Son iki yazımızı okuyanların malumudur, şu korona virüs nedeni ile gönüllü veya mecburi evlerimizdeyiz; bu zaman diliminde manevi zenginliği ve derinliği yaşamak için, halvet ve riyazete niyet etmeyi; halvet ve riyazete başlarken istiğfar ve tövbe’y esas merkeze almak gerektiğini yazmıştık.
Halvet ve riyazette mutad ibadetlerimizin yanında, evrâd’u ezkâr ve dua çok önemli yer tutar. İşte şimdi bunu yazdık. Hadi buyurun okuyalım çok uzun değil.
Tanımlar
Evrâd, sözlükte “gelmek, girmek, çeşmeye varmak, suya gelen topluluk, akan su ve dere” gibi mânâları olan ‘vird’ kelimesinin çoğuludur.
Dini literatürde evrad kelimesi zamanla, gece ve gündüzde, ibadete ayrılan vakit, Kur’ân’dan her bir cüz, her gün rutin olarak okunması görev hâline getirilen dua veya zikir gibi anlamlar için de kullanılır hâle gelmiştir.
Gerçi Kur’ân-ı Kerîm’de günün değişik zamanlarında Allah’ı zikir ve tesbih emredilmekle beraber vird kelimesi bu anlamda kullanılmamıştır.
Tasavvufî kaynaklarda yer alan bilgilerden anlaşıldığına göre ilk sûfîler vird kelimesiyle her gün okudukları belli âyetleri kastetmişlerdir.
“Virdi olmayanın varidi olmaz” demişlerdir. Onun için Ataullah el-İskenderanî (709/1309) virdi; “Allah’ın kuldan istediği şey”, varidi ise”kulun Allah’tan beklediği şey” olarak tarif etmiştir.
Reklam
Ayrıca sufiyye, virdi, nâfile namaz kılma, belli dualar okuma, zikir ve tefekkür anlamında da kullanmışlardır (Kuşeyrî, s. 291, 298). Azîz Nesefî de tasavvufî hayatın sekiz edebini sayarken belli vakitlere tahsis edilen evrâd’u ezkârı ihmal etmemeyi özellikle tavsiye etmiştir (İnsân-ı Kâmil, s. 181)
Ezkâr, sözlükte “bir şeyi anmak, hatırlamak” anlamındaki ‘zikir’ kelimesinin çoğuludur. Dinî literatürde “Allah’ı anmak ve unutmamak suretiyle gafletten ve nisyandan kurtuluş” anlamında kullanılır.
Kur’an’da türevleriyle birlikte birçok âyette geçen zikir; Allah’ı dille hamd, tesbih ve tekbir şekliyle övmek; nimetlerini anmak, bunları kalple hissetmek ve tefekkür etmek; kulluğun gereklerini akıl, beden ve mal ile yerine getirmek; namaz kılmak, dua ve istiğfarda bulunmak, kevnî âyetler üzerinde düşünmek şeklindeki mânalarda kullanılmıştır.
Dua kelimesi, “çağırmak, seslenmek, istemek; yardım talep etmek” mânasına gelir.
İslâm literatüründe ise; Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesini, sevgi ve tâzim duyguları içinde lutuf ve yardımını dilemesi;
Üzerindeki sıkıntı, dert ve belayı gidermesini; günah, hata ve kusurlarını bağışlamasını;
Yalvarıp yakarması ve O’na hâlini arz edip niyazda bulunması demektir. (İbn Manzûr, dua maddesi)
Kur’an’da evrâd’u ezkâr ve dua
Reklam
Kur’an’da, Allah’ın içten yalvararak ve korkarak alçak sesle sabah akşam çokça zikir ve tesbih edilmesi emredilmiş (el-A‘râf 7/205; el-Ahzâb 33/41-42),
O’nun zikrinin her şeyden üstün olduğu vurgulanmış (el-Ankebût 29/45),
Allah’ı anmanın bütün ibadet ve itaatlerden önemli sayıldığı ifade edilmiştir.
“En büyük olma” (ekberiyyet) vasfıyla nitelenen zikir, “Yalnız beni anın ki ben de sizi anayım” âyeti dikkate alınarak (el-Bakara 2/152) Allah’ın kulunu anması şeklinde de anlaşılmıştır.
Yine âyetlerde zikrin kalp huzuruna, kurtuluşa ve bağışlanmaya vesile olacağı vurgulanmış (el-Enfâl 8/45; er-Ra‘d 13/28; el-Ahzâb 33/35; el-Cum‘a 62/10),
Mal ve evlâdın, müminleri Allah’ı anmaktan alıkoymaması gerektiği (el-Münâfikūn 63/9), gerçek müminlerin ticaret ve alışveriş gibi dünya işleri sırasında bile Allah’ı anmaktan geri durmayacakları (en-Nûr 24/37) belirtilmiştir.
Öte yandan münafıkların Allah’ı çok az andıkları (en-Nisâ 4/142), Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların açık bir sapıklık içinde bulundukları (ez-Zümer 39/22) beyan edilmektedir.
Ayrıca dua hakkında; “Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin.” (A’râf, 7/55; bk. En’âm, 6/63)“Korkarak ve umarak O’na dua edin.” (A’râf, 7/56)
“(Ey Peygamberim!) De ki; duanız / ibadetiniz / imanınız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkân, 25/77) buyurulmaktadır.
Hadislerde evrâd’u ezkâr ve dua
Hadislerde de evrâd’u ezkâr ve duanın önemine ve zikir ehlinin faziletlerine işaret edilmiş (Wensinck, el-Muʿcem, “ẕikr”, “ẕekera” md.leri), zikir halkaları cennet bahçelerine benzetilmiştir (Tirmizî, “Daʿavât”, 83).
En hayırlı amelin Allah’ı zikretmek olduğu, zikrin altın ve gümüş infak etmekten, düşmanla savaşmaktan bile üstün sayıldığı kaydedilmiştir (Tirmizî, “Daʿavât”, 6; İbn Mâce, “Edeb”, 53).
Ayrıca zikir maksadıyla bir araya gelen topluluğu ilâhî rahmetin ve meleklerin kuşatacağı, üzerlerine sekînet ineceği, Allah’ın da onları kendi nefsinde anacağı (Müslim, “Ẕikir”, 39; Tirmizî, “Daʿavât”, 7), yeryüzünde “Allah Allah” diyen bir kişi bulundukça kıyametin kopmayacağı belirtilmektedir (Müslim, “Îmân”, 234).
Peygamberimiz (s.a.s.) şunları da söylemiştir: “Ey Allah’ın kulları! Size dua etmenizi tavsiye ederim.” (Hâkim, DeĞDU’avât, I, 493; Tirmizî, De’avât, 102) “Duayı terk etmek isyandır, günahtır.” (Heysemî, Ed’ıye, 2, No: 17194), “Dua etmekte aciz olmayın, çünkü dua eden hiçbir insan helâk olmaz.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No:871; Hâkim, De’avât, I, 494). “Dua, ibadetin özüdür.” (Tirmizî, De’avât, 1).
Yine Peygamber Efendimiz (a.s):“Dua, mahza ibadettir” buyurmuş, sonra Mü’min sûresinin; “Rabbiniz buyurdu ki: ‘Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeğe tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir’ anlamındaki 60. ayetini okumuştur. (Tirmizî, De’avât, 1; bk. İbn Mâce, Dua, ; Ebû Davut, Salât, 358; Hâkim, De’avât, I, 491; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 890)