Ben uzun zaman resimle uğraştım. İlk ve orta tahsilim sırasında bu işe epey emek verdim. Eğer yaşıyorsa Allah ömrünü uzun etsin, öldü ise rahmet etsin, ortaokuldaki resim öğretmenimiz Nurettin Elbaşı’nın üzerimde hakkı vardır. Benim gibi hevesli çocukları okul dağıldıktan sonra atelyede toplar, bizimle tek tek ilgilenirdi. Liseyi bitirdikten sonra Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmek istedim. Lakin kapısından döndüm. Bu bir uzun hikâyedir.
Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Bölümü’nde okurken resme olan hevesim devam ediyordu. Fakir ve hasta bir arkadaşın tedavi giderlerini karşılamak üzere, biri karikatür öteki resim çalışan iki arkadaşla birlikte bir sergi açmaya karar verdik.
1967 kışı olabilir, aylardan Ramazan. Çalışacak yer bulamamış, idareye başvurmuştum. Bana fakültenin bir sınıfını verdiler. Geceleri çalışıyorum. İftarı da orada açıyorum. Bir seferinde elektirik ocağında patates haşlarken tencereyi ocakta unutup, bodrum katında çerçevelik çıta aramaya inmişim. Döndüm ki ne göreyim sınıf bir yana bütün kat duman içinde. Su bitmiş, tencere erimiş, döşemedeki marleyler tutuşmuş. Aklım başımdan gitti. Hademeler ile yetişip yangını söndürdük. Resim aşkına neredeyse üniversite binasını yakacaktım.
Kendine başka bir yer bul diyerek beni oradan attılar. Kaloriferi yanan sıcak bir mekan idi. Kaldık mı ayazda.
Talebe derneğinin şehir içindeki soğuk merkezine sığındım. Eksi 20-25 derecede palto omuzumda çalışıyorum. Ne de olsa serde gençlik var.
Çalıştık-çabaladık Halk Eğitim Binası’nın sergi salonunda eserlerimizi sergiledik. Bir hocamızdan pikap rica etmiş, Klasik Batı Müziği plakları almıştık. Hiç unutmam o yıllarda piyasaya Mintips-Frutips marka şekerlemeler çıkmıştı, fiyakalı. Onlardan da yeter miktarda depoladık.
Her şey hazırdı. Cumartesi öğleden sonra açılış yapılacak. Davetiyeleri dağıtmıştık. Şansa bak, perşembe akşamından itibaren kar yağmaya başladı. O yıllarda Erzurum’da kar bir başladı mı, durmak bilmezdi. Cumartesi günü dizleri geçmişti. Öyle bir soğuk ki, dalda duran kuşlar pıt pıt yere düşüyor.
Arkadaşlardan biri hastalandı gelemedi. Ben karitatürist arkadaşla yurttan çıkıp güç belâ Halk Eğitim binasına vardım. Neyse ki kalorifer yanıyor, içerisi sıcak.
Pencere önüne iki sandalye çekip sigaraları yaktık.
Ne gelen var ne giden.
Sokaktan köpek bile geçmiyor.
Birbirimizin yüzüne baka baka, klasik müzik eşliğinde aldığımız şekerlemeleri yemeye başladık. Hiç konuşmuyorduk. Arada bir mahzun gözlerle tabloları süzüyor, sonra yine dışarıda ağır ağır yağan kara dönüyorduk.
O gün sergiye kimse gelmedi.
Açılış da yapılamadı.
Bütün emekler boşa gitmişti. Ağlasak yeri vardı.
Akşam yurda gidince bu acıklı olayı arkadaşlarla paylaştık. Düşünüp taşındılar ve harekete geçmeye karar verdiler.
Ertesi gün başta Belediye Başkanı olmak üzere üst düzey zevattan epeyce insan sergiye geldi. Açılış yapıldı ve sergi on gün açık kaldı. Birkaç tablo satılmıştı. Hasta arkadaşımıza az da olsa bir yardım yapabilmiştik.
Daha sonra ben resmi bıraktım. Taşrada bir delikanlının akademik eğitim görmeksizin bu dalda bir yere varması çok zor idi.
Edebiyata yöneldim. Belki de resimle ifade edemediğim duygu ve düşüncelerimi bu yoldan ifadeye çalışmışımdır. Edebiyata niçin bulaştığımın zayıf bir izahı bu olabilir.
Bir düş kırıklığı. (28 Aralık 2005)