dım adım fiilen işgal edilen bir ülke olsaydık, o ülkenin halkı olarak ne yapardık? Tarihte en etkileyici örneklerini verdiğimiz üzere o işgali kaldırmak, o işgalcileri sürüp ülkemizden çıkarmak için canımız pahasına mücadele eder, elimizden ne geliyorsa gözümüzü kırpmadan yapardık.
Bugün bütün insanlık tankı, topu, bombası, donanması, filosu olmayan sinsi bir işgalin esiri durumundadır. Belki toprağımız, yurdumuz, vatanımız fiilen işgal edilmiyor, şehirlerimiz ele geçirilmiyor, devletimiz esir alınmıyor; ancak görmemiz gerekir ki adım adım, köşe bucak zihinlerimiz her geçen gün işgal ediliyor. Bunun için büyük ordular, cephaneler, filolar, donanmalar gerekmiyor, bu masraflara girmek icap etmiyor. Küresel sermaye, oyuncağımız haline getirdiği, bağımlısı olduğumuz teknolojik oyuncaklarla, kuralsız yeni medya ağlarıyla, kurgulanmış tüketici trendleri üzerinden yürüyen sömürü piyasasıyla hepimizi zihinlerimizden kavrıyor, yoğurup istediği şekle sokuyor ve uzaktan yönetiyor. Sömürmeye kafa yoranlar, yeryüzünün her köşesine ordusuz, kansız, masrafsız emperyalizmin düzeneklerini kuruyor, hepimizi uyuşturuyor ve yönetiyor. Üstelik bu devasa kara düzenin finansmanını da yine bizlerden, bu döngüye şuursuzca teslim olan bizlerden karşılıyor. Hem ticaret yapıp kâr ediyor, hem hepimizi parmağının ucunda oynatıyor. Bağımlı zihinlerimizle olanı biteni anlamaya çalışmaktan kendimize bir türlü gelemiyoruz.
Bu zihinsel işgale, bu kara sömürü düzenine, bu sinsi emperyalist-kapitalist tahakküme direnecek iradeyi geri kazanmadıkça, bizi asırlar boyunca insan kılan hakiki ayarlarımıza geri dönmedikçe bu bataklıkta debelenip durmaktan kendimizi kurtaramayacağız. Ne yapacağız peki; ne yapılabilir bu zihin işgalini geri püskürtmek için? Belki bir anda değil ama adım adım kaybettiklerimizi geri kazanarak, cepheleri tek tek geri alarak sabırla, dirayetle, öz dikkatle vuruşmak, bu döngüyü inançla kırmak icap ediyor.
Her millet için, belki en önce bizim için yeni bir milli mücadele hareketi başlatmaktan başka çıkış yok. Tek tek hepimiz bu zihinsel işgale karşı direnen mücahitler olmaya mecburuz. Aksi halde işgal tamamlanacak, hepimizin iç kaleleri teker teker düşecek. Buna izin vermek, kendimizi hakikatin bir bağlısı, bir mümini, bir neferi, sesi ve nefesi olmaktan mahrum bırakmak anlamına gelir. Hududullah aşılmış, insanın izzeti zedelenmiş, toprak, hava, su, yani hayat kirletilmiştir. Zihinlerimiz teknolojinin bağımlılık veren alavere dalavereleriyle işgal edilmiştir. Belli ki bu yıkıcı ve ölümcül işgale dur demek için de fazla vaktimiz yok.
Bir yerden başlamalıyız; yanlıştan vazgeçmeye ve doğruyu kendi özümüzden bulup sahiplenmeye, o doğruyla günbegün kendimizi doğrultmaya; sırat-ı müstakimde sabit kadem olmakta karar kılarak hayata, eşyaya, tabiata hakkını vermeye...
Mustafa Kutlu’nun ‘Kalbin Sesi İle Toprağa Dönüş’ kitabını, bu zihinsel işgalin teşhisi ve toprağın, suyun, havanın, tertemiz nefeslerin, hayatın, insanlığımızın, kalbimizin geri kazanılması için bir yol haritası gibi okumalı, üstünde tefekkür etmeli ve çocuklarımızı da okumaya teşvik etmeliyiz. Sabun köpüğü gündemlerden yakamızı kurtararak aslî meselemize odaklanmalıyız.
Kitapta gayet sarih şekilde anlatılan mağlubiyetlerimiz bize aittir, bu girdaptan çıkmak için umut da yine bizdedir. Kalbimizin sesine kulak vermeye geri dönmeliyiz. Bugün artık belleklerimizde gittikçe solgunlaşan ve çocuklarımızın zaten hiç aşina olmadığı ‘hududullah’ gibi, ‘sırat-ı müstakim’ gibi, ‘kanaat ve tevekkül’ gibi, ‘ülfet ve ünsiyet’ gibi, ‘muhakeme ve tefekkür’ gibi kavramları yeniden ve bir daha hiç unutmamak üzere hatırlamalıyız.
Yönünüz sırat-ı müstakim, gayeniz hakikatse bir yerden başlamak bile yolu yarılamaktır.