üzere beka yukarı, beka aşağı sarkaç misali bir o yana, bir bu yana gidip geliyorduk. Öyle bir hal almıştki akl-ı selim düşünüp, bunun aslının pek de böyle olmadığını, bırakın, uzaktaki birisine, tanıdığınıza, akrabanıza, kendi aile fertlerinize dahi anlatmakta zorlanıyordunuz?

Yerel bir seçim uğruna, yok yere, o da kendini milliyetçi saiklerle ?devletin sahibi ve koruyucusu´ olarak gören bir parti ile el ele, kol kola kampanya yürüterek, kuruluşunda ontolojik olarak deruhte etmeye çalışarak formüle ettiğine ?şahit´ olduğumuz ?daha az devlet, daha çok toplum, daha çok özgürlük? mantalitesine yakın bir espriyle karşımıza çıkan, kendini o şekilde kabul ettiren AK Parti´nin, zamanla giderek jakobenleştiğini, devletleştiğini gördüğümüzde, ?bir ileri, iki geri´ yapmaya mahkûm olduğumuza ne yazık ki şahit oluyorduk?

Olan biten bizim açımızdan böyle cereyan ederken, AK Parti´yi, yıllar yılı verdiği oylarla, gerek yerelde ve gerekse de ulusal iktidarda birinci sıraya çıkaran muhafazakâr oylarla birlikte, bir de kendi geleceklerini bu minvalde oluşan siyasi bir yolla kurulamayacağını öngören, ama daha sonra, ona çeşitli saiklerle oy veren birçok İslamcı ferdin ve grubun büyük bölümünün, ya ?bal tutan parmağını yalar´ kabilinden çıkarını- koruyup kollaması ya da tamamen muhafazakârlaşma yoluyla ?telkin altında kalarak´ beka meselesine takılması sonucu bir açmaz içerisine girildiği söylenebilirdi.

Bundan önce, katıldığı tüm yerel seçimleri, rakiplerine bir hayli fark atarak, açık ara ile kazanan AK Parti´nin, 31 Mart 2019 yerel seçimlerini, bıçak sırtı kabilinden zar zor kazanmasına bakıldığında, partinin gerek yerelde ve gerekse de merkezde, -çoğundan
Erdoğan´ın haberinin olmadığını varsayalım- oluşan yanlışların, bu partiyi, hiçbir çıkar gözetmeden, onun salt İslamcı kaygılarla önde olmasını isteyen ve arzulayan İslamcı grupların ve fertlerin, beka meselesi üzerinden milliyetçi bir çerçeveye oturtulmak istenmesi sonucunda küskünleştiği çok rahatlıkla söylenebilirdi. Ki bunu görmemek, idrak etmemek pek mümkün değildi?

İslamcı Kürtlerin çember dışına itilmeleri

Ama bununla birlikte, İslamcı çevreden gelen birçok ferdin ve grubun milliyetçi bir parti ile ittifak etmeleri, onunla birlikte seçimlere girmeleri ve bazı sorunları örttüğünü düşündüğümüz beka meselesine takılıp kalmaları, her şeyden önce, İslami duyarlıkla ülke Müslümanları ile kader birliği içerisinde kalmaya azami gayret gösteren; bununla birlikte, süreç içerisinde kendi kimliklerine yönelik oluşan olumsuz havaya bakarak, başka alternatifler içerisine giren İslamcı Kürtlerin çember dışına çıkmaları da, hem onlar açısından, hem bizim açımızdan ve hem de kuruluş esprisinde özgürlükçü mottolar bulunan AK Parti açısından hiç de hayra alamet değildi?
Burada yeri gelmişken şöyle bir soru soralım; var olan bu durum daha ne kadar sürebilir, sürebilirdi? Daha açıkçası, böyle bir hava rasyonel açılardan sürdürülebilir miydi?

Yukarıda belirtmeye çalıştığımız üzere rasyonel açılardan pek de müsait cevaplar veremeyebilirdik. Ki eğer birilerinin verilebilecek cevapları varsa o başka!

Kürtler açısından siyaseten alternatif arayışlara yönelmek

Kürt milleti, yüzlerce, hatta binlerce yıldır bu toprakların sahibi idiler. Bu topraklar üzerinde, kendi varlıklarını sürdürerek yirminci yüzyıla kadar gelmişlerdi. Bu millet, daha sonra, çerçevesi ve anlamı değişen devlet tarafından tamamen yok sayılmak istendi. Bununla birlikte, Kürt milleti, tarihte türüne az rastlanacak bir şekilde çeşitli formlar içerisinde, çoğu da kültürel direniş örneği sergileyerek ayakta kalmayı başarabilmiş ve bu toprakların diğer unsurlarıyla ?Kemalist rejim istemese de- birlikte yaşama iradesini ortaya koyarak varlığını bir nevi ?yeniden´ tescil ettirmiş oluyordu.

Bu durum, zaman içerisinde yumuşama halleri göstererek Özal döneminde ve doksanlardan sonra da AK Parti sürecinde kendine yeni bir mecra bulmuştu. Bu mecra ne tamamen yok sayılma ve ne de Kürt ulusalcılarının ortaya koymaya çalıştıkları ?yıkıcı´ çabalara rağmen ?ayrıştırıcı ve bölücü? temele dayanmayan bir minvale ermişti.
Deklare ettiği manifestosundan dolayı, sistem karşısında alabildiğine mahrum bırakılmış bulunan çeşitli toplumsal çevre gibi yüzü AK Parti´ye dönük bulunan Müslüman Kürt toplumunun da tek adresinin zaman içerisinde yapılagelen yanlışlara ek olarak, özgürlükçülüğünü salt bir devletçiliğe tahvil eden ve aynı zamanda MHP gibi ?katı´ karakterli Türk milliyetçisi bir parti ile el ele, kol kola, sırt sırta ve omuz omuza olması, HDP çizgisinde ?sabit´ bulunanlarla birlikte, İslamcı Kürtlerinde önemli bir kısmını kendinden küstürmüştü,

Gerçi, bu yapılıp edilenleri gördüğü halde, halen yüzü AK Parti´ye dönük İslamcı Kürt şahıs, grup ve çevrelerin bulunması, var olan sorunu yok saydırmaya yetmiyordu. Buna bağlı olarak bu çerçevede bulunan Kürtlerin büyük bölümünün ?haklı olarak- kendilerinden görmedikleri PKK faktörünü saymamız rasyonel açıdan görmemiz de gerekiyordu.

Böylesine acı bir tecrübeyi hiç mi hiç yaşamamış bulunan insanların ?özellikle de bu ülke için denilirse Türklerin- ne İsa´ya ve ne de Musa´ya yaranmaları ya da yaranamayıp kenara çekilmeleri, işin periferisinde bulunmamaları söz konusu olmayacaktı. Ama işin merkezinde Kürtler gibi, bu toprakların kadim, ama bununla birlikte varlığı yok sayılmak istenmiş, politikalar çoğu kez onun varlığından hareketle ortaya konmuş bir halk vardı ise eğer, her açıdan olduğu gibi siyaset açısından da bir alternatif içerisinde bulunmaları da o derece makuldü.

Kürtlerin daha Mustafa Kemal´in sağlığında, cumhuriyetin kuruluş döneminde, Türklerle birlikte anayasal çerçevede varlıklarının kabulüne yönelik verilen sözlerin, ulusalcılık temeline irca edilen Türk devletinin bekası(!) adına yok sayılması ile başlayan, İnönü döneminde belirginleşen durumun az da olsa Menderes döneminde kesintiye uğratılması vaki olmuştu.

Kürtler o süreçte, tabiri caizse bir parça da olsa nefeslenmişlerdi. Gerçi akabinde, Kemalizm´in başlattığı sert modernleşme (modernizasyon) politikaları sonucu, o halkın varlığının bir açıdan teminatı olarak görülen birçok kanaat önderinin (molla, âlim, şeyh, ağa, aydın, entelektüel vb.) çeşitli suçlar ihdas edilerek oluşturulan Sivas kampına (1952) sürülmeleri, bu iktidarında, Kürt sorunun çözümünde var olan rejimin ortaya koyduğu uygulamaları aşamayacağını göstermesi açısından bir hayli önemliydi.

Sağ cenahta, çoğu da palyatif tedbirler kabilinden ortaya konan kısa, anlamsız ve sönük çabaların yanında, sol cenahı temsilen TİP´ in Kürt sorununun da çözümüne yönelik olarak Kürt oylarını alarak meclise girmesi (1965) ile başlayan sol çizgide seyreden Kürt siyaseti, PKK faktörü üzerinden (1989) HEP ile başlayan ve halen HDP ile devam eden yolculuğu kör topal devam ediyordu. Ama bunun yanında, kuruluş esprisinde belirginlik kazanan özgürlükçü fenomenlere bakıldığında AK Parti´nin başlı başına bir Kürt partisi olduğu savı, şimdi gelinen noktada geçerliğini yitirmeye başlamış bulunmaktadır.

Geniş bir yelpazede bulunma esprisi ile bilinen AK Parti´nin, bizzat Erdoğan´ın, daha Başbakan iken başlattığı, ama karşı tarafın
istismar ettiği çözüm sürecinde canla başla çalışılması, işin derlenip toparlanması sonucunda bir netice alınacaktı. Ama bu durum, işin içerisine belki de -ya da hiç- dâhil edilmemesi gereken Kandil´in kendi bağlı bulunduğu bölgesel ve küresel oyun kurucu aktörlerin müdahalesiyle ?bir daha gündeme gelmemek şartıyla´ rafa kaldırılıyordu.

Bu ?olumsuz´ sürecin daha sonra Başbakan olan Ahmet Davutoğlu üzerinden MHP´nin ve birçok milliyetçi çevrenin hamasi temelli, ama devletçi refleksle cilalanan sığ, olayı, olguyu görmeme üzerine kurulu düşüncelerle değil rafa kaldırılması, tamamen çürümesi, yok olması için toprağa gömülüyordu. Ki bu kuşatıcı bir devlet refleksi değil, düpedüz operasyonel bir durumdu. Onu takip eden süreçte, başta Ahmet Davutoğlu olmak üzere, meclis eski başkanı Bülent Arınç ve eski Adalet bakanı Bekir Bozdağ ki o da salt Kürt olduğunu söylediğinden dolayı şimdilerde cumhur ittifakının ortağı olan MHP Genel Başkanı sıfatıyla Devlet Bahçeli´nin hışmına uğruyordu. Ama ne gariptir ki, Davutoğlu ve Bozdağ, kendi partileri tarafından, bir nevi gözden çıkarılmışlardı?

Bu durumu görüp müşahede eden, toplumun tümünü ilgilendiren total sorunlarla birlikte Kürt sorununun da çözüm işinin adresini AK Parti olarak belirlemiş bulunan İslamcı Kürtlerin önemli bir kısmının, bundan önce de yapılan yanlışlarla birlikte, iki, üç şahıs üzerinden hareketle Kürt halkına reva görülmek istenen sakil durumlara bakarak, onların alternatif arayışında bulunmalarına sebep olunmuştu. Bununda çoğu yerde kıyasıya eleştiri konusu yapıldığı söz konusu oluyordu. Tamam, yanlışlar eleştirilmeli idi, ama ya yanlışlar kendilerinde de var ise, buna ne diyeceklerdi?

Buna bağlı olarak şunu söyleyelim; kendi siyasetlerini kendilerine uygun gördükleri ideolojik kimliğe uygun bir şekilde uygulamak istemeleri ne kadar meşru ve makul ise, ötelenen Kürtlerin de kendi kimliklerini-yanlışı ve doğrusu bir tarafa- ideolojik temele dayandırması da tehlikeli ve yanlış görülmemeliydi. Ki bu durum milliyetçi kesimlerle birlikte, daha önceki süreçlerde o milliyetçi kesime yönelik ?milliyetçi, ırkçı ve düpedüz kafatasçı? yaftası ile yaklaşan muhafazakâr Müslümanların da bu sakil durumları, meseleyi anlamak açısından kayda değerdi?

Kürdistani oluşumlarla elde edilmek istenen maksat

Doksanlı yıllarda bir kısmı şu ya da bu ölçüde PKK ile bir mücadele içerisine girmiş bulunan İslamcı Kürt grupların cemaatlerin, zamanla bir değişim geçirerek dönüşüme uğradıkları bilinmekteydi. Bunlardan bir kısmı, kendi tabanına yaslanarak partileşme yolunu seçerken, bir kısmı ise, süratle Türkiyeli kimliğini üzerinden atıp PKK´nin izni ile onun gölgesi altında, artık salt İslami, İslamcı bir çaba yerine, birçoğunda gözlemlendiği üzere İslam´ın, İslami değerlerin birer sos kabilinden işin içerisinde bulundurulduğu Kürt milliyetçisi hareketler göze çarpıyordu.

Kürdistani üst kimliği ile PKK´nin merkezde bulunduğu Kürt ulusalcılığına dayanan formel yapıya uygun insanlar ve durumlarla birlikte, bu yapıya sözde manevi bir değer katması için kullanılan İslami değerlerin bizzat milliyetçiliğe evrilen İslamcı yapı ve fertlerin eliyle kullanıma hazır hale getirilmesi meselesi, aslında, kendi açılarından ahiret boyutunda bir imtihan konusu olduğu kadar, bu sakil ve acı durumun, o anlayışın oluşumunda olumsuz katkısı bulunan bu taraf muhafazakârlarında ahiret boyutunda birer imtihanı sayılabilirdi.

Ama karşılıklı olarak görülebildiği kadarıyla, işin içerisinde maddi ve indi mülahazalar yok ise eğer, tüm çevreler için bu haller, olsa olsa birer demokratik teamül ve kimlik meselesi idi. Ama karşılıklı olarak unutulan bir nokta vardı, o da kim kendi tercihini ?bile isteye´ batıldan ve seküler Batıcı donelerden yana belirlemiş ise onlara söylenecek bir sözümüz olamazdı. Bunun yanında İslam´ı esas ve değişmez asli kimlik olarak gören ve onun dışında (mezhebi, kavmi, siyasi vb.) kalan kimlikleri Müslümanın anlam arayışına uygun bir şekilde kullanma şartıyla geçici olarak addetmesi gerekirdi.

Sonuç olarak, AK Parti´nin zaman içerisinde kendi dikte ettiği özgürlükçü söyleminin aksine konjonktüre ve sisteme bakarak Kürt sorunun çözümünü ertelemesi/ötelemesi üzerinden, onu alternatif olmaktan çıkaran İslamcı Kürt yapıların ve fertlerin, alternatif arayışları ne kadar sağlıklı durmadı ise, AK Parti´nin de şimdiki durumu o kadar sağlıklı durmuyordu. Yine Allah bilirdi, ama mevcut siyasi yapının değişim olasılığı, yeni yeni siyasi partilerin kurulmaları, onları siyasi dengeyi değiştirmeleri de söz konusu olabilirdi. Hayırlısı inşallah?

 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz