Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Batı bir zamanlar Arap demokrasisinin büyük umudu denen bir adamın ölümü karşısında sessiz

Robert Fisk analiz etti.

Batı bir zamanlar Arap demokrasisinin büyük umudu denen bir adamın ölümü karşısında sessiz

Vay canına, Muhammed Mursi´nin bir kafes içinde korkunç şekilde ölmesine nasıl da cesurca karşılık verdik ama! Mısır´ın seçilmiş tek cumhurbaşkanının bu hafta Kahire´deki mahkeme salonunda ölümüne dair yağmur gibi dökülen ve içinde pişmanlık ve matem, tiksinti ve nefret ve de kulak zarını patlatan kınamaların geçtiği tüm kelimeleri tekrarlamak bir parça bezdirici olabilir. Downing Street´ten Beyaz Saray´a, Almanya Şansölyeliği´nden Elysee´ye -ve tabi Berlayment´i unutmayalım- devlet adamlarımız ve devlet kadınlarımız bizi gururlandırdı. Doğruyu söylemek gerekirse, Mursi´nin ölümünde vicdan azabı üzerine kafa yoracak ve bu ölümü protesto edecek olsalar inanın bıkkınlık verirdi.

Kesinlikle namevcut bir şey yüzünden: Koca bir hiç; ses yok, homurdanma yok, kuş şakıması yok -ya da bu mevzuda çatlak bir başkanın Twitter´ı da yok- hatta en sıradan, rastgele seçilmiş bir pişmanlık kelimesi bile yok. Bizi temsil ettiklerini ileri sürenlerin dilleri tutulmuş, suskun, Mursi´nin mahkeme salonunda konduğu kafes kadar ses geçirmez ve şimdi de onun Kahire´deki mezarı kadar sessiz haldeler.

Sanki Mursi hiç yaşamamış ve can düşmanı ve gardiyanı Abdulfettah Sisi´nin aşağı yukarı tarih kitaplarında anlatılmasını istediği şekliyle Mursi´nin iktidarda kaldığı birkaç ay hiç var olmamış gibi.

Dolayısıyla tiranlık konusunda her zaman tek bir ağızdan konuşan parlamenter demokrasimizi bir kez daha mükafatlandırma zamanı. İhtiyar Birleşmiş Milletler (BM) eşeğini, birkaç meşhur özgürlük tabyasını -Türkiye, Malezya, Katar, Hamas, sürgündeki Müslüman Kardeşler´i ve tüm olağan şüphelileri- saymazsak, Mursi´nin hatırası ve son anları sanki hiç yaşanmamış. Crispin Blunt, İngiltere´nin vicdanını diri tutmak için tek başına çabaladı. Yürekli küçük Tunus da. İşe yarasaydı daha iyi olurdu.

Evet, Müslüman Kardeşler´in ilk başta tercih ettiği kişinin adaylığının teknik bir detaydan dolayı yasaklanmasıyla Mursi´nin cumhurbaşkanlığı için ikinci seçenek olduğu bir gerçek ve Mursi´nin yaklaşık bir yıllık iktidarının ikinci sınıf, sönük, hayal kırıklığına uğratıcı, ara sıra şiddetli ve kendi küçük diktatörce hırsıyla ürpermiş olduğunu söylemek de yalan olmaz. Müslüman Kardeşler´deki ahbaplarına telefon açıp tavsiye alarak kabine toplantılarında şov yapmak, kesinlikle bir hükümeti eşitler arasında birincilik (primus inter pares) esasına göre yönetmek değildir.

Ne var ki o kötü bir adam değildi. Bir terörist değildi ve -elbette, Beyaz Saray´daki başka bir büyük adam tarafından ?büyük adam? addedilen- halefinin yaptığı gibi 60 bin siyasi mahkumu içeri tıkmamıştı.

Mursi´nin, kendisini ortadan kaldıran darbeden sonra ne kadar farklı bir muameleye maruz kaldığını bir kenara not etmek yol gösterici olacaktır: Hücrede canına okundu, kendi ailesiyle konuşmasına izin verilmedi, tıbbi yardımdan mahrum bırakıldı. Bu durumu selefi Hüsnü Mübarek´in tahtından indirildikten sonra yaşadığı konforla bir karşılaştıralım: Hastanede sürekli tedavi gördü, aile ziyaretlerine izin verildi, kamuoyuna yönelik sempatik söylemlerde bulundu, hatta basına bir röportaj bile verdi. Mursi´nin kendi konumundan bahsederken Mısır´ın hala mevcut cumhurbaşkanı olduğunu savunduğu son sözleri, ses geçirmez kafesin içinde mekanik bir şekilde boğuldu gitti. 

Kaynak: independentturkish.com



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz