Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

1789´dan 2018´e İsyan mı Yoksa Yeni Bir Kabile Düzeni mi?

Veysi DÜNDAR

1789´dan 2018´e İsyan mı Yoksa Yeni Bir Kabile Düzeni mi?

Yeni vizyona giren Fatih´in fedaisi Deliler isimli filmi izlemedim. Lakin filmin düşman karakteri meşhur Vlad ya da Kazıklı Voyvoda denilen tarihi kişiliğin Fransa´da olup bitenle olan çağrışımını da sizlerle paylaşmadan edemedim.

Dün Sn. Fehmi Koru´unun ?1789 mu 1968 mi yoksa Gezi mi?? diye gündemine aldığı bu sıkıntılı işin Bram Stoker´in meşhur Kont Drakula kitabına ilham olan Eflak beyi ile ne alakası var?

Efendim malum Drakula bir kan emici vampirdir. Ve vampirlerin bir özelliği de hiç ölmemeleridir. Hiç ölmeyen bir vampir karakteri bize 1789´dan 2018´e uzanan bu 229 yılın özetini çıkarabilir.

Peki bu sayın vampir evlerin çatılarında bile drone savarlarla hareketin gözlendiği çağımızda nasıl olacak da olaylara yorum yapacak, gözlem yapacak?

Neyse işin şaka bölümünü kenara koyalım ve bir kez daha sosyoloji çalışması yapan sevgili arkadaşımın modernite/post modernite konusundaki çalışması vesilesi ile beni güncele dair çağrışımlara nasıl yönelttiğini merama gayret edeyim.

1789 olsun 1968 olsun modernite tartışmasında mühim duraklardan. Eğer gerçekten vampir diye bir şey varsa 19. yüzyılın sonlarına kadar dünyanın gidişatına dair neredeyse ciddi bir farklılık görmemiştir. Bununla beraber 20. yüzyıl başlarken zirveye çıkan değişim 20. yüzyılın tamamında ve içinde olduğumuz 21. yüzyılla beraber bırakın binlerce yıl yaşamış bir vampiri herhangi bir dünya insanını dahi şaşkınlıklara düşürecek bir gelişmeyi ikmal etmiştir.

Modern zamanlarda bir Chaplin filmi idi. Bu sessiz sinema şahikasında resmedilen gelişme neredeyse insanlık tarihinin o zamana kadar ürettiği hemen her bilgi ve birikimin geometrik olarak katlanarak tahakkuk ettiği bir nitelik değişmesine tekabül ediyordu.

Fransız Devrimi ve Aydınlanma idealleri, bilimsel keşifler, insanlığı hiç olmadığı kadar konforlu, hiç olmadığı kadar doğaya karşı güçlü hale sokuyordu. Ardı ardına patlayan buluşlar baş döndürüyordu.

Sanayi devrimi insanı hiç olmadığı bir konuma taşımıştı.

20. yüzyılın ilk yarısında iki kocaman savaş da dünyaya ikram eden bu modern dünya, modernitenin savaşının da ona göre olacağını ilan ediyordu.

Modern zamanların bitişine dair ilk sinyaller savaşın hemen ertesinde gelmeye başladı. Modernite için değişim ve gelişim bir hedefti. Habermas değişimin hedef olmaktan çıkıp bir durum haline bir zorunluluk olmasına modernliğin sonu adını verir. Bu zamanlar aynı zamanda ?baby boom? çocuklarının dünyaya isyan ettiği yıllardı.

Vietnam ve Cezayir savaşına olan tepkilerle yoğunlaşan muhalefet 1968 baharında dünyayı sallamıştı. Post-modern dünyanın 68 durağı sadece batı için değil o zamanın doğu bloku için dahi özel ve özgün bir deneyimdi.

Post-modern dünyada ilerleme artık lineer bir varlık halidir. Diyalektik değil doğrudan ve geometrik olarak artan bir varoluş sözkonusuydu. Baudrillard ve Lyotard modernitenin bitişinden sonra oluşan akla post-modernite tanımını uygun görmüşlerdir.

Modernitenin sonu bir geç kapitalizm penceresi açmıştır. Emek ve sermaye hiç olmadığı kadar akışkandır. Ekonomi artık tüketim ekonomisine dönüşmüştür. 1991´de Sovyetlerin yıkılması ile Televizyon çağının yerini dijital çağa bırakmaya başlaması ise neredeyse eş zamanlı bir dönüşümü de işaret etmektedir.

Tarihin Sonu vb teorik çalışmalarla da kutlanan ve kutsanan iki kutuplu dünyanın sonu bir şekilde ?katılımcı? medyaların giderek hayata girmesi ile post-modernitenin başlı başına yeni bir fazıdır.

Kitle iletişim ve üretimin her yerde hazır ve nazır olması, hizmet sektörü öne çıkarken tüketim ekonomisinin asıl geçerli model olması Post-Modern dünyayı öncesinden ayırır.

Post-Modern dünya katılımcı imkan genişliğiyle bireyciliğin ikame olacağı yeni bir modelin de kapısını aralamaktadır. Bu kapı bazı yazarlarca -yeni kabile düzeni- olarak da ifade edilir. Tekil bir güç odağını izale eden yeni ve karşılıklı bağımlılığa dayalı post-modern toplum aslında dünyada eşitlik ve adalet için daha çok fırsat veren bir yapıyı da içermektedir.

Maffesoli, Putnam gibi yazarların öngördüğü bu yeni kabilecilik düzeninin temelinde kurumların zayıflaması, geçmişe ve geçmiş yapıların fikir ve oluşlarına özlem öne çıkmaktadır.

İşte tam da bu noktada 2018 Fransa´sında 1789 devriminden replikler görülmesine şaşmamak gerekir. Tarihin yeniden tekerrüründen ziyade kendi içindeki gelişiminin doğal bir sonucudur bu.

Gezinin de asli bileşenleri dijital medyayı en iyi kullanan toplumun en dinamik ve genç kesimleri değil miydi? Bir kabile düzeninde parkı korumaya çıkan bu sakinlerin şehrin her tarafına dikilen emsal kaçağı gökdelenlere olmasa da hemen yanıbaşında varlıklarını beyan ettikleri bir parka sahip çıkma refleksleri, çadırlar vs ile de tam da bir kabile ruhunu dolaysız temsil etmiyor muydu?

Tarih hep ileri akan bir nehirdir ve yıkandığımız hiç bir zaman aynı nehir olamaz. 2018´in Fransa´sı da 2013´ün Türkiye´si de bu post modern curcunanın tam orta yerindedir. Bu kodlara dair kafa yormak bize 1789´dan 2018´e uzanan yolu aydınlatmada yardım edecektir.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz