Bir insana yapılabilecek en büyük zulüm onu öz kimliğinden kopmaya zorlamaktır. Bundan daha da ağır olanı ise kişinin onuruna, iffetine, öz değerlerine uzanmak ve çaresizliğe itmektir. Kimliksizleştirmeye zorlamak ve tacize yönelmek… Düşünmek bile çok ağır geliyor insana. Fakat ne acıdır ki, Doğu Türkistanlı kız kardeşimiz Tursunay Ziyaeddin telaffuz etmekte dahi güçlük çektiğimiz her iki duruma da maruz kalmış bir hanım. Bölgede yaşanan ağır baskılara katlanamayıp eşi ile birlikte Kazakistan’a hicret eden Tursunay Ziyaeddin, 5 yıl sonra yakınlarını ziyaret için ülkesine gittiğinde Çin yönetimi tarafından tutuklandı ve Çin’in toplama kampına gönderildi. Tursunay burada 9 ay kaldı. Kapatıldığı bu karanlık hücrede her gün işkence gördü, tecavüze uğradı, tehdit edildi, dokuzuncu ayın sonunda yakınlarının desteği ile kamptan çıkarıldı ve Kazakistan’a yerleşti. Çin yönetimi onu burada da rahat bırakmadı, sürekli tehditle karşılaşan Tursunay eşiyle birlikte ABD’ye sığındı. Kendisiyle yapılan bir röportajında toplama kamplarında yaşanan ağır işkenceleri anlattı ve burada kadınların tecavüze maruz kaldıklarını fakat seslerini kimseye duyuramadıklarını ifade edip onlar adına yardım istedi.
Tursunay kendisiyle yapılan röportajında, kamplarda yaşayan kadınların her gece hücrelerinden çıkarıldığını ve ağır işkencelere tabi tutulduklarını, tecavüze maruz kaldıklarını ve Çin yönetiminin bu vahşi uygulamaları ile kadınların ruhsal bütünlüğünü, benliklerini zedelemeye çalıştığını ifade etti. Gece vakti hücreden götürülen kadınların birçoğunun geri gelmediğini ve bu kadınların akıbetleri hakkında hiçbir bilgiye ulaşılamadığını belirten Tursunay, toplama kampında yaşadığı cinsel tacizleri, ağır işkenceleri anlatırken hıçkırıklara boğuldu ve bu durumun hayatı boyunca ruhunu ve benliğini örseleyen bir yara olarak kalacağını söyledi. Doğu Türkistanlı Tursunay, maruz kaldığı utanç veridi durumu anlatmaktan hayâ ettiğini, ancak burada yaşanan vahşeti başka türlü ifade edemeyeceğini, bu nedenle açıklamak durumunda kaldığını ifade etti.
Çin hükümetinin eğitim kampları olarak lanse ettiği bu işkencehanelerde bir milyondan fazla kadın ve erkek tutuklu bulunuyor ve bu insanların maruz kaldıkları zulmü hiçbir şekilde duyurma şansları yok. Burada insanlar işkence ile inanç ve değerlerinden uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Çin hükümeti Uygurların dini kimliklerini ve özgürlüklerini ortadan kaldırarak bu insanları Çinlileştirebileceğini düşünüyor. Özellikle Müslüman kadınların onurlarını ayaklar altına alarak onların ruhlarında derin yaralar açmayı ve seslerini kısmayı hedefliyor. Nitekim Uygur kardeşimiz Tursunay, kampta yaşlı bir Uygur hanımın bütün giysilerinin çıkarıldığını ve kadının utancından kollarıyla kendini kapatmaya çalıştığını ve hıçkırarak ağladığını söylüyor.
1949 tarihinden beri ÇKP’ye bağlı kuvvetlerin işgali altında olan Doğu Türkistan soykırıma karşı tek başına direnç gösteriyor. Çin bölgenin verimli topraklarını ve yeraltı kaynaklarını işgal ediyor, mazlum halkı evlerinden alıp toplama kamplarına kapatarak burada ölüme terk ediyor, bölgeye ise Çinli yerleşimcileri koyarak hedefine ulaşmaya çalışıyor. Doğu Türkistanlı aileler fişleniyor ve potansiyel risk oluşturdukları iddia edilerek tutuklanıyor ve işkence yapılarak kültürel dönüşüme zorlanıyorlar. Fakat ne seslerini duyurabiliyorlar ne de herhangi bir desteğe ulaşabiliyorlar. Kardeşlerimiz burada işgalci Çin rejiminin inisiyatifine terk edilmiş durumdalar.
İslam insanın can, mal, akıl, din ve iffetinin korunmasını esas alır ve onu kendini güvende hissedebileceği bir alana taşır. Eğer kişinin sahip olduğu bu haklardan biri ya da bir kaçı ihlal edilmişse göğsünde zerre kadar iman taşıyan her ferde sorumluluk düşer. Bugün Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin ne can, ne mal, ne iffet ne de yaşamsal hiçbir hakları güvence altında değildir.
Müslüman Uygur kardeşlerimiz kendilerine uzanacak bir el bekliyor ve ister istemez bu desteğin kendi mahallemizin yöneticileri tarafından gerçekleşebileceğini umut ediyoruz. Fakat ne yazık ki ülkemizden yetkin bir siyasetçi, “Çin ile ilişkilerimize zarar getiremeyiz” açıklaması yaptı ve siyasi ilişkiler bahane gösterilerek Doğu Türkistan’da yaşanan hak ihlallerine sessiz kalındı. Neyse ki ötelerden, çok ötelerden bir kadın, Finlandiya Başbakanı kalktı da bölgede yaşanan hak ihlallerini dile getirdi. Adalet bütün insanlığın müşterek değeridir ve eğer dünyanın herhangi bir yerinde adalet ihlal edilmişse buradan yükselen çığlıklar insani duyarlılığını kaybetmeyen her kişinin vicdanına çarpar. Ve adalete her kim sahip çıkarsa biz onu destekler, onun yanında yer alırız.
SannaMirellaMarin, Twitter üzerinden yaptığı açıklamasında, Çin’in Doğu Türkistanlıların haklarını ayaklar altına aldığını ve azınlıkları ezme politikasına uluslararası toplumun göz yummaması gerektiğini söyledi. Marin, “…ekonomik durum bu zulmü görmezden gelmek için haklı gerekçe olamaz” ifadeleri ile bölgede yaşanan zulme işaret etti. Fakat bizim mahalleden şu ana kadar içimizi aydınlatacak bir açıklama yapılmadı…