Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Adelina Sfishta; Türkiye NATO’dan ayrılmalı mı?

Yeni Şafak gazetesinden İbrahim Karagül imzalı yazıyı okuyunca NATO ve Türkiye ilişkilerine yeniden bakmak istedim.

Adelina Sfishta; Türkiye NATO’dan ayrılmalı mı?

Yeni Şafak gazetesinden İbrahim Karagül imzalı yazıyı okuyunca NATO ve Türkiye ilişkilerine yeniden bakmak istedim.

Ne yazmış İbrahim Karagül? “NATO Türkiye’ye müdahale edecek”.

NATO liderler zirvesi münasebetiyle de Erdoğan; “NATO PYD’yi terör örgütü olarak kabul etmelidir, aksi halde biz de Türkiye olarak, NATO’nun Baltık planına evet demeyiz” diye oldukça keskin bir beyanat verdi. NATO-Türkiye ilişkilerinin gergin olduğu anlaşılıyor.

Gerçekten Türkiye böyle mi düşünüyor? Zannetmem. 

NATO Türkiye’ye saldıracak mı? Saçma. Yüzyılın “zırvası”, ya da Karagül’ün “değersiz” yağcılığı.

Zaten zirve de bitti ve NATO YPG’yi terör örgütü olarak tanımlamadı.

Belki karşılığı alındı diye düşünmeye başlamıştım ki, NATO genel sekreteri imdada yetişti ve “NATO’nun Baltık Planı’na bütün ülkeler onay verdi” deyiverdi.

Anlayacağınız, Türkiye Baltık Planını, karşılığını alamadan, yani YPG’yi NATO’nun terör örgütü kapsamına aldıramadan, onaylamış. 

Gerçi NATO sonuç bildirgesindeki “Terör ve her türlü türleri ve tezahürleri ile mücadele” ifadesinin, IŞİD dışı terörist organizasyonlarına işaret edilmiş “dolaylı” bir ifade olduğu düşünülse bile, NATO genel sekreteri, gazetecinin sorusu üzerine, bu konuya açıklık getirdi ve “ NATO’nun YPG’yi nasıl tanımlayacağı masaya gelmedi” dedi.

Hayda. Nasıl bir iş bu? Niye Türkiye gündeme getirmemiş ki? Diye hayıflanmayın. Getirmemiş işte. Hiçbir NATO ülkesi YPG’yi terörist organizasyon olarak görmüyor. YPG’nin Türkiye’ye dönük terör faaliyeti de olmamış. Türkiye’nin kaygısı, güneyinde bir Kürt devleti kurulması.

NATO genel sekreteri bunlarla da yetinmedi. “S-400’lerin NATO sistemleri ile uyumlaştırılması mümkün değil” diyerek, hepsinin üzerine tüyü dikti. Böylece NATO, S-400’ler konusunun da Türkiye’nin isteğine göre olmayacağını, araya sokuşturuverdi.

Bütün bu olanlar, Türkiye’nin “alamadığını ama verdiğini” gösteriyor.

Türkiye böyle “küçük” bir oyuna neden girdi, şaşırıyorum.

Türkiye gibi, “küresel oyun kurma gücü olmayan ülkelerin”; “güçlü küresel enstrümanları etkin bir şekilde kullanması ve küresel oyun içinde kendi oyununu oynayabilmesi konsepti”, daha kolay netice elde edilebilir bir yöntem. 

Yani NATO’yu bloke etme oyunları yerine, NATO’yu kendine hizmet ettirmenin yolunu bulma.

Ancak Türkiye bu yöntemi uygulamak istemiyor. Üzülerek belirtmeliyim ki; “kendisinde olmayan gücü” var kabul ediyor ve bu olmayan güç üzerine “hayali hedefler” yüklüyor. Elbette netice alması mümkün olmadığı gibi, gereği olmayan bir sürü enerji ve maddi kaynağını bu neticesiz mücadeleler için heba ediyor ve de başka bir siyaset uygulasa elde edebileceği faydaları da elde edememiş oluyor. Yani çok taraflı kayıp.

Üstüne bir de uluslararası arenada “uyumsuz ortak” olarak saygınlığını ve prestijini kaybediyor.

Elbette bazıları da bu siyaseti “dik duruş, ayar vermek, ezmek geçmek, oyun kurmak vb.” olarak tanımlayabilir. Kim istemez ki, oyun kurucu olmayı. Ama hayaller başka, gerçekler başka. Şöyle geriye, son on yıla bakarak kayıpları düşünürsek, bu anlayışın ne kadar hatalı bir yaklaşım olduğunu görürüz.

Gelelim şu NATO meselesine.

NATO biliyorsunuz, 2‘inci Dünya savaşı sonrası Rusya’nın Avrupa’ya doğru yayılması ve Doğu Almanya dahil, Doğu Avrupa ülkelerini “işgal” etmesi üzerine, 1949 yılında kuruldu.

NATO’nun esas kurucu gücü Amerika idi. 

Halen NATO’yu ayakta tutan Amerikan ekonomik gücü ve onun caydırıcı küresel askeri gücü. Amerika olmadan “küresel ölçekte caydırıcı olabilecek” başka bir askeri güç oluşturulması bu gün için imkansız. 

NATO’nun; Amerika-Almanya-Fransa-İngiltere-Türkiye gibi güçlü orduların katıldığı, 29 üyesi var. 2019 bütçesi yaklaşık 1,6 milyar Euro. Bunun 600 milyon kadarı Amerika ve Almanya tarafından karşılanıyor. Bu bütçe; NATO askeri operasyonlarına (Afganistan-Kosova gibi), NATO komuta ve askeri alt yapılarına ve işletim maliyetine harcanıyor. Askeri birlikleri üye ülkeler tahsis ediyor.

Bir önceki yazımda “Putin’in NATO’sundan” bahsetmiştim, 3-5 ülkeden oluşan, hedefi Asya’da sınırlı bir alan olan, sınırlı bir güç olduğunu yazmıştım. Çin öncelikle kendi ordusunu büyütüyor ve kendi hinterlandındaki birkaç ülke ile küçük bir güç temerküzüne gayret ediyor.

Anlayacağınız NATO gibi uluslararası askeri bir güç oluşturmak kolay bir şey değil.

NATO, Sovyet tehdidine karşı kurulduğu yıllardan bu yana oldukça önemli değişimler geçirdi ve küresel tehdit algılamaları da değişti elbette. Sovyetlerle savaşmak üzere kurulmuştu NATO.

1991 sonrası dağılan Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı, NATO’nun tehdit algılamasını da değiştirdi. Terör, radikal dini akımlar, uyuşturucu, göçler NATO planlarının tehdit bölümünde yer aldı. “Radikal dini akımlar” kavramı, ilk NATO metinlerinde “radikal İslami akımlar” olarak kayıtlara geçilmişti ve aslında batının tehdit değerlendirmesinde, İslami radikalizmin tehdit olacağı projeksiyonu vardı ve bu günlerde bu ortaya da çıktı. Batı düşünce matematiği, batı emperyalizminin sömürdüğü alanlardan biri olan Müslüman ülkelerinde “Arap milliyetçiliğinin”, karşısına “İslami bir tehdit” olarak çıkacağını, daha 1991’de tespit etmişti.

Yani anlayacağınız, El Kaide, IŞİD gibi “tehditleri” NATO daha 1991 Mart’ında planlarına “tehdit” olarak koymuştu.

Bu dönemde Sovyetlerin dağılmış olması nedeniyle, NATO’ya ihtiyaç yok tartışmaları da sık sık gündeme geldi. NATO bir miktar önemsizleşmedi de değil. Ancak Bosna ve Kosova savaşı NATO’ya yeniden prestij kattı.

Bu dönemi “düşük profil bir NATO dönemi” olarak düşünebiliriz. Bu dönemde NATO ileriye dönük çok önemli çalışmalar yaptı. Doğu Avrupa ve Balkanlara doğru büyük adımlar attı ve Rusya ile arasındaki coğrafyada müttefikler edindi ve önemli avantajlar elde etti.

Aradan geçen 30 yıl sonra Dünya hayli değişti. Tehdit analizleri ve ülke menfaatleri farklılaştı. NATO’nun birçok anlamda revizyonu gerekebilir. Bu konuda Erdoğan’ın işaret ettiği “değişim ihtiyacı” doğru. Ancak bunun ne olacağı konusu ciddi çalışmalar ve küresel analizler sonrası belirlenmeli. NATO ülkeleri bunu henüz yapmış değil. İyi bir çalışma gerek.

Biliyorsunuz 2014 yılında Rusya Kırım’ı işgal etti. NATO yönetimi Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesinin sonrası, Rus tehdidini yeniden ön sıraya çekti ve işte Erdoğan’ın “imzalamayız” dediği Baltık-Polonya planı, bu tehdidin karşılanmasına dönük bir NATO askeri planı.

Rusya, Kırım’ı işgali ile de yetinmedi. Ukrayna etnik Ruslarını kullanarak Ukrayna’nın doğu bölgesinde paramiliter unsurları destekledi ve Ukrayna topraklarında ayrılıkçı bir yönetim oluşturdu. Balkanlarda Karadağ ve Makedonya’da iki hükümet darbesine teşebbüs etti. Üstelik Rus ve Sırp paramiliter unsurları kullanarak. 

Bosna ve Kosova savaşlarını kaybeden Ruslar, buraların istikrarsızlaştırılması gayretlerini halen yoğun olarak sürdürmekte. Sırplar uluslararası bir zafiyet görseler, yeniden Müslümanların üzerine çullanacak durumda. Rusları ve Sırpları durdurabilecek yegane güç NATO.

Suriye’de önemli roller üslendi Ruslar. Yeniden ve güçlü bir şekilde Akdeniz’e indi Rus güçleri. Akdeniz’deki Rus varlığı nereye evrilir ve ne tür riskler oluşturur bilinmez.

Çin son birkaç yıldır, ordusunu modernize ediyor. Üstün bir deniz gücü geliştiriyor. Çin savunma bütçesi Amerika’dan sonra ikinci sırada. 200 milyar dolara yaklaşıyor.

Sözün özü, her ne kadar NATO sonuç bildirgesinde 360 derece tehdit algılaması, yani tehdidin her yerden gelebileceği vurgusu yapılmış olsa da, yeniden cephelerin oluştuğu bir dünyaya doğru gidiyoruz. Tehdidin “büyük güçlerin yeniden cephelenmesi” olarak belirmesi sürpriz olmamalı.

NATO sonuç bildirgesinde benim bir husus dikkatimi çekti. 

Yükselen tehdit Çin’e dikkat çekildi bildirgede. Çin’in artan etkisini birlikte karşılama vurgulandı. Henüz bu konuda bir cephe oluşmamış olsa bile, geleceğin “cephesinin” Çin olması da kimseye sürpriz olmamalı.

Rusya ile NATO kapılarının açık tutulması da bu uzak hedefle uyumlu gözüküyor.

Uzayın “operasyonel alan” olarak ilan edildiğini de lütfen hatırlayın. Yani NATO uzayı askeri rekabet alanı olarak öngörüyor.

NATO için “dev gibi meseleler” var. Ve bu Dünyanın en büyük askeri gücü, batı alyansının askeri enstrümanı. Batı alyansı, seçtiği demokratik yönetim anlayışı, rejimi, insan hakları anlayışı, bağımsız yargı ve medya düzeni, özgürlükler, liberal ekonomi gibi değerleri ile oluşmuş bir toplum. Bu yapı, kurduğu askeri organizasyonuna elbette ki kendi sisteminin bekçiliği görevini de verecek. 

NATO bir anlamda; enerji güvenliği, küresel güvenlik, demokrasilerin korunması, küresel terörün etkisizleştirilmesi, ekonomilerinin güvenliğinin sağlanması gibi görevleri de yapmak üzere kurulmuş.

Bu sistem içinde yer almayı düşünürseniz, sistemin kendi tanımları içinde hareket etmek zaruret. Elbette kendi menfaatlerinizi öncelersiniz. Ancak sistemi kilitleyemezsiniz. Sistemle kendi menfaatlerinizi uyumlu hale getirmek ve sistemden azami fayda elde edebilmek sizin maharetinize kalmış.

Bu nedenle, Türkiye oyunun büyüğünü görmeli ve 2 inci sınıf aktörlerin etrafında figüran olarak rol kapmayı “milli menfaat” olarak algılamamalı.

Kendi gücünü “küresel etkin güç içinde konumlandırarak”, çarpan etkisi oluşturmalı ve kendi milli menfaatlerini bu sinerji ile elde etmenin yollarını bulmalı.

Türkiye büyük oynamalı ve büyük oyuncu olduğunu göstermeli. Büyük oynamayı öğrenen Türkiye, Suriye’de YPG-MPG takıntısı ile meşgul olmanın ne kadar sığ bir şey olduğunu da kavrayacaktır. Bu tür “minik” tehditler büyük oyun içinde daha kolay çözümlenir.

NATO’suz bir Türkiye kendini savunmada zorluk çeker. Bütün küçük problemler işte o zaman Türkiye’ye büyük problem olur. Benden söylemesi.



Anahtar Kelimeler: Adelina Sfishta; Türkiye ayrılmalı ?

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER