Günlerdir yazmak istediğim konuyu özellikle 8 Mart gündemi ile bir türlü kaleme alamadım. Elime attığım anda gündem döndü uzaklaştı. Bu konuyu aslında çok uzun süredir yazılarımda gündeme alıyorum.
Türkiye´de seçim sonuçları ve oy dağılımına bakan bir kişinin çözemediği konuda Erdoğan 24 Haziran seçimleri sonrasında balkona çıkıp konuştuğunda, aynen şu sözleri söylemişti :
?Siyaset bilimciler bu seçim sonuçlarını analiz etsin, bizim zaferimizin sebeplerini bulsun.?
Bu iddialı söylemin arka planını 31 Mart seçimleri öncesinde doldurdu aslında. Bu zamana kadar dillendirilmediği kadar çok dillendirildi bazı konular.
İstanbul´un AKP´nin esamisi okunmayan ilçelerindeki seçmenleri suçlamakla başlayan söylemler, daha sonra genişledi, zillet mertebesine indirgenen bir karşı blok söylemi kah dışlanarak, kah terörist diye yaftalanarak sürdü.
Yetmedi, trollük mertebesini kendine layık gören yaşını başını almışların yarattığı söylemleri icraata tahvil edip kadın yürüyüşüne katılanlar da bu karşı cepheye dahil oldu.
AKP kendine muhalif olan herkesin bila istisna en hafifinden abesle iştigal ettiğine inanmamızı, inanılmasını bekledi.
Şurası bir gerçek ki, bu tavrın AKP´ye oy vermemiş seçmen üzerinde en ufak bir etki yapmasına ihtimal bulunmuyor. AKP kendine oy vermeyecek seçmenden oy devşiremeyecekse bu kadar sözün sebebi ne?
AKP oyu kimden alıyor, AKP´ye oyu kim veriyor? Buket Aydın, Kemal Kılıçdaroğlu ?İstanbul´u kazanacağız? dediğinde sinir gazı yutmuş gibi gülmeyi, Ahmet Hakan eleştirir gibi göründüğü AKP´nin zaten seçimleri kazanacağına olan inancı ile tamamı bir numaralı taraf olan insanlarla adı ?Tarafsız Bölge? olan programları nasıl oluyor da yapıyor?
Bu sorulara aradığım yanıtı geçtiğimiz gün Sn. Ahmet Türk´e daha sonra bizatihi sorma fırsatı da bulduğum ?apolitik seçmen? kavramında buldum.
Ahmet Türk bu kavramı Süleyman Soylu´ya istinaden söylemişti ilk defa. Süleyman Soylu´nun, Ahmet Türk´ü 17 yaşında bir PKK militanının sigarasını yakacak kadar zavallı gösterdiği ithamına dair yorumu ?Bunlar Apolitik Seçmeni Etkileme Amaçlıdır? olmuştu.
Bu aralar çokça yapılan aHaber esprisinde olduğu gibi başa gelen ?a? yokluk ifadesidir. Dolayısıyla apolitik politik olmayan demektir. Apolitik olabilirsiniz ama seçmen olmazsınız ya da tam tersi seçmensinizdir ama apolitik olma şansınız yoktur.
Birbirini dışlayan kavramlardır bunlar.
Yine de Türk siyasetine yıllarını vermiş Ahmet Türk´ün basitçe ifade ettiği bu kavram aslında Türk siyasetinin AKP´li yıllarının özeti gibidir.
Türkiye´de kadının çalışma hayatına katılım oranı %25 ve ev kadınlarının AKP´ye oy verme oranı %60 ise amaç ?apolitik seçmeni? ya da diğer ifade ile ?evdeki seçmeni? yani aslında ev kadınının sayısını korumak olmalıdır.
Yaşlanan nüfusun kayıtdışı ekonominin sağladığı imkanlarla 65 yaş üzerini daha çok gören kesimini yaşlılık aylığı ile kendinize bağladığınızda aslında yine ?evdeki seçmen? üzerine çalışmış olursunuz.
Çiftçiyi katma değerli üretim yerine arazi büyüklüğüne bağlı gelir desteği ile sübvanse ederseniz üretenle üretmeyen arasındaki ayrımı ortadan kaldırır. 1 dönüm buğdayı olanı da 1 dönüm zeytini olanı da aynı kefede tartarsınız. Bu da size katma değersiz üretim ile evdeki seçmeni bu defa köylü sıfatında size gösterir.
AKP´nin ?apolitik seçmeni? yanında tutmak için gösterdiği gayreti ister Süleyman Soylu olsun, ister Mevlüt Çavuşoğlu olsun, ister Ömer Çelik olsun teşhis etmemek giderek imkansız hale geliyor.
Türkiye gelir eşitsizliğinde sahip olduğu dünya şampiyonluğunu AKP döneminde hiç bırakmadı.
Sosyal yardımları artırarak yoksullukla mücadele ettiğine inanmamızı bekledi.
Dinsel siyasetin sınırlarını zorlayan son ezan çıkışında politikliğinden şüphe duyulmayacak isimlerin dahi itirazına rağmen Ömer Çelik´in arkasında durduğu söylemin gerekçesi tam da bu oldu.
Erdoğan siyaset bilimcilere seçimleri nasıl kazandığı bilmecesini çözmeleri için meydan okurken, aslında en çok dünya literatüründe yeri olmayan bu apolitik ama seçmen olan kesime güveniyordu.
Türkiye´de gerçek bir siyaset ancak seçmenin tamamının evden çıkması, hayata katılması ile mümkün olacak.
İnsan eşref-i mahlukat ve aynı zamanda homo economicustur.
İlk insandan bugüne ekonomik mücadelenin içinde olmuş insana yapılacak en büyük kötülük onu üretimden koparmaktır.
Üretim dışı ve devletin kanatları altında sessiz çoğunluk olmanın övgüye değer bir yanı yoktur.
İktisadın duvara tosladığı günlerde sorgulanması gereken konuların en başında bu tercihler gelmelidir.