Her zaman saygı ve rahmetle andığımızı Alia İzzet Begoviç 20. yüzyılın önde gelen İslami-siyasi liderlerinden biridir. Onu seçkin bir kişilik bir lider yapan, gençlik yıllarından itibaren İslami mücadele içerisinde bir hareket adamı olması gibi pek çok vasfının yanında belki de en önemlisi; çok zor şartlar altında bile adalet ve hakkaniyet ehli olma ahlaki vasfını koruyabilmesidir.
Bosna Savaşı döneminde yardım götürmek ve gazetecilik yapmak için Bosna'ya gitmiştim. Haftalık selam gazetesi Ankara temsilciliği yaptığım dönemlerdi. Zor bir yolculuktan sonra ulaştığımız Saraybosna'da ikametgahımız IHH'nın oradaki merkeziydi. İHH o zamanlar -1994-şimdiki gibi devletin her türlü desteğine mazhar olmuş bir kurum değildi. Pek çok çalışması “dışişlerinin monşerleri” tarafından taş konularak engellenirdi. O dönemde Saraybosna ofisinde gönüllü çalışan, Türkiye'de üniversite bitirmiş ve aynı zamanda Aliya'nın Türkçe tercümelerini yapan Amina hanımla karşılaşmamız güzel bir tevafuktu. Amina hanıma gazetemiz adına merhum Aliya ile bir ropörtaj yapmak istediğimizi söyleyince hemen telefona uzandı; ahizeyi eline alınca dedi ki: "size hemen randevu alabilirim, ancak Alia günde üç-dört saat uyuyor. Ropörtaj için bugün size bir saatini ayırırsa bugün 1 saat az uyuyacak." Bunu duyunca isteğimizden vazgeçtik.
Tabii bu yaptığımız bazılarına göre, profesyonel gazetecilik adına yanlıştır. Bosna'nın bilgi önderi ile konuşma-tanışma fırsatını geri tepme gazetecilik için yanlış olsa da, bizce doğru olan bu davranıştı. Alia'nın Müslümanca duruşu, örnek liderliği, yaşına rağmen enerjisi-çabası ile gazeteciliğimizi ayrı kefelere koyunca gazetecilik çok hafif kaldı. Bosna mücadelesi için onun 1 saat uyuması bile bizim bir saatlik gazeteciliğimizle kıyaslanamaz da . İmam-ı Azam'ın usulüne göre bir tür istihsan yapmış olduk, röportajdan vazgeçmekle.
Bosna'ya yakın zamanda gezmeye giden bir dostumuz Saraybosna’da bir bölgede Müslüman mezarlığı ve cami, Katolik ve Ortodoks mezarlıkları ve kilise, Yahudi mezarlığı ve Sinagogun birlikte aynı yerde bulunduğunu övgüyle anlatınca şunları söyledim: Bu durum Osmanlı dönemindeki uygulamaların tarihsel ve kültürel mirasıyla ilgili olduğu gibi, belki bundan daha önemli olarak Müslümanların kendilerine olan güvenleri ile de ilgili... Tarih boyunca farklı kültürlere düşman-öteki muamelesi yapmadık, dışlamadık. Her kültür, din ve mezhebin inancını olduğu gibi yaşamasını bir sorun olarak görmedik. Merhum Aliya'nın temsil ettiği İslami anlayış, yani dünyaya ve insana bakış açısı; ayakları yere sağlam basan, zemini sağlam, bir inanç ahlak ve yaşantıyı temsil etmekte. Bu temsil kabiliyeti bütün kültürlerle inançlarla bir arada var olabilmekden korkmayan bir özgüveni içinde bulundurmakta. Azınlıkların, farklı din mensuplarının, farklı mezheplerin kendi hukukuna göre muhakeme edilmelerine, dinlerini özgürce yaşamalarına imkan sağlayan tek uygulama bizim tarihimizdedir. Saltanatın hakim olduğu dönemlerde bile bu değişmemiştir.
Bunları konuşurken bir kardeşimiz; "Bosna'daki bu manzara nerde, Afganistan'da Hikmetyar’ın aylarca Kabil'i bombalayıp Müslümanları katletmesi nerede? (Bilmeyenler için not. Burhanettin Rabbani'nın başında olduğu Cemaat-i İslami grubunun, diğer Afganistanlı grupları da içine alarak kurmuş olduğu İslami Hükümeti tanımadığını ilan eden ve Hizb-i İslami gurubunun başında bulunan Gülbeddin Hikmetyar, aylarca başkent Kabil'e kuşatıp bombaladı. Bunu ABD'nin desteğiyle yaptığı sonradan anlaşılan Hikmetyar'ın o zamanki lakabı “roketyardı”. O dönemlerde ehlisünnet dünyanın halifesi olarak pazarlanmak istemişti.) diyerek konunun belki de en can alıcı noktasına parmak bastı. Bu hal, aynı zamanda bizim bugün de en çok kanayan yaramızdır. Maalesef bugün Müslümanlardaki hakim anlayış pek çok yaralı yanımız olduğunu işaret ediyor. Müslümanların kendi içlerindeki farklılıklara bile tahammül edemeyip Allahu Ekber naralarıyla birbirlerine saldırdığı bir zamanda Aliya ile Hikmetyar isimleri üzerinde çokça durmak gerekir.
Burada bir parantez açmak lazım "nara" sarhoş bağırması-çığlığı demektir."Allahu ekber" ve "nara atmak" kelimelerinin birlikte kullanılmasına itiraz edecek arkadaşlarımız olabilir, muhtemel itiraza şunu söyleyebilirim:
Evet, burada da bir sarhoşluk var; aklın üzerinin örtüldüğü ciddi bir sarhoşluk. Bu sarhoşluk şarabın sarhoşluğundan daha ağır ve yoğun. Bu, cehalet ve taassubun, eline silah alıp güç sahibi olmasıyla ortaya çıkan bir sarhoşluk. Şarabın sarhoşluğu, hiçbir şey yapmadan en fazla bir günde geçer. Diğer sarhoşluk ise hiçbir şey yapmazsanız, mesela cehalet ve taassuptan kurtulmak için okumaz, düşünmez, araştırmazsanız yıllarca geçmez. 30-40 sene önce Afganistan'da biter sonra Suriye'de ortaya çıkar. Evet, Allahu Ekber naralarıyla, sarhoş kafayla …
Hikmetyar’dan konu açılınca Aliya ile Hikmetyar’ın aynı cümle içinde geçmesi bile, o aziz bilgeye acaba saygısızlık mı olur diye düşünmeden kendimi alamadım. Belki de bu kaygı sebebiyle konu hakkında konuştuğumuz dostlara şunları söyledim.
"Aliya mağaradan çıkmış biri. Mağaradan çıktığı için karanlığı da aydınlığı da biliyor. Diğeri hala mağarada yaşıyor. Mağarada yaşadığı için de aydınlıktan, hakikatten nasibini almamış. Mağaradan çıkamamış deyince, bir kardeşimiz; "abi çok ağır olmadı mı? diye sordu hayır dedim, ağır değil. Bu Tora-Bora'nın kayalık mağaraları değil, Eflatun'un Mağarası.
Eflatun'un mağarasındaki insanlar ellerinden ve ayaklarından zincirlerle bağlıydı. Hikmetyar gibileri ise kafalarından beyinlerinden bağlı. Taassup, cehalet, kin, öfke, ırkçılık ve benzeri pek çok zincirlerle bağlı kafası ve düşünceleri... Kalın zincirler bunlar.
Bugün Müslümanların birbirlerine tahammülleri, farklı görüş içtihat ve tarzlarının aynı anda meşruiyeti, hiç kimsenin kendi görüşünü mutlaklaştırmaması konularında yeniden düşünmemiz ve bunun üzerinde hassasiyetle durmamız gerekiyor. İçinde bulunduğumuz zilletten kurtuluşun yolu buradan geçmekte. Vahdet'in yolu da buradan geçiyor.
Bu konuyla ilgili olarak Thomas Bauer'in "Müphemlik Kültürü ve İslam" -farklı bir İslam tarihi okuması-alt başlıklı kitabı bu konuda çok güzel hazırlanmış bir çalışma ilgilenenlere buradan duyurmuş olalım.