Covid-19 olarak isimlendirilen bir virüsün birkaç ay içerisinde küresel bir pandemiye dönüştüğü günlerden geçiyoruz. 25 Nisan itibariyle küresel olarak hastalığa yakalanan insan sayısı 3 milyona doğru giderken ekonomik olarak da sorunlar artan bir hızda büyümeye devam ediyor. Ocak-Mart aylarında Çin ekonomisinin neredeyse durma noktasına gelmesi arz zincirinin bozulmasına yol açmış ve diğer ekonomilerde yavaşlamaya sebep olmuştu. Ortaya konan ilk analizlerde bu salgının küresel ekonomide yarım puanlık (% 0,5) bir düşüşe neden olacağı öngörülmekteydi. Ancak salgının Çin’in sınırlarını aşması ve hatta bugün 1 milyona dayanan hasta sayısıyla yeni salgın merkezinin Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ye dönüşmesi ekonomik sorunların daha da büyümesine ve öngörülerin de kötüleşmesine yol açtı. OECD veya diğer uluslararası finansal kuruluşların son dönemde yaptıkları tahminlerde küresel çıktının ilk çeyrekte %7-8 oranında düşeceği yılsonunda ise içerisinden geçtiğimiz izolasyonun süresine göre %2 ila %4 arasında bir daralmanın ekonomileri beklediği öngörülmektedir.
Makro düzeyde yaşanan bu kriz kuşkusuz ilk olarak turizm ve havacılık sektörünü vurmuş durumda. Birçok ülkede uygulanan uçuş yasakları nedeniyle kargo uçakları haricinde neredeyse tüm havacılık sektöründe faaliyetler askıya alındı. Hava trafiğinin durmuş olması havacılık ve turizm sektöründe önümüzdeki günlerde ciddi iflaslar ve işte çıkarmalarla sonuçlanacağını öngörmek zor değil. Ülkeler arası ticari faaliyetlerin azalması, üretimin olmaması ya da talep yetersizliği nedeniyle birçok sektörde ciddi gelir kayıplarına yol açmaktadır. DTÖ ekonomistleri 2020’de küresel ticaretin büyümesi için tahminlerini keskin bir şekilde düşürdüler. Nisan ayı başında 2020 yılında öngörülen artış %3’ten %2,7’ye düşürüldü. DTÖ aşağı yönlü risklerin yüksek olduğunu ve 2020’ye dair bu güncel projeksiyonunun daha normal ticari ilişkilere geri dönüşe bağlı olduğuna dikkat çekiyor.
Otomotiv ve tekstil sektörü de bu bağlamda örnek olarak verilebilir. 2020 krizi iktisat tarihinde, arz ve talep krizinin eş anlı olarak ekonomileri nasıl vurduğu ve bu sırada uygulanan politika başarıları ve yanlışlarıyla anılacak. İktisadi krizlerin doğasında ortaya çıkan talep yanlı veya arz yanlı olması farklı politika teorilerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Ancak 2020 krizi küresel durgunluğun yaşandığı bir dönemde hem arz hem de talep tarafında kesintilere yol açarak piyasaları derinden sarsmıştır. Öyle ki petrol fiyatlarında talebin düşmesi nedeniyle yaşanan fiyat düşüşü, Suudi Arabistan’ın üretimi artırma kararıyla daha da hızlanmıştır. Bu raporun kaleme alındığı günlerde OPEC+ ülkeleri üretimde azalmaya gitse de fiyatlardaki aşağı yönlü talep baskısı devam edecektir. Petrol üreten ülkelerin mali yapısındaki bozulmalar ve bu sektörde çalışanların işten çıkarılma riski ekonomik krizin kötüleşmesine yol açacaktır.
Makroekonomik anlamda özellikle gelişmekte olan ülkeler için önemli bir risk de finansal sektörde yaşanan güven kaybıdır. Özel ve kamu kesiminde borçluluk oranları yüksek olan gelişmekte olan ülkelerde şirket iflasları ve borçların geri ödenememe riskleri ciddi güven kayıplarına yol açmaktadır. Ayrıca, krizin derinleşeceği beklentisi borsalarda önemli kayıplara sebep olmakta ve yatırımcıların likit iştahını kabartmaktadır. Mart ayında gelişmekte olan piyasalardan 83.3 milyar dolar sermaye çıkışı yaşanması bunun önemli bir göstergesidir. Benzer şekilde TC Merkez Bankasındaki yabancı para rezervleri Şubat ayında brüt 77.5 milyar dolar iken Nisan başında açıklanan verilere göre 58.2 milyar dolara gerilemiştir. Borç ödemeleri gibi döviz çıkışları devam etmesine rağmen, başta turizm olmak üzere dış gelirlerde yaşanan düşme ve bunun da ötesinde hızlı sermaye çıkışları nedeniyle döviz rezervleri kısa bir sürede azalmıştır.
Ekonomik faaliyetlerde ortaya çıkan bu sert duruş nedeniyle birçok hükümet art arda büyük miktarlarda teşvik paketleri açıkladılar. Örneğin, ABD toplam milli gelirinin yüzde 10’u, Almanya ve İngiltere ise yüzde 5’ine denk gelen büyüklüklerde teşvik uygulamalarıyla ekonomik durgunluğunun önüne geçmeye çalışıyorlar. Diğer taraftan FED ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) piyasadan tahvil alımları yaparak 2 trilyon dolar ve 750 milyar Euro nakit parayı piyasaya süreceklerini ilan ettiler. Aynı şekilde IMF, üye ülkelere bu süreçte daha önce uyguladığı politika reformlarına dayalı kredi verme uygulamasından farklı olarak daha doğrudan kredi imkanı sağlayacağını ilan etti.
Ülkemizde de Cumhurbaşkanlığı tarafından kademeli olarak ilan edilen desteklerle özellikle firmaların nakit akışları, istihdamda süreklilik ve sosyal desteklerin öne çıktığı görülmektedir. Krizin kendine has doğası uzun bir süredir görmediğimiz düzeyde devletlerin hem mali hem de parasal olarak piyasalara müdahalesi ve nakit akışı sağlamalarına neden olmaktadır. Mikro düzeyde krizin gidişatına baktığımızda ise hanehalkı açısından özellikle düşük gelirli çalışanların risk altında olduğunu, firmalar açısından ise sektörlere bağlı olarak etkilerin değiştiğini söylemek mümkündür. Gündelik ücretle çalışan veya krizin etkilediği sektörlerde çalışanlar bu dönemde önemli bir gelir kaybı yaşamaktadırlar. Sektörel olarak turizm, seyahat, restoran ve kafeler başta olmak üzere KOBİ’lerin satışları durma noktasına gelmiş durumdadır. Özellikle genç istihdamının yüksek olduğu bu işyerlerinin kapalı kaldığı sürelerin uzaması işsizlik ve sosyal sorunların giderek artmasına yol açacaktır.
Diğer taraftan tüketicilerin hem gelir kaybı yaşaması hem de sosyal izolasyon nedeniyle tüketim alışkanları ve davranışları değişmektedir. Restoran ve eğlence harcamaları sıfıra inmiş, tekstil talebi düşmektedir. Ayrıca kriz nedeniyle insanların gelecek kaygısı tasarruflarında artışa yol açmaktadır. Özellikle tasarruf artışları salgın sonrası için de normalleşmeyi yavaşlatma potansiyeli taşımaktadır. Bu noktada KOBİ’lerin süreci sağlıklı bir şekilde atlatabilmesi ve işsizlik nedeniyle gelirlerini kaybeden ailelerin korunması için seçici politikaların hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Devletin krize müdahalesi sırasında özellikle gelir kaybı yaşayan kesimleri ilk planda hedef alması, normalleşme sürecinde ise KOBİ’lerin faaliyetlerini sürdürebilmesi için araçlar geliştirmesi gerekmektedir. Ancak, burada zaten borç stoku yüksek olan ekonomi için istismarların önüne geçecek ve seçici destekler uygulanmalıdır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki borç stokunun salgın sonrasında ekonomileri tehdit eden bir duruma ulaşması muhtemeldir. Uluslararası finans kuruluşları veya fonların bu borç krizi sırasında yerel varlıkları satın almaya başlaması ulusal ekonomiler için risk oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, devletlerin yerli firmalarını özellikle stratejik sektörleri koruma noktasında özel önlemler alması gerekmektedir. Yaşanan iktisadi krizin kısa, orta ve uzun vadede etkileri analiz edilmeli ve detaylı yol haritaları çıkarılmalıdır. Ekonomi çarklarının dönmesini sağlayacak önlemler yanında, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde uygulanan politikaların yan etkilerinden kaçınmak için neler yapılması gerektiği planlanmalıdır.